Çinli usta Zhang-Ke Jia ´Akıntıya Kapıldım´da değişim geçiren ülkesi Çin üzerine, kariyerindeki filmlerden referanslar vererek yeni şeyler söylüyor. 38 yaşındaki Payal Kapadia, 30 yıl aradan sonra ülkesi Hindistan´ı Cannes´da temsil ettiği ´Işık Olarak Hayal Ettiğimiz Her Şey´ ile yarışmanın ikincilik ödülünü kazanma başarısını gösterdi.
KIRILGAN BİR AŞKIN ANATOMİSİ
Kırılgan bir aşkın anatomisi olarak özetlenebilecek ‘Akıntıya Kapıldım / Feng Liu Yi Dai / Caoght by the Tides’da Zhang-Ke Jia kariyerindeki filmlerden referanslar vererek, değişim geçiren Çin üzerine yeni şeyler söylüyor. Zhang-Ke Jia, hayatının kadın kahramanının aşk hikayesini takip ederek, tüm filmlerini ve değişimin sancılarını çeken bir ülkenin 25 yıllık tarihini kapsayan eşi benzeri görülmemiş bir film destanı sunuyor. Filmin başrollerini Jia’nın fetiş oyuncusu, aynı zamanda eşi Zhao Tao ile ‘Günahın Dokunuşu / A Touch of Sin’den sonra tekrar bir araya geldiği Zhubin Li paylaşıyor.
Filmin ‘Başıboş Nesil’ anlamına gelen “Feng Lui Yi Dai”, Çin’in son 20 yılını simgeliyor. Datong şehrinde başlayan film, yönetmenin doğduğu Shanxi eyaletinde devam ediyor. Burada aşk hayatlarını karaoke şarkılarıyla dile getiren kadınlar, her an kavgaya hazır gençler, iş bulma kaygısını yaşayan erkekler yaşıyor. Duygu yüklü sinema diliyle Zhang-Ke Jia, belgesel, melodram, müzikal komedi gibi çarpışan türlerden destansı bir filme can veriyor. Deneyimli yönetmen mizansenine Çin üzerine arşiv görüntüleri videolarıyla destek veriyor. Çin’in teknolojik gelişme ile yaşadığı değişimi belgesel tadında ekrana taşıyan film, dünyamızın insanlıktan uzaklaşması endişesine de değiniyor.
“Gerçekçiliğin estetiği ustası” olarak adlandırılan Zhang-Ke Jia, son 20 yılda müthiş değişim yaşayan bir nesle, son filminde işçi sınıfı üzerinden yaklaşıyor. Çinli yönetmen, geçmiş filmlerinin tamamını gözden geçirerek, daimi kahramanı Quiaqiao’nun romantik kaderine destansı bir bakış sunuyor. Derin bir dönüşüm geçiren bir ülkenin 21 yılını kapsayan film, günümüz Çin’inin yaşadığı duygusal ve sosyal değişimleri masaya yatırıyor. Film Kuzey Çin’in Sichuran kentindeki karmaşık bir evlilik üzerinden 2000’lerin ilk 20 yılına değişik bir bakış açısıyla yaklaşıyor.
Film Quioqiao ile Guao Bin’in 2000’li yılların başlarından günümüze kadar Çin’de geçen kalıcı ama kırılgan aşk hikayesini anlatıyor. Aşık ikili, birbirlerine şarkı söyleyip dans ederek yaşadıkları şehrin sunduğu her şeyin tadını çıkarıyorlar. Çinli kadın, refah dolu Bele Epoque’u şarkı ve danslarla kutlayan, sessiz bir hayat sürmekteyken hayatının şokunu yaşar. Günün birinde Guao Bin şansını Datong’dan başka bir yerde denemek için hiçbir haber vermeden yola koyulur. Bir süre sonra çaresiz Quioqiao onu aramak için bir yolculuğa çıkmaya karar verir. Gizemli bir şekilde ortadan kaybolan sevgilisini bulmak amacıyla genç kadın bilinmezlerle dolu yolculuk macerasında Guao Bin’e ulaşmak için her türlü güçlüğü yenmekte azimlidir.
Bu duygu yüklü film Çin hakkında görmeye alışık olmadığımız şeyler söylüyor. Zhang-Ke Jia tarzına sadık kalarak titizlikle hazırlanmış görüntülerin karışımı içinde müthiş bir anlatı alışkınlığına sahip olduğunu kanıtlıyor. Cannes Festivali Direktörü Thierry Frémaux filmi “Yolculuğu değerli kılan bir dizi karakter aracılığıyla modern Çin’i anlatıyor” diye takdim etti. COVID pandemesinden bu yana yurt dışına ilk seyahatini yapan Zhang-Ke Jia, Avrupa film festivallerinin gözdesi bir yönetmen. 54 yaşındaki Jia, 2006’da ‘Natürmort / San Zia Hao Ren’ ile Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan Ödülü, 2013’te ‘A Touch of Sin’ ile Cannes Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı. Çinli yönetmen Cannes’a ‘Plaisirs İnconnus / Ren Xiao Yao’ (2002), ‘24 City / Er shi si Cheng ji’ (2008) ve ‘Au-dela des Montagnes / Shan he gu Ren’ (2015) filmleriyle katılmıştı. Jia 2018’de ‘Ash is the Purist White / Jiang Hu Er Nu’ filmindeki Fransız görüntü yönetmeni Eric Gautier ile son filminde de çalışmayı sürdürüyor.
—————————————————
CANNES’DAN BÜYÜK ÖDÜLLÜ HİNT FİLMİ
Cannes Film Festivali her ufuktan yenilikçi ve kışkırtıcı sinema eserlerini keşfetme ve sergileme becerisiyle ünlü. Festival bu yıl Hintli yönetmen Payal Kapadia’nın dramatik filmi ‘Işık Olarak Hayal Ettiğimiz Her Şey / All We Imagine As Light’ı ana yarışmaya dahil ederek, izleyicileri son derece insani ve görsel olarak büyüleyici bir hikayenin içine çekti. Bundan etkilenen jüri heyeti, Kapadia’nın eserine festivalin ikincisine verilen Grand Prix Ödülü’nü layık görerek bu ananeyi sürdürdü. Senaryo yazarı, yönetmen, 38 yaşındaki Payal Kapadia’nın filmi, yaklaşık 30 yıl sonra Cannes’a katılan ilk Hint filmi oldu. Bu ülkenin son olarak Cannes’da yarışan filmi, Shai N. Karun’un ‘Swahami’si (1994) olmuştu.
Kadın kahramanların üzerinden duyarlı ve samimi filmleriyle tanınan Kapadia, bu son filminde dayanışma, kardeşlik, erkeklerin egemen olduğu dünya temalarını ustalıkla, duyarlılıkla işliyor. ‘Işık Olarak Hayal Ettiğimiz Her Şey’ kadınların verdikleri eşitlik ve özgürlük mücadelesinin perdede hakkını veriyor. Bu duygusal dramaya Kapadia beğenilen bir giriş yapıyor; kadınların güçlendirilmesi ve sosyal dinamikler temalarını geleneksel normlara meydan okuyan bir duyarlılık ve derinlikle keşfediyor. Film Hintli yönetmenin zorlayıcı ve karmaşık bir hikaye anlatıcısı olarak yeteneklerini sergilediğini ortaya koyuyor.
Hindistan’ın batısındaki kalabalık Mumbai şehrinde (eski Bombay) görücü usulüyle evlendirilmiş hemşire Prabha, aşkını yaşamak için gizli bir yer bulmak isteyen genç oda arkadaşı Anu ile birlikte yaşamaktadır. İlki romantik ve mütevazidir, ikincisi ateşli ve iddialıdır. Prabha kayıp erkeğinin ardından yeni bir aşk bulmak için, Anu ayrı dinden bir genç erkekle ilişki kurma yolunda, özgürlük kazanmanın yolunu bulacaktır. Birlikte bir sahil kasabasına kaçarlar. Bu cennet gibi, ama karmaşık ortamda özgürlüklerini ve özerkliklerini keşfederler. Uzun süredir görüşmediği kocasından beklenmedik bir hediye alan Prabha, keşfettiği mistik tropikal ormanda rüyalarının gerçekleşeceğine inanır.
Ananelere bağlı Probha ile bağımsızlığına düşkün Anu, özgürleşme konusunda yol almak için, kişiliklerine uygun formülü bulacaktır. Payal Kapadia’nın sağnak yağmurlu Mumbai’sinde, insanlar çalışmak için civar bölgelerden geldiği bu devasa şehirde birbirlerini tanımadan iç içe yaşar. Şehir halkının yakınlaşma çabası yoktur ancak çizgi dışı bir davranış anında dikkat çeker; başka ülkelerde de olduğu gibi Hindistan halkı büyük kentlerin yalnızlığını yaşar, gençlerin beklentisine cevap vermez. Günlük hayatın karmaşası içinde, Hintli yönetmen iki hemşire kahramanı üzerinden filme adını veren ‘ışığa’ ulaşmaya çalışır. Filmin arzulanan sosyal toplum ütopyasına duyulan öfkeyi cesur bir dille işlediği söylenebilir. Ancak teknik yönden film çok ilkel; gece sekanslarında kararan ekranda olup bitenleri anlamakta zorlandım.
Filmin genç yönetmen ve senaryo yazarı Payal Kapadia 1987’da Mumbai’de doğdu. İlk kısa metrajlı, dört filminin en ünlüsü ‘Afternoon Clouds’tur (2017). İlk uzun metrajlı filmi ‘Hiç Bir Şeyin Bilinmeyen Gecesi / A Night of Knowing Nothing’ (2021) mektuplar aracılığıyla anlatılan, rüyalar, anılar, fanteziler ve kaygılarla ilgili bir çalışma. Kapadia’nın tahsilini yaptığı yıllara odaklanan bu film Cannes’da Yönetmenlerin 15 Günü bölümünde belgesel dalında Altın Göz Ödülü’nü kazandı. ‘Işık Olarak Hayal Ettiğimiz Her Şey’de geleneklerine bağlı ve sessiz Prabha rolünü oynayan Kani Kusruti, ‘Biriyaani’ filmiyle ödüller kazanmıştı. Bağımsızlığına düşkün Anu’yu canlandıran Divya Prabha geçen yıl ‘Family’ dramasında kendinden bahsettirmişti.