Geçen tiyatro mevsimine genel bakış 1

Pandemiyle, başta bağımsız tiyatrolar olmak üzere, en büyük şiddetle kapalı alanlarda sanat yapan kurumları vurdu. Pandeminin ardından toparlanma süreci müthiş elverişsiz ve zahmetli oldu. Zaten her türlü yönetim desteğinden yoksun, pandemide de hiç yardım alamayan ödeneksiz tiyatroların bir kısmı kapanırken, geri kalanları da yaşam savaşını müthiş zor koşullarda vermeye çabaladı. Kısmen çevrimiçi sürdürülen 2021-2022 ile tam açılmanın gerçekleştiği 2022-2023 sezonları sanat yapmaya çalışırken ayakta kalabilme yılları oldu. 2023-2024 sezonunu pandemi sonrası tiyatronun tam olarak yapılabildiği ilk sezon olarak görmek gerektiğinden bu önemli dönemden biraz daha söz etmek istiyorum.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
28 Ağustos 2024 Çarşamba

Yılın en önemli olaylarından biri, Ataşehir’de kurulduğundan beri kapalı gişe oyun, konser ve stand-up gösterileriyle çok önemli bir sanat merkezine dönüşen DasDas’ın, sezona İO Uluslararası Tiyatro Festivali ile girmesiydi. Anadolu yakasının bu ilk uluslararası etkinliği, ulusal ve uluslararası tiyatro, dans ve performans yapımlarının yanı sıra, çeşitli sanatçılarla atölyeler, topluluk ve sanatçılarla söyleşiler, farklı kültürlerden yeni metinlerin yer aldığı okuma tiyatrolarından oluşan bir programla karşımıza çıkıyordu.

Festivalin programı, proje direktörlüğünü uluslararası tiyatro arenasında benzersiz ilişkileri olan Doç. Dr. Leman Yılmaz’ın üstlenmesinin ne kadar isabetli olduğunun tanığıydı.

Çağdaş tiyatronun en önemli yaratıcılarından Milo Rau’nun, nefes kesici oyunu La Reprise. Histoiré Du Théâtre (I) ile başlayan festivalde, izleyiciler bilinen metinleri farklı bir sahne tasarımı ve estetiği ile mekâna taşıyan Mesut Arslan’ın ‘Gılgamesh / Gılgamış’ını, Attis Tiyatrosu’ndan, Theodoros Terzopoulos’un yönettiği ve Aglaia Pappa’yla birlikte sahnede olduğu ‘İo’yu, 1958 Beyrut doğumlu ünlü Lübnanlı aktivist performans sanatçısı Hanane Hajj Ali’nin ‘Jogging’ adlı tek kişilik gösterisini seyretme fırsatı buldu. İO Festivali sezonu, Macaristan’ın önde gelen dans gruplarından Yvette Bozsik Dans Topluluğu’nun Sartre’ın ‘Huis clos’ oyunundan esinlenerek sahnelediği, dans tiyatrosu ‘Soirée’ ile kapamıştı.

Yerli toplulukların çalışmalarına gelirsek, pandeminin hemen ardından gelen açılmada tek veya iki kişilik oyunlar öne çıkıyordu. Bunun sebebi bir yandan maddi sorunları olan toplulukların henüz büyük yapımlara kalkışacak gücü olmayışı, diğer yandan da henüz tam olarak aşılamamış bulaşma tehlikesinin en aza indirgenme çabası idi. Tabii ki bu monodrama enflasyonu sonucunda nicelik artarken nitelik de azaldı. Geleneksel tiyatromuzdan alışık olduğumuz tek kişilik oyunlar 2023-2024 sezonunda da sahnelenmeyi sürdürdü. Ancak izlediğimiz bir düzine kadarının en az 6-7’si çok düzeyli çalışmalardı.

HER DAİM SHAKESPEARE

Sezonun daha kalabalık yapımlarında birçok klasik oyunun yeniden sahnelenmesine gidilmiş, çoğunda metnin özüne sadık kalınsa da günümüze uygun biçimde uyarlanmalar yeğlenmişti:

Olga Helen Bach’la, Thomaspeter Goergen, ‘Titus Komplex’de, Shakespeare’in aşırı zorbalık ve şiddet içeren ilk trajedisi ‘Titus Andronicus’un karakterlerini, buhranlara ve nümayişlere teslim olmuş absürt yüzyılımızın tam ortasında yeniden canlandırmışlardı. DasDas’da, dekor ve kostüm tasarımlarını da üstlenen Berlin Kreuzberg doğumlu Ersan Mondtag’ın yönettiği bir üstün yapım olarak sahnelenen oyunda hırsızlığın, ihanetin, sapkınlığın, yamyamlığın hikâyesi, her şeyin vahşi kapitalizmin mezbahasında alınıp satıldığı müteahhitlerin ve sığır tüccarlarının dünyasında, günümüz diliyle anlatılıyordu. ‘Titus Komplex’de Shakespeare’in özgün canavarca finali değiştirilmiş, çağımızın acımasız iş dünyasıyla uyumlu daha da ürkünç bir biçemde, onca vahşet ve cinayetin ardından anlatı can düşmanların çıkar amaçlı ittifakıyla sonlandırılmıştı.

Her sezonda yeni bir Shakespeare sahneleyen Moda Sahnesi, ustanın kadın düşmanı yorumunu ustalıkla tersyüz eden ‘Şirretin Evcilleştirilmesi’nin ardından, saçma sapan bir kanıt yüzünden değil, özgüvensizliğiyle karısının sadakatsizliğine inanan, ilkel, vahşi ve arabesk ‘Othello’sunun karşısına, nefret bile etmediği ‘Mağribi’nin zayıf, kararsız, layık olmadığı yere getirilmiş olduğu için yok edilmesi gerektiğine inanan, akıllı, kurnaz, manipülatif, neredeyse sempatik bir İago çıkarıyordu.

Shakespeare’in oyununu ‘Öteki Venedik Taciri’ olarak uyarlayan ve yöneten İsmail Sağır, radikal bir kararla Yahudiliğini geriye çekip Shylock’u Yabancı olarak göstererek önyargı ve ayrımcılığın adaletsizlikle nefreti nasıl büyüttüğünün altını çiziyordu. Özgün metnin kendi dönemi için normal sayılabilecek finalinin iticiliğini yok eden etkileyici prolog, başarılı güncelleştirmesinin son adımıydı.

Oyun Atölyesi sezona, absürt tiyatronun esas öncüsü Eugène Ionesco’nun, yazılışından 70 küsur yıl sonra hâlâ tazeliğini ve çarpıcılığını koruyan La cantatrice chauveuyla giriyordu. Hak ettiği adıyla ‘Kel Diva’ olarak sahnelenmesinde, metnin dokunulmazlığı yerine, yazının özüne sadık kalma yeğlenmiş, herkesin durmaksızın konuşarak hiçbir şey anlatmadığı replikler kimi zaman aynen korunurken, kimi zaman da çağcıl absürde uydurulmaktan çekinilmemişti. Ekranlardaki bilgisayar destekli konuşmalar, Bay Smith’in elindeki tablet, Martinlerin sürekli oynadıkları cep telefonları ile anakronik bir “uyumsuzluk” da yaratılmıştı. Günümüze çok daha yakışan farklı finali, sanırım ki izleyebilseydi, en çok Ionesco’nun hoşuna giderdi.

Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda Engin Alkan’ın yazdığı, yönettiği, başkişisini canlandırdığı ‘Ölümün Tersi Arzudur’, Tennessee Williams’ın ünlü oyunu ‘A Streetcar Named Desire / Arzu Tramvayı’nın olay örgüsünü ve çoğu repliklerini içerse de uyarlamayı aşan, usta işi bir yeniden yazımdı. Williams’ın günümüzde eşcinselliğiyle çok daha barışık olacağını, oyunu bugün yazaydı, başkarakterini kadın değil, kendi yansıması, alter egosu bir erkek olarak var edeceğini düşünen Alkan, başkişisi Blanche Dubois’yı Deniz’e dönüştürerek günümüzde hâlâ eşcinsel=öteki olmanın sorun olduğunu da açığa çıkarıyordu.

 

MARTI’NIN YENİDEN YAZIMI

Çehov’un ‘Martı’sının sonunda, yazar olmak isteyen, döneminin tutucu ve kalıplaşmış bakış açısına karşı çıkarak yeni anlatı biçimleri araştıran genç Treplev, toplumun sanatçı karşısında ikiyüzlülüğüne, ailesinin vurdumduymazlığına, aşk ilişkilerinin çürümüşlüğüne dayanamayarak intihar eder. Başak Kıvılcım Ertanoğlu ile Ümit Erlim, yılın en şaşırtıcı ve etkileyici sürprizi ‘Treplev’de, genç adamın intiharından hemen sonra başlattıkları öyküyü ölmüş ama ölü olmayan başkişisinin ağzından anlatıyorlardı. Birlikte oluşturdukları metin, Çehov’un ünlü oyununun bir uyarlaması değil, 1895’te yazılmış Martı’ya günümüzden bakan, özgün, parlak ve yaratıcı bir yeniden yazımdı.

Farklı bir uyarlama da pandemi öncesi kurulan, çevrimiçi oyunlarla yaşam savaşı veren, açılış sonrasında gerek kendi yapımları, gerek kurucusu ve Genel Sanat Yönetmeni Aytekin Atabey’in titizlikle seçtiği misafir oyunlarla Anadolu yakasının en ‘seçkisine güvenilir’ tiyatrolarından biri olarak isim yapan Boa Sahne’den geliyordu. Şair, gazeteci, oyuncu çevirmen Ülkü Tamer’in resmi tarihin dayatılan baskısını hınzırca kıran ‘Tarihte Yaşanmamış Olaylar’ını pandemide okuyan Emrah Eren, Aytekin Atabey’e metni oyun yapmayı teklif ettiğinde Atabey, hikâye anlatıcılığı olarak değil, çadır tiyatrosu mantığıyla sahnelenmesi gerektiğini belirterek onaylamıştı. Geleneksel tiyatroyu çok iyi bilen, gölge tiyatrosu dâhil tüm geleneksel seyirliklere göz kırpan Emrah Eren Çadır Tiyatrosu duygusunu ustalıkla yakalıyor, gencecik ekibinden benzersiz bir performans elde ederken, tuluatın benzersiz doğaçlama tadını da hissettiriyordu.

Yönetmeni Kayhan Berkin ve Dramaturgu Ferdi Çetin radikal bir karar vererek, Antoine de Saint Exupéry’nin her yaşa hitap eden benzersiz masalı ‘Küçük Prens’i teatral karşılığını birebir yansıtarak sahnelemişlerdi. Çok başarılı dekor, kostüm çalışması ve dört dörtlük oyunculuklar metnin büyülü dünyasını ustalıkla yansıtıyordu,

İBBŞT’nin Lev Tolstoy'un dev eseri ‘Savaş ve Barış’ın görkemli uyarlamasını da unutmayalım. Makedon yönetmen Aleksandar Popovski’nin geçmişten günümüze bakarak, çağcılla klasiği ustalıkla iç içe geçirdiği sahnelemesi, ‘epik’ göndermeler içeren tempolu yönetimiyle 200 dakikalık süresine karşın sarkmayan, ilgiyle, sıkılmadan izlenen bir çalışma olmuştu.  

Sezonun bir diğer ilginç oluşumu da tiyatronun mekân dışına çıkmasının giderek normalleşmeye başlamasıydı. Bu konuya önümüzdeki hafta devam edeceğim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün