Cennet Bahçesinde ne oldu?

İki bölümlük kavramsal yazımda, Cennet Bahçesine odaklanacağız. Yaratılış Kitabı´na doğru ilerleyerek bahçedeki Hayat Ağacı (Etz A-Hayim) ve Bilgi Ağacı´nın (Etz Ha-Daat) ´insan ırkı üzerindeki etkilerini´ ve daha sonra ´bir ruhun anatomisini´ inceleyeceğiz.

Moşe PASENSYA Kavram
13 Ağustos 2024 Salı

Hermetik, Neoplatonik ve Gnostik mistisizmde önemli bir konu ruhun kendini ne ölçüde bildiğidir. Delphi'deki Apollon Tapınağının girişinde altın harflerle yazılı olduğu varsayılan ‘kendini bil’ (Nosce te ipsum) emri, ‘epistemolojik mistisizm’ (akıl ve duyu algısının ötesindeki bilgiler) diyebileceğimiz şeye işaret ediyor. 

“İnsan kendini nasıl bilmez.” Descartes, sahip olduğumuz tek kesin bilginin kendimiz hakkında olduğunu belirtir.

Moşe’nin yanan çalının başında Tanrı’ya ikinci sorusu şuydu: “Sen kimsin?” İlk sorusu ise “Mi anohi/ben kimim?” oldu. Tanrı ikinciyi cevaplar; “Eye aşer eye”.  Ancak ilk soruyu asla cevaplamadı (Şemot 3:11).

Ben kimim (ki)?

Bana göre maneviyatın özü bu sorunun cevabıdır. Sadece değere ilişkin bir soru değil, aynı zamanda kimlikle ilgili bir sorudur. 

Yahudi Kadim Bilgeliğindeki temel fikirlerden biri Yaratılış Kitabı (Bereşit) 1:27'den gelir. “Tanrı adamı kendi görüntüsünde yarattı.” Bunun yorumu, Tanrı'nın kelimenin tam anlamıyla bir insana benzediği değil insan ruhunun Tanrı'nın işleyen, dinamik bir taklidi olduğu şeklindedir. 

Yahudi, Hıristiyan, Budist ve hatta ateistin ötesinde deneyimleyebileceğimiz bir aşkınlık vardır. Bir ruhun Yahudi, siyah veya beyaz gibi özelliklere sahip olduğunu düşünmek doğru mu?

Tüm ruhların aynı olduğu fikri, modern maneviyatın en büyük hatalarından biridir. Tanımların engeller yarattığını ve engellerin nefrete yol açtığını düşünmeye o kadar alıştık ki, ruhani olmanın sınır tanımamak anlamına geldiğine ikna olduk. Kadim bilgelere göre bu bakış açısı varoluş amacını tamamen gözden kaçırmamıza neden olabilir.

Yaratılıştan önce Yüce Tanrı’nın (A.S.) ‘Bir’liği (Kavodu) vardı. Tanrı var olan tek şeydi; sınırlar, tanımlar veya ayrımlar yoktu. Tanrı’nın istediği tartışmasız ‘Bir’likse, ‘O’ zaten buna sahipti. Dünyayı yaratmazdı.

Yaratılış, sınırları çizme eylemiydi. ‘Bir’likten ‘çok’luğa geldi. Bizimki bir bölünmeler dünyası; beden ve ruh, erkek ve kadının yanı sıra ulusların - ailelerin ve bireylerin oluşmasıdır.

Tanrı neden çokluğu yarattı? 

Bu Tanrı’nın ‘Bir’liğine aykırı değil mi? Hayır, değil. 

Çünkü en derin birlik, çeşitlilik içinde bulunan birliktir. Hepimiz aynıysak, o zaman birlik önemli değil. Böylece Tanrı, hepimize, her biri benzersiz ve çeşitli özelliklere sahip belirli ruhlar verdi. Her birey ve her ulus kendi kültürü ve bakış açısı içinde aynı Tanrı’yı tanıdığında, bu gerçek birliktir.

Başka bir deyişle, çeşitlilik tarafından meydan okunan ancak bu çeşitlilikten doğan bir birlik, yenilmez bir birliktir. 

Uluslar, cinsiyetler ve bireyler arasındaki sınırları bulanıklaştırmak, Tanrı’nın yaratılıştaki amacının tam kalbinde yatan zorlukla yüzleşmekten kaçınmaktır. Budistler budist, erkekler erkek, kadınlar da kadın olmalıdır. Kendimizde eksik olan bilgeliği ancak o zaman birbirimizden öğrenebiliriz.

Tanrı’nın görkemi, her birey ve topluluk O'nunla kendi benzersiz bakış açısından bağlantı kurduğunda ortaya çıkar.

Aşem'in ana planına yalnızca sizin yapabileceğiniz bir katkı var. Bu yüzden ayırt edici ruhsal özelliklerinle olduğun gibi doğdun.

Klasik felsefenin şafağında, önde gelen iki düşünce okulu vardı; ‘Holizm’ ve ‘Atomizm’. 

Holizm, bir sistemin (fiziksel, kimyasal, biyolojik, sosyal) bir parçalar koleksiyonundan ziyade bir bütün olarak görülmesi gerektiğini savunur. 

Buna karşılık Atomculuk, her sistemin parçalardan oluşan bir koleksiyon olduğu ve sistemin ancak parçaları incelenerek bilinebileceği şeklindeki indirgemeci görüşü benimser.

Holizm esasen bütünün, parçalarının toplamından daha büyük olduğu önermesini ifade eder. Antik Yunanistan'da ortaya çıktı. Holizmi benimseyen bilinen ilk filozof Parmenides’di. Atomizm ise taban tabana zıt görüşü benimser ve Democritus tarafından Parmenides'in holizmine yanıt olarak tasarlandı. Atomculuk, evrenin bölünmez ve yok edilemez atomlardan oluştuğunu ve tüm değişimin bu tür atomların yalnızca yeniden düzenlenmesi olduğunu savunur. 

Modern ‘atom’ terimi eski Yunan sıfatı olan Atomos’dan (parçalanamaz) türetilmiş olsa da doğasına ilişkin ilk kavramlar antik Hindistan’da tartışılıyordu. 

Demokritos, maddenin bölünmezliği fikri üzerine kozmolojik sistemini kurdu. Ona göre, farklı şekil ve biçimlerdeki atomlardan ve atomların hareket ettiği bir boşluktan başka bir şey yoktur. Boşluk kendi başına bir hiçtir.

“Yılan, Tanrı’nın yaptığı tüm kır hayvanlarından daha kurnazdı. (Bereşit 3:1) Tanrı, Adem'i Eden Bahçesi'ne (Gan Eden) koyduğunda bir ferman çıkardı. Tanrı, Adam’a bir emir verdi “Bahçenin tüm ağaçlarından serbestçe yiyebilirsin” (Bereşit 2:16).

Tanrı, insana Hayat Ağacı (Etz A-Hayim) ve Bilgi Ağacı da (Etz Ha-Daat) dâhil olmak üzere bahçedeki her ağaçtan serbestçe yemesini emrettikten sonra, emrini şöyle nitelendirdi.

“Ama İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yeme (Etz Ha-Daat); çünkü ondan yediğin gün kesinlikle öleceksin” (Bereşit 2:17).

 

Tanrı neden ilk insanların Bilgi Ağacından hemen yemelerini istemedi, bunun yerine cuma (Şabat) gecesine kadar beklemelerini istedi?

Hayat Ağacı ve Bilgi Ağacı, dünyanın iki alternatif görüşünü temsil eder: ‘holizm’ ve ‘atomizm’. 

Hayat Ağacı, her şeyin Tanrı'dan geldiğine ve her şeyin bir olduğuna dair Holizm (bütüncül) görüşünü temsil ederken Bilgi Ağacı, Atomistik dünya görüşünü ifade eder. Hayat Agacı (Holizm) ve Bilgi Agacı (Atomizm) sırasıyla ışığın aynı anda hem ‘dalga’ hem de ‘parçacık’ şeklinde fonksiyon göstermesine benzer.

Holizm: Bütüncül dünya görüşü Yaradan'ın yaradılışın altında yatan birliğe yapılan vurgudur. Çokluğun dünyası (yıldız, yaşam formu, parçacık) Tora'nın kendisi, dünyanın İlahi ‘Elokim’ eliyle yaratıldığını ortaya koyarak bu çokluğu kabul eder. Bu nedenle Elokim adı çoğuldur. Bizlere kuşbakışı bir görüntü sunar.

Atomizm: Bilgi Ağacı, ayrıntılara odaklanan karşıt atomistik görüşü temsil eder. Her şey kurucu parçalara bölünmüştür; her şey analiz edilir; her kelime yargılanır. Bu yaklaşımın avantajı, çeşitli yasalar hakkında bilgi biriktirme yeteneğidir. 

Bu aslında bilim arayışıdır. Aynı madalyonun diğer yüzüdür. Kayıp bir birlik duygusu - gerçeklik algımızın ve bilincin parçalanmasıdır.

Atomizm (bilim) nasıl çalıştıklarını görmek için nesneleri parçalarına ayırır. Holizim (kutsiyet) ne anlama geldiklerini görmek için şeyleri bir araya getirir. 

Bilim açıklar, inanç kutlar. Bilim konuşur, kutsiyet şarkı söyler. Bilim nesirdir, inanç şiirdir ve ikisine de ihtiyacımız vardır.

İlahi plan, ilk insanlara olgunlaşmamış bir entelektüel gelişim halindeyken saf birlik duygusunu özümsemeleri için zaman vermekti. 

Ancak belli bir olgunluk seviyesine ulaştıktan sonra, zihniyetlerini daha yüksek bir seviyeye yükseltecek olan Şabat'ın başlamasıyla birlikte, Bilgi Ağacı zihniyetine doğru bir şekilde geçiş yapabilir ve hikmetin derinliklerine inebilirlerdi.

Böylece tüm detayları ve çokluğu ile yaratılışın temelindeki birliği gözden kaçırmadan özümseyebileceklerdi.

Basitçe söylemek gerekirse, Adem ve Havva'nın büyümek için zamana ihtiyaçları vardı. Ancak yılanın (nahaş) farklı planları vardı. Çünkü yılan kendini adamış bir atomcuydu. Dünyayı farklı parçalardan oluşan bir koleksiyon olarak gördü. 

Tora, ilkel yılanı tarif etmek için kullandığı sözcüklerde buna işaret eder. "Yılan, kırdaki tüm hayvanlardan daha kurnazdı." Bu ayetteki orijinal İbranice kelime olan ‘arum’, kurnaz olarak çevrilmiştir. 

Ama aynı zamanda ‘yığılmış’, bir araya getirilmiş bireysel öğeler olarak da tercüme edilebilir. Yılan, dünyayı küçük parçacıklardan, yani atomlardan yapılmış olarak gördü. 

‘Yılan/curufun’ (klipa) cisimleşmesi ve kişileştirilmesiydi. Oysa Yahudilikte kötülüğün bağımsız bir varlığı yoktur; o sadece tanrısallığı örten ve gizleyen bir kabuktur. Her şey gibi Tanrı tarafından yaratılmıştır ve yapıcı bir amaca hizmet etmesi amaçlanmıştır. Zira kabuk meyvenin çürümesini önler.

Yılan’ın dünya görüşündeki en korkunç yanı parçalanmış dünya görüşüyle (atomculuk) yaradılışın altında yatan birliğin gizlenmesine ve neden-sonuç ilişkilerinin reddedilmesine de yol açtı. Tıpkı ilk fizikçilerin zamanın birbirinden kopuk anlardan oluştuğuna inanmaları gibi. Bu anlayış, zamanın akışının varlığını reddeder. 

Yılana göre zaman, sadece donmuş anların bir yığınıdır. Zaman gerçekliğinin reddi, zamanın merkezde olduğu Yahudiliğin kalbine bir saldırı gibidir. Tanrı'nın evreni sürekli yaratmasını ve O'nun lütfunun sürekli akışını temsil eden zamanın hiç durmadan akışı Yahudiliğin tam merkezindedir. 

Yılanın zamanı reddetmesi, Adem ve Havva'nın Bilgi Ağacından yemek için Şabat'ın başlamasını beklemesini neden istemediğini anlamamıza yardımcı olur. Adem ve Havva'nın zorunlu bekleme süresine uyması, zamanın gerçekliğine güven verirdi. 

Modern zamanlarda bilim, doğayı incelemek için indirgemeci yaklaşımı benimsedi ve büyük bir başarı elde etti. 

Öte yandan, bütüncülük, dünyada gözlemlediğimiz tüm çeşitliliğin, doğayla özdeşleştirdiği Tanrı’nın temeldeki birliğinin bir tezahürü olduğunu savunan Spinoza tarafından yeniden canlandırıldı. Hegel aynı şekilde bütüncül bir gerçeklik görüşünü benimsedi.

İndirgemeci yaklaşımıyla bilimin inanılmaz başarısı sayesinde Atomculuk, Holizme galip gelirken, son gülen yine holistler olabilir. 

Kuantum mekaniğine göre, birbirine dolanmış iki parçacık aynı dalga fonksiyonunu paylaşır. Işığın dalga boyu olarak Holizm ile ışığın parçacık hali olarak Atomculuk ifade edilmektedir. Dolanıklığı, dalga-parçacık ikiliği olarak gören kuantum alan kuramı holizmin nihai zaferidir.

Vücut birçok parçadan oluşur. Uzuvlar, organlar, dokular, sistemler ve hücreler. Bireysel hücreler bile parçalardan yapılmıştır. Hepsini bir arada tutan nedir? Örgütlenme ilkesi nedir? 

Klasik filozoflar ve ilahiyatçılar ruhu cevap olarak gördüler. 

Bu görüşe göre ruh, canlı organizmanın tüm çalışan parçalarını bir arada tutan bütündür. Her canlı organizmanın düzenleyici ilkesidir.

Çağdaş bilimde ruh kavramının neredeyse oybirliğiyle reddedilmesi, birkaç faktör tarafından motive edilir. Bunların başında ruh kavramı ile din arasındaki bağ gelmektedir. 

Kozmologlar, sırf bir Yaratıcı'nın kabulüne yol açabilecek ince ayar probleminden kaçınmak için fantastik bir çoklu evrene inanmayı tercih ederler. Biyologlar da dini inançlara kapı açmamak için ruhun varlığını inkâr etmektedirler. 

Bu tutum son derece üzücü çünkü bilim, bizi nereye götürürse götürsün gerçeği aramak değilmi(dir)?

Sohbetimize, “Bir Ruhun Anatomisi” ile devam edeceğiz…

Kaynakça: Sforno (Ovadia ben Jacob Sforno), Dr. Alexander Poltorak (Fizik Profesörü), Don Isaac Abravanel, Rabbeinu Bahya, Rabi Samson Raphael Hirsch, Shaar Yihud ve Emunah.

Etiketler:

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün