Öteki
Türk Sinemasında saygın ve önemli bir yer edinen, 1974 doğumlu yönetmen, senarist, yapımcı, akademisyen Emin Alper, Dostoyevski’nin aynı adlı kısa romanından sahneye uyarladığı ve yönettiği ilk oyunu ‘Öteki’ ile sağlam bir tiyatrocu olduğunu da kanıtlamıştı.
Alper, Dostoyevski'nin bireyin dünyasını bilinç açısından içten dışa kurarak, özdeşliğini arayan, yarılmış/parçalanmış, hatta çift benlikli karakterinin tuhaf, ürkütücü, anlamsız ve tehlikeli dünyasına günümüzden baktığında, bilinçli ve bilinçaltı katmanlarıyla ana hatlarıyla yazarına sadık kalırken, öyküyü günümüzün absürt yapısını öne çıkaran, kapkara ve karanlık bir komedi olarak anlatıyordu. Gerek bu tonlama, gerekse olayların bizim beyaz yakalıların iş dünyasına aktarılması metne daha inandırıcı, daha sert, daha derinlikli bir boyut katıyordu. Sahnelemenin ve oyunculukların hem içerik hem görsellik açısından çok etkileyici ve heyecan verici olduğu Öteki, edebi bir metnin teatral karşılığını yaratmanın başarılı bir örneğiydi. Sinemacı Emin Alper yarattığı, projeksiyon, film ve gerçek aksesuarlardan oluşan, hem çok inandırıcı, hem de öykünün fantastik boyutuna selam çakan mekânda başkişilerinin görüntülerini koyu füme aynalara devamlı yansıtarak dualite/ikilik duygusunu da etkileyici biçimde yansıtıyordu. Erdem Şenocak’la Cem Yiğit Üzümoğlu’nun ikili performansı müthişti. Boyları, fiziksel görünümleri, hatta kuşakları bile farklı olmasına karşın, peruk ve giysilerinin tıpatıp aynı oluşunun, ustalıklı ışık kullanımının desteği, her şeyden önce, oyunculuklarının ve beden dillerinin olağanüstü uyumuyla çok inandırıcı ikizlere dönüşüyorlardı. Şenocak, ‘esas’ diyebileceğimiz karakterin duygusal karmaşasını derinlemesine ve etkileyici bir inandırıcılıkla yansıtıyorken, karakterin hem ikinci kişiliği hem karşıtı bir ‘öteki’ olarak oyuna giren Üzümoğlu giderek minik nüanslarla ayrıştırdığı ‘esas’ ve ‘öteki’ arasında gidip geliyordu. Benzersiz final sekansı, ‘esas’ ile ‘öteki’yi, gerçek ile gerçeküstünü, birbirine yediriyor ve oyun kaos ile karmaşanın doruğunda sonlanıyordu.
Yan Dünya
Bir pazar gecesi akşam haberlerinde, yaşadığımız hayatın kapanacağı, uyuduktan sonra pazartesi kimin nasıl ve nerede olduğu, yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen yan taraftaki dünyada uyanılacağı bilgisi verilir. Bu bilgi ve belirsizlik hızla yayılır ve gerçekliği sorgulanamayacak kadar somutlaşır. Kaos kaçınılmazdır.
6’dan sonra tiyatro’nun kurucu ortaklarından has oyuncu Gülhan Kadim, son yıllarda büyük başarıyla giriştiği yönetmenlikle yetinmeksizin ‘Yan Dünya’ ile sağlam bir yazar olduğunu da kanıtlıyordu. Müthiş keyifli, bilimkurgudan çok, güncel absürde göz kırpan akıcı, hiç aksamayan metninin absürt tadını, Timur Kırışman / The Kulüp Vintage’in nefis kostümleri daha bir belirgin kılıyordu. Oyuncu yönetimi kusursuz, özellikle Ayşegül Uraz ile Meriç Rakalar’ın, akılları her an sekste olan çift yorumları müthişti.
‘Yan Dünya’ güldürünün alt katmanında günümüz dünyasının çığırından çıkmışlığını hınzırca eleştiren, her türlü sıkıntıya ilaç gibi gelecek müthiş bir eğlencelikti.
Ölümün Tersi Arzudur
Engin Alkan’ın yazdığı, yönettiği ve başkişisini canlandırdığı ‘Ölümün Tersi Arzudur’, Kadıköy Emek Tiyatrosu’nun yeni projesiydi. Tennessee Williams’ın ünlü oyunu ‘A Streetcar Named Desire / Arzu Tramvayı’nın olay örgüsünü ve çoğu repliklerini içeren metin, uyarlamayı aşan, usta işi bir yeniden yazımdı. Yazar, yönetmen, oyuncu olarak çok başarılı bir iş çıkaran Alkan’ın iki saati aşkın oyunu, dramaturgi ve oyun akışı bakımından zorlayıcı bir iki bölüm dışında temposu hiç aksamayacak düzeyde akıcıydı.
Williams’ın günümüzde kendi eşcinselliğiyle çok daha barışık olacağını, oyunu yenilerde yazaydı, hayatın sillesini yemiş, kırılgan, sevgi arayışında başkarakterini bir kadın değil, kendi yansıması, alter egosu bir erkek olarak var edeceğini düşünen Alkan, özgün metnin başkişisi Blanche Dubois’yı Deniz’e dönüştürmüş. Bu parlak fikir, günümüzde hâlâ eşcinsel=öteki olmanın sorun olduğunu açığa çıkarırken, görünümde ayrı, temelde aynı iki ötekileştirmeyi de karşı karşıya getiriyordu. Öğrencilerini kutsal gören edebiyat öğretmeni Deniz, onlardan birini taciz ettiği iftirasına ‘gey’ olduğu için maruz kalmış, mahkemece aklanmasına karşın işinden olmuştu. Almancayı ana dili, Türkçeyi hafif aksanlı konuşan göçmenlerse, birkaç kuşak sonra bile hâlâ yabancı ve öteki sayılmaktaydı. Stanley’in Blanche’a tecavüzündeki bilinçaltı arzu ve ihtirasın ustalıkla tersyüz edilerek, homofobik Gabriel’in saldırısının bir güç ve üstünlük gösterisine çevrilmesiyse usta işiydi.
Takım Yıldızları
1984 doğumlu İngiliz oyun ve senaryo yazarı Nick Payne’in ilk 2012’de sahnelenip büyük beğeni kazanan oyunu ‘Constellations / Takımyıldızları’, alt metnine kuantum fiziği, sicim kuramı, çoklu evrenler teorisi gibi bilimsel konuları alırken, aşk, arkadaşlık, özgür irade ve ölümü keşfetmeye soyunan çok ilginç bir çalışma. İlk kez ‘Parçacıklar’ adıyla 2016’da ve 2021’de izlediğimiz oyunu Kemal Kayaoğlu ile Özge Erdem, özgün adının Türkçe tam karşılığıyla, Kemal’in çevirdiği, Özge’nin yönettiği bir ekip çalışması olarak sahnelemişlerdi.
Tek bir ilişkinin olası bütün çeşitlemelerini zarif ve çekici bir dille anlatan metin, çoklu evrenlerde her an aynı olayın farklı sonuçlarının bir arada var olabileceğinin kanıtı olarak gelişir. İki sevgili, uzay-zamandaki yolculukları boyunca benzer olayları bazen aynı diyaloglarla ama farklı duygularla yaşar, bazen olay bir kişiden diğerine atlar, bir evrende yaşanan durum paralel evrende bazen taban tabana zıt, bazen de tıpatıp aynı gerçekleşir. Yaptıkları veya yapmadıkları her seçim, aldıkları veya almadıkları her karar aynı anda var olur. Ve sonsuz olasılıklar, ölüm başka seçenek bırakmayana kadar sürer…
Kemal Kayaoğlu ile Özge Erdem, bu çok sağlam metni, parçaları aynı ya da çok benzer bir yapboz gibi önce şaşırtıp karıştırarak, sonra da en ince ayrıntılarına kadar açarak izleyiciye yudum yudum içirdi. Sezonun izlenmeyi en çok hak eden işlerindendi.
Balina
1981 doğumlu Amerikalı oyun yazarı Samuel D. Hunter’ın yazdığı ‘Balina’, hayatının aşkı Alan’ın intiharının ardından evine kapanan, girmiş olduğu depresyonu bitmek tükenmek bilmeyen bir tıkınma ile baskılamaya çalışan, 300 kiloluk obez eşcinsel Charlie’ye odaklanıyordu. Bildik konusundan pek etkilenmediğim, iki başkişisi arasındaki bağlantının Herman Melville’in ünlü romanı ‘Moby Dick’ üzerinden verilmesini zorlama bulduğum oyunu yönetmen İbrahim Çiçek’in veda, bencillik, yalnızlık, özlem, utanma üzerinden hassas, her an kırılabilir insanların hikâyesi olarak ele almıştı. Metnin boşluklarını çok sağlam bir reji ve oyuncu yönetimiyle aşmıştı, Özellikle Enis Arıkan’ın Oscar’lı Brendan Fraser’i aratmayan Charlie yorumu olağanüstüydü; müthiş komedyen Şebnem Bozoklu dramatik rollerde de ne kadar başarılı olduğunu kanıtlıyordu. Helin Kandemir ve Emin Evirgen ana-kız olarak çok iyiydiler. Yağız Can Konyalı, her çözümü katı Hıristiyan inançlara bağlar gibi görünen ikincil karakter Mormon Tom’u ustaca öne çıkarıyordu.
Nifas
Şirin Öten’in yazdığı ‘Nifas’, 2015’te Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali kapsamında okuma tiyatrosu olarak yönetildikten sekiz yıl sonra MaaPerform tarafından sahneye taşınıyordu. Erdal Baran Şahin’in yönettiği oyunda Şirin Öten, değil Türk, dünya tiyatrosunda bile pek ele alınmamış bir konuyu, postpartum (doğum sonrası) depresyonu ele alıyordu. Motivasyon eksikliği, değersizlik hissi, karamsarlık, mutsuzluk, gibi duygulara yatkın kimi kadınlarda, gebelik ve doğum döneminde yaşanan zorlanmaların depresyona dönüşmesi, yeni doğum yapmış bir kadının anneliğe alışmakta yaşadığı sorunlar üzerinden ele alınıyordu. Toplumun annelik algısına yabancılaşmış genç kadının Asperger sendromlu eşinin desteğiyle bebeği kabullenme çabaları beklenmedik bir krize dönüşüyordu...
Ayrıksı konusu için bile izlenmeye değen oyun çok iyi sahnelenmişti; Burcu Gölgedar, Şirin Öten), Umay Anadolu Kaboğlu ve Süreyya Bursa ekibinin oyunculukların çok başarılıydı.
Önemli Not: İzlediğimde çok beğendiğimi belirtmiş olduğum ‘Tebdil’, ‘Finito. Yallah. Kış Kış. Love You’, ‘Kardeşlerimi Arıyorum’, ‘Caligula Suikastı’ gibi oyunları, sezonun neredeyse sonlarında prömiyer yaptıklarından ve onlardan önümüzdeki sezonun oyunları olarak tekrar söz edeceğimden bu yılın “en iyiler” seçkisine almadım.