Yeni yüzyıl düşünürlerini meşgul eden önemli konulardan biri küreselleşme şüphesiz. Yalnız ekonomilerin, savunma ihtiyaçlarının, iletişimin küreselleşmesinden söz etmek yetmiyor. Terörün, otokrasilerin, her tür kaçakçılığın da küreselleşmesini yaşıyoruz.
Yeni yüzyıl düşünürlerini meşgul eden önemli konulardan biri küreselleşme şüphesiz. Yalnız ekonomilerin, savunma ihtiyaçlarının, iletişimin küreselleşmesinden söz etmek yetmiyor. Terörün, otokrasilerin, her tür kaçakçılığın da küreselleşmesini yaşıyoruz. Yüzyıla 11 Eylül saldırılarıyla başladığımızda ezberlerimiz bozulmuş, dünyanın nereye savrulabileceği hakkında kararsız, korku dolu öngörülerde bulunuyorduk.
Başarıyı ya da başarısızlığı bölgesel olarak yaşamak artık mümkün değil. Dünyanın bir ucunda yaşanan bir depremin veya bir kentte vukuu bulan sokak hareketinin; kıtaların birindeki kuraklığın tetiklediği açlığın veya kabile savaşlarının global etkilerinin, suya atılan taş misali dalga dalga yayılmasını, yıllar üzerinden izlemek ilginç. Gerçi ilerleme o denli ağır ki, genelde bunun farkına varılması için uzun zaman geçmesi gerekiyor. Ancak, sürecin ağır olması yıkıcılığına gölge düşürmüyor. Bugünün olumsuzlukları geleceği ipotek altına alıyor.
Çevre ile iklim konuları da küresel nitelikte bir sorunlar zinciri. Özellikle gelişmiş ülkelerin kamuoylarında karşılık bulan bu meseleler ile ilgili “çok laf az iş” üretiliyor desem yanlış olmaz. Devletler topluluğu bu zincir konusunda ortak paydada buluşamadı bugüne dek. İçinden geçtiğimiz dönemin sıkıntıları o kadar derin ki bu problemi çözmeye yönelik adımlar bir türlü öncelik skalasında baş sıralara çıkamıyor. Çıksa da o denli büyük maliyetler söz konusu oluyor ki bunları karşılamak kısa vadede mümkün olmuyor. Özellikle AB’nin angajmanlarının, vadeler yaklaştıkça hayal olduğunu fark etmek, geleceğe umutla bakmak isteyen insanın canını sıkıyor. Politik bir romantizm ile mi, yoksa irrasyonel kararlarla mı imza atılmıştı o hedeflere?
Hayatın dondurucuya girdiği pandemi dönemi ise, sosyal – ekonomik – psikolojik etkisini daha uzunca bir süre devam ettireceğe benziyor. Yüzyılın ezber bozan ikinci vakası oldu COVID-19 ve insanın çaresizliğinin altını kalın hatlarla çizdi. Çizdi çizmesine de bunu toplumsal fayların kaşınması için fırsat bilenlerin usta manevraları ile, işler içinden çıkılmaz hale geliyor. Aşı tepkisi, bunun etrafında oluşan komplo teorileri, sokak hareketlerine varan gösteriler veya otokratik yapıların halklarına - onları pandemiden sakınma adına - dayattığı faşizan yöntemleri yaşadık, gördük!
21. yüzyılın yaşattıklarını üç sözcükle özetlemek gerekse önünüzdeki kağıda yazacaklarınız ne olurdu? Kendi adıma, çok düşündüm, birkaç kez bu satırları yazdım, sildim. Onlarcası içinden üç tanesini çekip almak hiç de kolay olmadı. Yine de çok emin olmamakla beraber, “terör/savaş”, “iletişim/propaganda”, “açlık/iklim” diye yazdım, sıralamasını önemsemeden. “Göç/mültecilik”, “kutuplaşma/küreselleşme” gibilerini de hemen arkalarına taktım, mızıkçılık yaparak.
Kanadalı iktisatçı, akademisyen Jeff Rubin’in Mayıs 2024’te yayınlanan ‘A Map of the New Normal’ başlıklı kitabını okurken aldığım notlardan yola çıkarak toparladığım fikirlerim, tanık olduğumuz dönemin kendimce bir özeti. Rubin, kitabının giriş bölümünde şöyle bir tespitte bulunuyor:
“Dünya değişiyor. Değişim bugünden yarına olmayacak, ancak yeteri kadar hızlı ve kararlı. Ve kesinlikle bunu kontrol edemiyoruz. Yıllar önce yapılan seçimler, alınan kararlar bugün hiç beklemediğimiz sorunları, hiç beklemediğimiz yerlerden karşımıza çıkartıyor. Hükümetlerimiz, devletler, büyüklükleri ne olursa olsun şirketler, bankalar, kısaca düzen yeni durumları yönetemiyor. Uzun süredir iyi olarak kabul edilen politikalar şimdi kötü olabiliyor. Karlı göründüğü için tercih edilen yatırımlar kötü sonuçlara evriliyor. Hasımlar dost, dostlar hasım olabiliyor. Kendimizi sakındığımız yönün aksi istikametinden gelen tehlikelere karşı kendimizi savunmasız hissedebiliyoruz. Dolayısı ile olayların bizi nereye sürüklediğini anlatacak ve yeni bir referans noktası sağlayacak, bir ‘yeni normalin haritasına’ ihtiyacımız var…” (Giriş - The Fog of War s.3)
Bu denli büyük değişikliklerin ve kalkışmaların ortasında, kısa süre öncesine dek kesin gözü ile baktığımız reçetelere bağlı kalmamız artık olanaksız. Sistem değişti. Küreselleşmeden bağımızı koparıp koparamayacağımız toplumların şu anki kodlarında saklı. Ticaret, kültür alışverişi, turizm, insanları ve toplumları birbirine yakınlaştıran kozları elimizin tersi ile itecek miyiz? Birbirimize savaş açıp ambargolar mı koyacağız. Dünyayı yeniden kutuplara mı ayıracağız? Yeni düzen içindeki yerimiz ne olacak? Esas itibarı ile her geçen gün, bizi bekleyen ‘yeni’ hakkında ipuçları önümüze seriliyor. Farkında mıyız?
Etrafımızı çevreleyen tüm belirsizliklere rağmen, kesin olan bir şey var: Eski düzene bir daha dönüş olmayacak. Her alanda yeni bir denge noktası oluşacak. Kiminin hoşuna gideceği, kiminin kendini hiç rahat hissetmeyeceği bir ‘yeni’ içinde savrulmadan yol alabilmek en büyük başarımız olacak.
22 Mart 2023’te Çin Başkanı Xi Jinping ile Rusya lideri Vladimir Putin arasında geçen bir sohbet ile toparlayayım bu derin konuyu…
Xi: “Şu anda son yüz yılda yaşanmayan değişikliklere tanık oluyoruz ve bunları birlikte yönetiyoruz…”
Putin: “Katılıyorum.”