•Hamas, bu savaşı başlatırken nihai siyasi hedefini “Nehirden denize kadar Filistin özgür olacak (Form River to sea, Palestine will be free)” olarak ilan etmiştir. Bu “Filistin devleti, Şeria nehrinden, Akdeniz´e kadar uzanır” anlamına gelir. Bu bölge bugünkü İsrail´i de kapsamaktadır. Hamas için çözüm Arapların yönettiği içinde tercihan tek bir Yahudi yaşamayan tek bir “Filistin Devleti” kurmaktır. Hatta kalıcı çözüm için tüm Yahudilerin denize dökülmesi gerekir diyenler de vardır. Bugün revaç bulan ama bu sefer İsrail´in kabul etmediği iki devletli çözüm, bir zamanlar İsrail tarafından önerilmişti. Türkiye bu sorununun çözümüne nasıl katkım olabilir diye düşünürken evvel emirde “Panislamizm”den vazgeçmeli ve İsrail´i anlamaya çalışmalıdır. Bir tarafın tezini körü körüne benimsemiş olanlar, barışa değil ancak savaşa katkı yapabilir. Bu bölgede Araplar ne kadar kalıcı ise İsrail de o kadar kalıcıdır. İsrail ile dostane ilişkiler, Türk ekonomisine en az Araplarla ilişkiler kadar yararlıdır. Yarın Filistinliler dahil tüm Araplar, İsrail ile anlaşır. Düşman diye ortada tek biz kalırız. •EGE CANSEN - Sözcü
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Bazıları buralara İsrail hükümetinin sağladığı destekler nedeniyle taşınıyor. Burada ev fiyatları daha ucuz ve bu sayede daha yüksek bir yaşam kalitesine daha ucuza ulaşabiliyorlar.
Yerleşimlere dindar topluluklarda yaşamak için taşınanlar da var. Bu aşırı dinci gruplar Tanrı'nın kendilerine bu topraklara yerleşme izni verdiğine inanıyor.
Yerleşimci toplulukların üçte biri ultra-Ortodoks Yahudilerden oluşuyor. Bu aşırı dindar topluluklar genellikle kalabalık ailelere sahipler ve daha alt gelir grubunda yer alıyorlar. Bu nedenle devlet desteği ile artan yaşam kalitesi buraları tercih etmelerine neden oluyor.
Yerleşimciliğin bir ideoloji olduğuna inanan gruplar da var. Onlar bu bölgelerin Yahudi toprağı olduğuna inanıyor ve yerleşimleri hak olarak görüyor.
Batı Şeria'daki yerleşimciler İsrail kamu hukuku kuralları içinde yaşıyor, kendi yolları ve ulaştırma hatları bulunuyor. Ancak bölgedeki Filistinliler İsrail askeri yönetimi altında yaşamak zorunda bırakıldılar. Hareket ederken askeri kontrol noktalarından geçmek zorunda kalıyorlar.
Bölgede yerleşimcilerin Filistinli sivilleri hedef aldığı çok sayıda ölümlü saldırı kayda geçti.
ABD yönetimi, Filistinlilere yönelik yerleşimci şiddetinin artması sonrası bu yılın Ağustos ayında İsrailli yerleşimcilere destek amacıyla kurulan Hashomer Yosh’a ve sivil güvenlik yetkilisi Yitzhak Levi Filant'a yaptırım getirdi.
Filant, “Filistinlileri kendi topraklarında taciz etmek, saldırmak ve onları zorla kovmak için" yol barikatları kurmak ve devriye gezmekle suçlandı.
Aynı yaptırım kararında, Hashomer Yosh'un, Filistin köyü Khirbet Zanuta'yı çitle çevirerek yerinden edilmiş Filistinli sakinlerinin evlerine dönmesini engellediği de raporlandı.
ABD Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, Batı Şeria’daki yerleşimci şiddetinin “İsrail'in güvenliğine zarar verdiği, bölgede barış ve istikrar umudunu baltaladığı” kaydedildi.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c0e85yy0n84o
https://www.bbc.com/turkce/articles/cy0n3px459lo
https://birikimdergisi.com/haftalik/11838/israilde-yahudi-teroru
Robinson’un “Bu beni çok rahatsız ediyor. Gazze’de olanların yasal olarak bir soykırım teşkil edip etmediği konusunda tartışmalar var, ancak soykırım söyleminin ve konuşma noktalarının İsrail’de oldukça yaygın, kabul görmüş ve normalleştirilmiş olduğu konusunda kimsenin itiraz edebileceğini sanmıyorum. Hükümet yetkililerinden gelen çok sayıda açıklama, İsrail medyasının sadece burayı ve içindeki herkesi dümdüz etmemiz gerektiğiyle ilgili söylenen şeyler. Filistinli gençler geleceğin teröristleri ve her türlü şey. Bu düzeyde insanlıktan çıkarmanın kabul edildiği bir ortamın yaratılması çok rahatsız edici” dediğinde, “Kesinlikle senden daha iyi ifade edemezdim” diye onaylıyor. Temel gerçeğin İsraillilerin Filistinlileri eşit insan varlıkları olarak görmemesi olduğunun altını çiziyor.
Levy kendisine 18 yıldır Gazze’ye gitmesi için izin verilmediğini belirtiyor; bu savaşı anlatacak sözcüklerin bittiğini gördüğünü belirtiyor; ağlamak istediğini haykırıyor.
Hiçbir usta kalemin Robinson’un Levy ile yaptığı söyleşi metnini tam olarak özetleyerek yansıtabileceğini düşünüyorum. En iyisi mi kolaylıkla erişebilir (https://www.currentaffairs.org/news/israeli-journalist-gideon-levy-on-the-killing-of-gaza). Metni önünüze koyun, kendinize ve insanlığa saygının gereğini yerine getirin; satır aralarına özenle dalın… Gerçek bir gazeteci nasıl olunabileceğini görün. Namuslu bir kamu entelektüelinin fark ettiren özelliklerini nirengi edinin. Bir yazarın, en olumsuz koşullarda, kendi halkının orta ve uzun dönemli geleceğini güven altına almak için nasıl mücadele ettiğini anlamaya çalışın. Daha onlarca şey öğrenebilir, dersler çıkarabilir, yaşadığınız ortamı değerlendirebilirsiniz.
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/vicdanin-sesi-gideon-levy/763499
7 Ekim 2023...Zamane erkekler liginde, devletler ve devletleşen örgütler bilmem kaçıncı kaçıncı “kutsal kurtuluş” savaşlarına devam ediyorlar.
Bölgenin ‘Erkekler Ligi’nde barbar bir gruba dahil erkekler silahlarını kuşandılar, kasalı kamyonetler, paraşütler, tekneler ile İsrail'in kentlerine girdiler. Rastgele apartmanlara girip terör estirerek topladılar insanları... Sonrasında nokta atışı bombardımanlarla fırınlar, hastahaneler, okullar, etrafındaki insanlarla birlikte su kuyuları bombalanıyor... sokaklarda hayvan ve insan cesetlerinden geçilmiyor.
https://bianet.org/yazi/baris-icin-bir-ses-israilli-vicdani-retciler-299158
https://www.egedesonsoz.com/yazar/baslik/20103
Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e düzenlediği saldırılar, bu tür fonların kontrolsüzce akmasına izin vermenin tehlikelerini hatırlatıyor. Gerçekten de İsrail, ABD ve diğer batılı hükümetler Katar ve İran'dan terör örgütüne akan milyonları görmezden gelmekle kalmadılar, paranın Gazze'de istikrarı sağlamaya yardımcı olacağını düşünerek bunu teşvik ettiler. Batılı yetkililerinin son aylarda uluslararası düzenleyicileri Lübnan'da Hizbullah'la bağlantılı kuruluşların karıştığı kara para aklama ve terör finansmanına yönelik yaptırımlar konusunda çok daha agresif bir yaklaşım benimsemeye çağırmalarının nedeni bu deneyim olabilir.
Politico'ya isimlerinin açıklanmaması koşuluyla konuşan ve FATF'ın soruşturması hakkında bilgi sahibi olan yetkililer, ülkedeki kara para aklama ve terör finansmanı kanıtlarının ne kadar korkunç olduğu göz önüne alındığında, Lübnan'ın normalde kolay sonuçlanan bir dava olacağını söyledi. Ancak hem Lübnan hem de Orta Doğu'daki daha geniş dinamik işleri karmaşık hale getirdi. Öncelikle, Hizbullah'ın Lübnan'ın temel kurumları üzerindeki etkisi, merkezi hükümetin en temel uluslararası kara para aklama normlarını bile uygulayamadığı anlamına geliyor.
İsrail karşıtı gösterilere sebep olsa da medyada her gün yürek parçalayan görüntülü ve haberler yayımlansa da Gazze’de yaşanan insanlık faciası ülkemizde üzüntüden çok öfke yaratmaktadır. Eğer gerçekten bu feci duruma üzülüyor olsaydık, 7 Ekim 2023’te yaptığı kanlı baskınla, İsrail’in taş üzerinde taş bıkamayan bombardımanına sebep olan Hamas liderlerine bir çift laf ederdik. Anlaşılan, çocuklar, kadınlar ve masum siviller ölüyor; on binlerce insan sakat kalıyor, milyonlarca kişinin geleceği kararıyor diye feryat edenler “barış değil zafer” istiyor. Müstevlilere karşı “Ya istiklal ya ölüm” bizim de bir zamanlar milletçe haykırdığımız bir slogandı. Ama 1967 savaşından sonra Filistin Kurtuluş Örgütü El Fetih ile çarpışıp Gazze’de özerk bir yönetim kurmuş Hamas böyle bir tehlike karşısında değildi. İsrail esas olarak Batı Şeria’da işgalci bir yerleşim
politikası izliyordu. Sorun Gazze’de değil oradaydı.
Hamas, bu savaşı başlatırken nihai siyasi hedefini “Nehirden denize kadar Filistin özgür olacak (Form River to sea, Palestine will be free)” olarak ilan etmiştir.
Bu “Filistin devleti, Şeria nehrinden, Akdeniz’e kadar uzanır” anlamına gelir. Bu bölge bugünkü İsrail’i de kapsamaktadır. Hamas için çözüm Arapların yönettiği
içinde tercihan tek bir Yahudi yaşamayan tek bir “Filistin Devleti” kurmaktır. Hatta kalıcı çözüm için tüm Yahudilerin denize dökülmesi gerekir diyenler de vardır. Bugün revaç bulan ama bu sefer İsrail’in kabul etmediği iki devletli
çözüm, bir zamanlar İsrail tarafından önerilmişti. Türkiye bu sorununun çözümüne nasıl katkım olabilir diye düşünürken evvel emirde “Panislamizm”den vazgeçmeli
ve İsrail’i anlamaya çalışmalıdır. Bir tarafın tezini körü körüne benimsemiş olanlar, barışa değil ancak savaşa katkı yapabilir. Bu bölgede Araplar ne kadar kalıcı ise İsrail de o kadar kalıcıdır. İsrail ile dostane ilişkiler, Türk ekonomisine
en az Araplarla ilişkiler kadar yararlıdır. Yarın Filistinliler dahil tüm Araplar, İsrail ile anlaşır. Düşman diye ortada tek biz kalırız.
https://www.sozcu.com.tr/baris-icin-arabuluculuk-p78749
Savaş başladığından beri kaç bin İsrailli ülkeyi terk etti sorusunun net bir cevabı yok. Ama 7 ekime kadarki 3 ayda İsrailden çıkıp 7 ekim sonrası geri dönmeyen yarım milyon kadar kişi var. Temelli mi geçici mi bilinmiyor, temelli ise de savaş başlangıç sebebi olmayabilir.
https://x.com/FeritBelder/status/1827788827068375515
Israel savaştan daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya. Her savaşta, kötü olayda bir araya gelen halk 7 Ekim sonrası birlik olmayı beceremedi.
Sorunun kökü: Netanyahu.
Halkın yarısı Netanyahu'nun verdiği her karara karşı. İnanmıyorlar, güvenmiyorlar.
Kalan yarısı Netanyahu köprüden atlayın dese atlamaya hazır.
Netanyahu bu karşıtlıktan beslendiği için kendisini istemeyenleri duymuyor, görmüyor.
Diğer liderler de alternatif sunmuyor, umut veremiyor.
Netanyahu'nun denklemden çıkması lazım.
Netanyahu'nun siyasette olduğu her dakika Israel'i yok olmaya biraz daha yaklaştırıyor.
https://x.com/gbehiri/status/1830263405036392630
Tek kutuplu dünyada birbirleriyle aşırılıkçı politikalarda yarışan İsrail hükümetleri -ki, büyük bir kısmında Likud lideri Netanyahu aşırı sağ partilerle koalisyonlar yaparak iktidarda kaldı- bir yandan Hamas'a destek vererek Oslo Barış Süreci'ni baltaladılar; öte yandan da Batı Şeria'yı büyük ölçüde yerleşime açarak özellikle Sovyetler Birliği'nden gelen militan Yahudilerin buralara yerleşmesine izin verdiler.
Başta Amerika olmak üzere Batılı devletlerin zaman zaman yerleşimciler politikasına son verme çağrısı İsrail hükümetleri üzerinde hiç mi hiç etki yapmadı. Tınlamadılar bile…
Bu arada Hamas'ın varlığından dolayı Gazze'de ne yaparlarsa yapsınlar Arap ülkelerinin ciddi bir reaksiyon göstermeyeceği varsayımıyla hareket ettiler ki, bunda büyük ölçüde haklı çıktılar.
Fakat öte yandan başlangıçta barış sürecini bozması ve Filistin direnişinin çatı örgütü olan El Fetih'i bölmesi için destekledikleri Hamas ciddi bir halk hareketine dönüştü ve Gazze'yi tamamen kontrolü altına aldı.
Önceleri su borularından yaptığı silahlar ve füzeleri giderek geliştirerek Aksa Tufanı saldırısında olduğu gibi Tel Aviv'i vuracak menzilde füzelere/roketlere dönüştürmeyi başardı.
Kuzeyde Hizbullah ise İsrail açısından ölümcül bir savaş makinesine dönüştü. İsrail ile giriştiği hiçbir çatışmada geri adım atmayan hatta çoğunlukla İsrail'e geri adım attıran Hizbullah bugün itibarıyla Tel Aviv'in adeta korkulu rüyası haline geldi.
Elindeki füze stoku minimum elli binden başlayan Hizbullah özellikle dron teknolojisinde de epeyce ilerlemiş görünüyor.
Ayrıca İsrail'in güvenliğini sağlamak için Irak'ın istikrarsızlaştırılması İran'ı bu ülkede ciddi bir oyuncu haline getirdi.
Aynı durum Suriye için de geçerli. Yani İsrail'in güvenliğini artırmak için yapılan rejim değişikliği operasyonları İsrail'i daha güvenli hale getirmedi.
Bugünlerde kendilerini Direniş Ekseni olarak adlandıran ve İran ile çok içli dışlı ilişkileri bulunan Hizbullah, Irak ve Suriye'deki gruplar ile Yemen'deki Ensarullah hareketi İsrail'i orta vadeli bir yıpratma savaşı içinde tutuyorlar.
Bunlara son yıllarda Hamas'ın da dahil olduğunu ilave etmek gerekir. İran ve Direniş Ekseni güçleri orta vadeli bir yıpratma savaşını İsrail'in sürdüremeyeceğini düşünüyorlar ki, bu varsayım pek de yanlış sayılmaz.
Özellikle İran bir yandan nükleer silah yapmaya çalışırken öte yandan da çok kutuplu dünyada Amerika ve Batılı güçlerin bütün dünyada dengeleneceğini ve İsrail'e yapabilecekleri yardımları azaltmak zorunda kalacaklarının hesabını yapıyorlar. Bu varsayım da pek yanlış değil.
Kısacası İsrail aşırılıkçıları Sovyetler Birliği'nin dağılması ile oluşan boşluğu dolduran Amerika'nın liderliğini yaptığı tek kutuplu dünya düzeninde soykırım dahil insanlığa karşı her türlü suçu işlediler ve mantıklı/işlevsel bir iki devletli çözümün önünü tıkadılar; ancak İran'ın nükleer silah sahibi olacağı -belki de olduğu- çok kutuplu bir dünya düzeninde iki devletli çözüme yanaşmak zorunda kalabilirler ama bu defa da karşı taraf isteksiz davranabilir.
Keskin sirkenin küpüne verdiği zararı şimdilerde görmek istemeyen İsrailli aşırılıkçılar fazla uzun sürmeyen bir gelecekte o yakıcı sirkenin içinde boğulmaya başladıklarını hissetmeye başlarlarsa hiç şaşırmamak lazımdır.
https://www.fokusplus.com/odak/israil-nasil-isgal-edilebilir
Netanyahu, pazar günkü hava akını hakkında “Bu, kuzeydeki durumu değiştirme ve sakinlerimizi güvenli bir şekilde evlerine geri döndürme yolunda atılmış ek bir adım” dese de bu hamlenin evlerinden uzaklaşmış on binlerce kişinin dönüşünü ne kadar çabuklaştıracağı meçhul. Hizbullah’ın saldırı potansiyelini bitirecek kapsamlı bir savaş beklentisi içinde olan Yahudi ahali gergin ve endişeli. Hayatın felç olduğu kuzey kasabalarının sakinleri, “Kuzey her gün saldırıya uğruyor ve kimse gerçekten umursamıyor” şeklindeki şikâyetlerini sürdürüyor.
Şu var ki Hizbullah daha geniş bir alanda İsraillilerin hayatını felç edebilecek bir cephaneliğe sahip bulunuyor. İsrail her ne kadar Hamas’ın sürpriz yaptığı güney cephesindense burada daha iyi bir hazırlık içinde olsa da kapsamlı bir savaşın her iki taraf için yıkıcı olacağı aşikâr. Onca kışkırtmaya karşı Hizbullah’ın daha temkinli olduğu ve pek çok uzmana göre “tırmanış ve savaş istemediği” de ortada. Son saldırısı istediği gibi gitse de gitmese de daha sert bir tırmanıştan kaçınmak için bir çıkış yolu aradığı da.
Şu da var ki taarruz ve tahriklerine karşı İsrail’in derinliklerinde kayda değer bir zayiat vermedikçe bu eylemlerin kendi tabanında ne derece tatminkâr bulunduğu hayli şüpheli. Hizbullah’ın vaatlerinin yanına bile yaklaşamadığı Lübnan’da da genel kabul görüyor. İran destekli hareket, elbette ki stratejilerini tek başına çiziyor değil ve Tahran’ın sürece dair kaygıları sebebiyle kontrollü düşmanlık tutumunu bir müddet daha sürdüreceği söylenebilir.
https://www.fokusplus.com/odak/israil-hizbullah-kavgasinda-yeni-raunt
İsrail, sadece İsrail'in Filistinliler üzerindeki işgalini sona erdirmeyi değil, İsrail'in kendisini de yok etmeyi amaçlayan İran liderliğindeki bölgesel ittifaka karşı kendini savunmaktan başka çaresi kalmadığını öne sürüyor. İsrailli yetkililer ilk olarak Hamas ve Hizbullah'ın İsrail'e saldırarak İsrail'i karşılık vermeye zorladığını vurguluyor ve İran'ın Hamas ve Hizbullah'a verdiği desteğin İsrail'in İran'a ve onun varlıklarına saldırmasını gerekli kıldığını söylüyorlar.
Birçok İsrailli de Filistinlilerle olan anlaşmazlıklarını diplomasiyi kullanarak çözme umudunu yitirmiş durumda. Ana akım İsrail söyleminde İsrail, otuz yıl önce başarısızlıkla sonuçlanan barış süreci sırasında Filistinlilere pek çok taviz verdi ancak en iyi teklifleri Filistin liderliği tarafından reddedilmiş olarak algılanıyor.
İsrailliler sık sık 2005 yılında Gazze'den çekilmelerini İsrail'in iyi niyetinin nasıl boşa çıktığının bir örneği olarak gösteriyorlar: Hamas 2006'da parlamento seçimlerini kazandı, bir yıl sonra Gazze'nin kontrolünü rakip grup El Fetih'ten aldı ve Gazze'yi İsrail tarihindeki en ölümcül gün olan 7 Ekim baskınıyla doruğa ulaşan İsrail'e yönelik saldırılar için bir platform olarak kullandı. Sonuç olarak, Hamas gibi gruplarla bir arada yaşamak yerine İsrail'in yok olmasını isteyen gruplara karşı tek mantıklı caydırıcı unsur olarak güç kullanmayı görüyorlar.
Gazze'de muhalifler İsrail'in sivillerin yaşamına çok az önem verdiğini söylüyor ve İsrail'i soykırım yapmakla suçluyor, İsrail ise bu suçlamayı reddediyor. Lübnan'da, İran'da ve Orta Doğu'nun başka yerlerinde İsrail'i eleştirenler, İsrail'in hedef seçiminde çok kışkırtıcı davrandığını söylüyor. Örneğin bazıları İsrail'in Haniye ve Hizbullah'ın üst düzey komutanlarından Fuad Şükür'e yönelik son saldırılarını, çok fazla kırmızı çizgiyi aşan ve İran ve vekilleriyle nispeten kontrollü bir savaşı kontrolsüz bir felakete dönüştürme riski taşıyan sorumsuz müdahaleler olarak gördü.
Daha genel olarak İsrail, yirmi yıl önce Filistinlilerle bir barış anlaşması yapmayarak içinde bulunduğu çıkmazı kendi başına açmakla da suçlanıyor. İsrail'in muhalifleri ayrıca 7 Ekim saldırısını, İsrail'in Mısır'la birlikte Gazze'ye 17 yıldır uyguladığı ve bölgedeki pek çok kişinin yurtdışına seyahat etmesini engelleyen, bölge ekonomisini boğan ve 3G internet ve bazı karmaşık sağlık hizmetleri gibi günlük hizmetlere erişimi engelleyen abluka bağlamında görüyor.
Gazze ateşkes görüşmeleri ise "havanda su dövme" haline gelmiş durumda; Ekim 2023'de başlayan askeri operasyonda İsrail kuvvetlerinin ilk işi Gazze Şeridi'ni ortadan ikiye bölen bir insansız koridor yaratmak olmuştu. Netzarim adı verilen bu koridor yaklaşık 7 kilometre uzunluğunda ve bir kilometre genişliğinde. İsrail müzakerelerde, ateşkes halinde Netzarim koridorunun kendisine bırakılmasını istiyor ki, bu Gazze'nin ikiye, Filistin topraklarının ise üçe bölünmesi anlamına geliyor.
İsrail'in ateşkes müzakerelerini kilitleyen bir başka salvosu ise, Gazze Şeridi'nin Mısır'la sınırında yer alan Philadelphi koridorunun kontrolünü resmen üstlenmek üzerine; Mısır ile 2005 yılında varılan anlaşma çerçevesinde İsrail tüm askerlerini bu bölgeden çekmişti. Gazze operasyonlarını fırsat bilen Netanyahu hükümeti, Philadelphie koridorunun kontrolünü de yeniden ele geçirdi. Şimdi müzakerelerde bu koridordan çıkmamak için ayak sürüyor.
Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye'nin suikastla öldürülüp, yerine Gazze tünellerinde yaşayan Yahya Sinwar'ın getirilmesinin Ankara'nın Filistin yaklaşımını etkilediğini söylemek mümkün. Haniye'yi Türkiye'de Cumhurbaşkanı düzeyinde ağırlayan AK Parti Hükümeti, Sinwar'ın ismini hiç dillendirmeme eğiliminde.
İşin diğer ilginç tarafı, geçen hafta İstanbul'da bir toplantıya katılan Hamas'ın Gazze dışındaki önemli isimlerinden Halid Meşal'in yaptığı konuşmanın Türkiye'de hükümete yakın medyada bile -daha önce Haniye'nin açıklama ve demeçlerine kıyasla- geniş yer bulmaması, hatta hiç görülmemesi. AK Parti Hükümeti Haniye sonrası Hamas'la ilişkiler konusunda henüz bir çizgi oluşturamamış, belli.
Bir de elbette Doğu Akdeniz'de gerçekleşen, ABD tarafından açıklanıp, AK Parti hükümeti tarafından adeta "üstü örtülen" bir ortak tatbikattan bahsetmek gerek;
Tatbikat, 13-17 Ağustos 2024 tarihleri arasında, TCG Anadolu Görev Grubu ile ABD Deniz Kuvvetleri’ne ait USS WASP Amfibi görev grubu tarafından gerçekleştirildi. USS WASP Amfibi grubu, ABD'nin Gazze'ye yönelik operasyonlara başlamasının ardından Washington'un İsrail'i "korumak" için gönderdiği gemilerden biri.
Türkiye'deki muhalefet sözcülerinin gündeme getirdiği tatbikat konusunda Ankara'dan hiç açıklama yapılmamış olması ise ilginç.
Sanki bir şeyler "görülmesin" isteniyor gibi...
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/israil-gazzeyi-yikti-gozunu-bati-seriaya-dikti/764168
Peki seçimi Cumhuriyetçi ya da Demokrat adayın kazanması Gazze’de yaraların sarılması dönemine geçiş yapılmasına yol açar mı? ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, yazının kaleme alındığı Ağustos’un son günlerinde 7 Ekim sonrasında 9’uncu Ortadoğu turunu da tamamlanmış bulunuyor. Yaklaşık 11 ayın müzakere sürecine bakıldığında “nihai ateşkes” konusunda somut bir aşamaya geçilmiş değil. Aslında son on yıllık dilimler incelendiğinde de ABD cephesindeki siyasi aktörlerin genel ekseriyetle Batı Şeria’daki illegal yerleşimleri periyodik olarak eleştirdikleri ve çift devletli çözüme atıf yapılan bir çerçeveyi işaret ettikleri gözlemlenebiliyor. Ancak İsrail cephesinde, yerleşimler ve nüfusun iskan politikası artarak sürdü. İsrail devletinin kodlarında yer alan Batı Şeria’daki nüfus dengesini kendi lehlerine değiştirme politikası, 7 Ekim sonrasında da artarak devam ediyor.Yani söylem siyaseti sahada hiçbir şekilde karşılık bulmadı.
