60. Günlük Yolculuk -Ulu Bayramlara Spiritüel olarak Hazırlanma Kılavuzu 1- 36.Günler

Nazlı DOENYAS Kavram
4 Eylül 2024 Çarşamba

#36

Tişri 6

8 Ekim Salı

KAYNAĞA YAKLAŞMAK

Şimdi On Teşuva Gününün ortasına geldik. Talmud bilgelerine göre, bu dönemde Yeşaya Peygamber (55:6) şunu duyurur: “Tanrı’yı bulunacağı zaman ara; O yakın iken O’nu çağır.”

Bu garip bir cümle gibi görünebilir, çünkü bize Tanrı’nın her zaman ve her yerde var olduğu öğretilmiştir. Tanrı’nın şimdi bize daha yakın olduğunu nasıl söyleyebiliriz?

Ama Yeşaya Tanrı’nın bakış açışıyla değil, ruhun bakış açısıyla konuşmaktadır. Hasidik öğretiler, senenin bu özel zamanının “kıvılcıma yaklaşan kaynağa” benzetildiğini açıklar. “Kaynak” Tanrı, “kıvılcım” da her birimizin “Tanrı’nın alevi” dedikleri ruhu oluyor. 

Bütün sene boyunca “kaynak” manevi olarak “uzaktır”, diğer bir deyişle “kıvılcım”dan gizlenir.Av ayının ilk günlerinde “kaynak” en uzak mesafededir, yani en gizli yerdedir; o kadar uzaktadır ki, kıvılcım ana alevle bağlantısını zor algılar. Elul ayında, Moşe son kez tırmanışa geçtiğinde, “kaynak” yaklaşmaya başlar ve daha belirgin olur. Elul ayında her geçen gün “kaynak” git gide “aleve” yaklaşır. En yakın nokta Kipur Gününde özellikle gün batımında okunan son dua olan Neila (“Kapıları Kilitleme”) sırasındadır. 

Böylece Teşuva’nın On Günü bir çeşit “eve dönüş” deneyimini simgeler.

Kaynak aleve yaklaşınca, kıvılcım ısıyı hissetmeye başlar ve daha büyük olan ana aleve yaklaşır. Bu tıpkı elinizi aleve yaklaştırdığınız zaman ısıyı hissetmeniz gibidir. 

İşte bu yüzden, On Teşuva Gününde Yahudiler arasında, hatta Büyük Bayramların anlamını pek bilmeyenler arasında bile, Tanrı bilinci daha belirgindir.

Kendinize  sorun: Kipur Günü yaklaştıkça ana alevin ısısını hissediyor musunuz? Eğer hissetmiyorsanız, nedeni nedir?   

·       Günün alıştırması:

-Mişle (20:27), şu pasuk üzerinde düşünün: “Tanrı’nın alevi insanın ruhudur.”

-Hayatınızda, ruhunuzu kaynağına  iten çekiciyi yansıtan alanları bulun.

*** 

#35

Tişri 5

7 Ekim Pazartesi

KİŞİSEL ‘KUTSALLARIN KUTSALI’ 

Yeruşalayim’de Kutsal Tapınağın yıkılmasından önce, Kipur Gününün doruk noktası,  Kohen Gadol’un Kutsalların Kutsalına girdiği andı. 

Kişi bu en kutsal yere, senenin bir tek bu zamanında girebilirdi ve bunu bir tek Kohen Gadol, o da çok kısa bir süre için yapabilirdi. 

Bu öyle yoğun bir andı ki, eğer Kohen Gadol tamamen saf ve temiz olmasa, daha önce bağışlanmayan en küçük günahı bile olsa, oracıkta hemen ölürdü. 

Nedenine gelince, Kutsalların Kutsalı o kadar temizdi ki, tek bir kusur bile kabul edilemezdi. Gözümüz tek bir kirpiğe bile dayanamaz, çünkü çok hassastır. Kutsalların Kutsalı da varoluşun en hassas, en saf yeriydi. 