Yeni seçilecek ABD Başkanının ve yönetiminin konuya ilişkin adil bir çözümü temin edecek şevk ve beceriye sahip olması uzak bir ihtimal olarak görülüyor. Kullanılan siyasi retoriğe rağmen ABD’deki politik aktörler, örneklendirmeye çalıştığımız bağlamda karar verici bir iradeyi ortaya koyamıyor. Seçilen başkanın Demokrat olması, ezber bozan barışçıl bir yaklaşım getirir mi? 7 Ekim’den bu yana süregelen bilanço ve on yıllara dayanan gelişmelerin sahadaki izdüşümleri konuya ilişkin olumlu bir öngörüye izin vermiyor.
https://kriterdergi.com/dis-politika/abd-secimleri-ustundeki-golge-israil-kamburu
86 yaşındaki Shlomo Mansour şu anda Gazze'de esir tutulan en yaşlı rehine. 7 Ekim'de, 15 torunun dedesi Kibbutz Kissufim'deki evinden kaçırıldı. Shlomo Irak'ta doğdu ve henüz 13 yaşındayken İsrail'e taşındı ve 70 yıl yaşadığı kibbutz'u kurmaya yardım etti. Bugün Shlomo, esir tutulan 108 rehineden biri. #BringThemHome
https://x.com/HumansOfJudaism/status/1828905678192451837
Şalom (2 Eylül 1981) #Ladino
#30AğustosZaferBayramı "30 Ağustos hak ettiği coşkuyla kutlandı"
Gazetede ayrıca #ABD'de açılacak olan #Yahudi Soykırımı Müzesi'nde, sözde #Ermeni iddiaları için köşe ayrılması planının, Türkiye Yahudilerinin tepkisi ile iptal edildiği belirtiliyor.
https://x.com/HalicPostasi/status/1829515942302560532
Amsterdam'daki "Yağmalananlar" sergisi, Holokost sırasında Yahudi eşyalarının nasıl sistematik olarak çalındığını ve bu yağmalamanın insan hayatını nasıl etkilediğini ortaya koyuyor. Sergide, bu eşyaların yanı sıra kişisel acı dolu hikayeler de sergileniyor. Amsterdam'ın iki müzesinde düzenlenen bu özel sergi, Holokost'un unutulan yönlerine ışık tutuyor.
https://artdogistanbul.com/holokostu-yagmalananlar-uzerinden-okumak/
Yahudileri korumak amacıyla geliştirilen K Sendromu, hastanede çalışan faşizm karşıtı doktor Adriano Ossicini tarafından yaratıldı. Katolik Kilisesi’nin bir kolu olarak çalışan hastane, Yahudi mahallesinin yanı başındaydı ve burada çok sayıda Yahudi, sahte hastalık raporlarıyla gizlice saklandı. Hastane yönetimi, Dr. Giovanni Borromeo ve faşizme karşı direnen Dr. Ossicini'nin destekleriyle, Yahudileri kurtarma operasyonu gerçekleştirdi. Bu süreçte, Dr. Vittorio Emanuele Sacerdoti’nin de yardımları oldu.
Ossicini, K Sendromu adını Nazi subayı Albert Kesselring ve Nazi polis şefi Herbert Kappler’in soyadlarının baş harfi "K"den aldığını belirtse de, bu hastalık gerçek bir sendrom değildi. Nazi askerlerinin hastane teftişlerinde, K Sendromu’nun ölümcül ve bulaşıcı olduğu iddia edildi. Hastalar, öksürük, epilepsi nöbetleri, felç, hafıza kaybı ve solunum yetmezliği ile ölüme sürüklendi. Bu kurgu, Alman askerlerinin hastaneden uzak durmasına ve böylece Yahudilerin saklanmasına yardımcı oldu.
https://www.haberekspres.com.tr/k-sendromu-nazi-soykirimindan-kurtulmanin-yolu
https://www.youtube.com/watch?v=18EVtNgG4v4
https://www.youtube.com/watch?v=qBk7mXe56qM