Kohen Gadol orada öldüğü takdirde, diğer kohanim daha önce giren Kohen Gadol’a bağlanmış olan bir iple cansız bedenini çekerdi. Ama Kohen Gadol eğer  Yahudiler için Tanrı’nın affını elde etmeyi başarma görevini başarıyla yerine getirebilirse, Kipur dualarında etkili bir şekilde tasvir edilen, etrafa saçılan özel bir ışıltı ile ortaya çıkardı.

Bugün ne Kohen Gadol’ümüz, ne de Kutsal Tapınağımız var. Ama Kutsalların Kutsalı kendi ruhumuzun derinliklerinde hala mevcuttur. Kipur Gününde benliğimizin en saf kısmına ulaşmaya ve orada Tanrı ile bağlantı kurmaya çalışırız. 

O saf yerde çok uzun zaman kalamayabiliriz. Bu birkaç dakika bile olabilir. Ama bildiğimiz gibi, en özel deneyimler sadece bir an için sürerler. Bizler bu en özel anlar için saatler, yıllar, hatta onlarca yıl boyunca hazırlanırız ve bu hazırlığa harcanan çaba, o saliselik an için fazlasıyla değer.   

Kendinize  sorun: Kipur Gününde yaşananlardan en iyi şekilde yararlanmak için yeteri kadar hazırlandınız mı?

·       Günün alıştırması:

Kendi kişisel Kutsalların Kutsalına girme zamanınız geldiğinde, sözcüklerle tam olarak bağlantı kurmak için Kipur dualarını gözden geçirmeye başlayın. 

 ***

#34

Tişri 4

6 Ekim Pazar

SAF ÖZÜNE GERİ DÖNMEK 

Daha önce teşuva nın anlamını incelerken (bkz. Elul 18), teşuva nın tövbe ve geri dönüş olarak iki seviyesi olduğunu belirtmiştik.

  • Tövbe etmek, yanlış bir hareketten pişman olup, onu tekrarlamamaya karar vermek, bağışlanmayı istemek ve özür dilemek anlamına gelir.
  • Dönüş ise, kişinin İlahi özüne, ruhunaTanrısal kaynağına geri gelmesidir.

Elul ayı boyunca üzerinde çalışmış olmamız gereken ilk seviye, şimdi Teşuva’nın On Günü boyunca yoğun odak noktamız olan ikincisine ulaşmak için bir vasıtadır.

Bu özel günlerde, asıl sahip olduğumuz mükemmel öze geri dönmeye çalışmalıyız. Kelimenin gerçek anlamı ile “dönüş” anlamına gelen teşuva içimizdeki bir parçanın her zaman sağlıklı, iyi ve saf olduğunu ima eder. Bunu sabah duasında “Senin bana verdiğin ruh temiz…” sözleri ile ifade ederiz. Ve hayatımızda bize, benlik duygumuza, kişisel onurumuza nasıl bir zarar verilmiş olursa olsun, her zaman ruhumuzun bozulmamış, zarar görmemiş kısmına geri dönebiliriz.

16.yüzyılın büyük Kabalisti Safed’li Rabi Moşe Cordevero veya bilinen diğer adıyla Ramak saf özümüze dönmenin en iyi yolunun, On Teşuva Günü boyunca, “Teşuva’nın Kapıları” dediği On Sefirot üzerinde derin olarak düşünebilmemiz   için her gün kendimizi bir süreliğine maddi dünyadan uzak tutmamız olduğunu ileri sürer. Bu şekilde her gün farklı bir “kapıya” girmek, böylece ruhu belli bir sefira’da kendi kaynağıyla birleştirmek mümkün olur. Bu sefira’ ların her biri yaradılışta ve ruhumuzda İlahi enerji için bir kanal oluşturur.

Kendinize sorun: Benliğinizin en saf, en kutsal bölümü ile ne kadar birleşmek istiyorsunuz? Bunu mümkün kılmak için çaba ve zaman harcamaya istekli misiniz?

  • Günün alıştırması:

-On Teşuva Gününün her biri için takvim yapraklarında Ramak ile Ari’nin listeledikleri özellikler arasındaki benzerlikleri gözden geçirin. 

-Bugün Netsah’ın Sefirası (“dayanıklılık”) üzerinde düşünün. Bunu yaparken de dayanıklılık seviyenizi ve hırsınızı değerlendirin. İyi şeyler için kullanılıyor mu?

***

#33

Tişri 3

5 Ekim Cumartesi

KRALLIĞI TEKRAR İNŞA ETME 

Bugün Kipur Günü için geri saymaya başlarız. Bugün en huşu dolu günlerin doruk noktasına doğru giden On Teşuva Günü’nün üçüncüsüdür. İbrani takviminde her bireye onluk grupların gücünün bahşedildiği en yoğun dönemdir.

Bize bu güç bahşedilmiştir, çünkü Tanrı’ya Kral’ımız olarak taç giydirdikten sonra, bu on günlük dönemde onun Krallığını hem “yukarıdaki” ruhsal âlemde ve “aşağıdaki dünyamızda” tekrar inşa etme görevini üstleniriz. Kabala dilinde buna Binyan HaMalhut denir.

Malhut (“krallık”) On Sefirot’un onuncusunu temsil eder. Sefirot, on küre veya Tanrı’nın dünyayı yaratmak için yararlandığı İlahi enerji kanallarıdır. Bu kanallar, bizim ruhumuz dahil, hakikatin her alanında akarlar. Demek oluyor ki, malhut’u tekrar inşa etmek için kendimizi, kendi asaletimizi, haysiyetimizi, yani Tanrı’nın görüntüsünde yaratılmış olan benliğimizin o yönünü tekrar inşa etmeliyiz. Kendi malhut umuzu inşa ederek, Tanrı’nın evrendeki malhut unu inşa etmesine yardımcı oluruz.   

Korktuğumuz veya kendimizi güvensiz hissettiğimiz zaman, kendi malhut umuzun tekrar inşa edilme zamanı gelmiş demektir, çünkü kendi güven ve güvensizlik duygumuz ona bağlıdır.

Çocuklar, haysiyetlerinin ayaklar altına alındığı evlerde yetiştikleri zaman,onların malhut ları aşınır. Bu çocuklar büyüdükleri zaman, büyük bir zekâya ve yüreğe sahip olabilirler, ama gerçek bir gelişim için gerekli olan,kendi benliklerini arka planda tutma cesaretini bulamayan güvensiz yetişkinler haline gelebilirler.  Çünkü elde edebilecekleri en ufak bir onur kırıntısı için bile mücadele etmeleri gerektiğini düşünürler.

O halde, malhut un tekrar inşa edilmesi aslında onurun, haşmetin ve çok güvensiz olan bir dünyada güvenin inşa edilmesi demektir. Ve bu on gün boyunca bunu gerçekleştirmemiz için bize özel bir güç verilir. Bunu gerçekleştirmek sandığımız kadar zor değildir, çünkü bunu inşa etmek için tek ihtiyacımız olan şey, İlahi ruhumuzun bulunduğu yere, hiçbir zaman incinmemiş olan benliğimizin içindeki yere ulaşmaktır.   

Kendinize sorun: Genelde hayatta kendinizi güvenli mi, güvensiz mi hissedersiniz? Sizin malhut unuz hayatınızda yaşadıklarınız tarafından yıprandı mı? 

  • Günün alıştırması:

-Hiçbir zaman incinmemiş yönünüzü-İlahi ruhunuzu-tasvir edin.

-Bugün, onurunuzu, malhut unuzu inşa edecek ve gurur duymanızı sağlayacak İlahi bir şey yapın.

*** 

#32

Tişri 2, Roş Aşana’nın ikinci günü

4 Ekim Cuma

TAÇ GİYME GÜNÜ 

Roş Aşana, Tanrı’yı Evrenin Efendisi olarak taçlandırdığımız gün olarak kabul edilir. Bu fikir, aramızda modern ve demokratik toplumlarda yetişenler için kabul edilmesi en garip ve en zor kavramdır. Bizler için krallar, ya en kötü ihtimale göre yozlaşmış despotlardır, ya da en iyi ihtimale göre peri masallarındaki gibi karakterlerdir.

Yine de, Roş Aşana’yı kutlamak için bu kavram çok önemlidir, çünkü Yahudiliğin lisanına göre kral, mutlak otoritenin sembolüdür. Roş Aşana’da Tanrı’yı, hayatımızın her alanını yöneten, üzerimizdeki mutlak otorite olarak kabul ederiz ve O’nun yargısına teslim oluruz. O’nun yargısının da merhametli olacağına inanırız, çünkü bizim Kralımız aynı zamanda bizim Babamızdır.

Tanrı’nın kendi üzerimizdeki mutlak otoritesini kabul ettiğimiz zaman, kendi bireyselliğimizi yok etmeyiz. Aksine, bu bireyselliği güçlü kılarız. Tanrı’yı Kralımız olarak kabul ettiğimiz zaman, aynı zamanda içimizdeki asaleti, İlahi görüntüde yaratılmış olduğumuz için saygınlığımızı ve haşmetimizi de kabul ederiz.

Bu fikir bizi önüne geçilmez bir neşe ile doldurur ve Roş Aşana’daki çelişkiye dikkat çeker, çünkü Roş Aşana, bizim Yüce Kralın önünde durup “Onun egemenliğinin sorumluluğunu” ürkekçe kabul ettiğimiz gündür. Ama o gün, aynı zamanda büyük bir sevinç ve mutlulukla kutladığımız bir bayramdır.

Taçlandırma böyle bir olgudur: korkuyla sevinci, huşu ile kutlamayı birleştiren bir olaydır. Katı bir hükümdarlığın aksine, gerçek bir krallık, insanların krallarına gönüllü olarak boyun eğmelerinden doğar.  O halde, bir kralın taç giyme töreninde halk, huşu içinde saygı gösterip, krala teslimiyetini sergilerken, aynı zamanda bu teslimiyeti tüm içtenliği ile arzu ettiğini doğrulayan bir sevinç yaşar.

Roş Aşana’nın sevincine ve kutlamasına v’gilu b’roadah denir, yani “ titremeye sarılmış kutlama” denir.

Kralın karşısında durduğumuz zaman, o kadar mutlu oluruz ki, dans etmek isteriz, ama Krala olan saygımız yüzünden bunu yapamayız. O halde, bu sevinç daha münasip bir ifade şeklinin içine paketlenmelidir. Bizler ancak sarayı terk ettikten sonra

(Sukot bayramında), kendimizi dizginlemeden kutlamalara başlayabiliriz.

***

#31

Tişri 1, Roş Aşana’nın birinci günü

3 Ekim Perşembe

DÜNYANIN TİTREDİĞİ GÜN

DÜNYANIN DOĞDUĞU GÜN 

Roş Aşana duası olan hayom harat olam’ın iki anlamı günün özünü kısa ve net olarak aktarır: “Bugün dünya titriyor/Bugün dünya doğdu.”

Bu mesajı en çok şofar çalınırken hissederiz. İlahi bir ruha sahip ilk insanın yaradılışının doğum gününde, o ruhun-bizim ruhumuzun- yakarışını yansıtan şofarı çalarız.

O gün, Tanrı insanın içine yaşam ruhunu üfledi. Ve şimdi her Roş Aşana’da insan da, Tanrı’nın onun içine üflemiş olduğu Kendi nefesini, ruhunun sesinin yankılandığını duymak için bir koçun boynuzu ile –şofar- çalar.  

Erkek bir koyun olan koç, yaratıkların en nazik ve masum olanıdır, diğer hayvanların saldırgan yapısıyla bozulmamıştır. Ayrıca, Avraam’ın, oğlu Yitzhak yerine kurban olarak sunduğu hayvandır. Koç bize ruhumuzun, benliğimizin nazik, masum, içinde yaşadığımız saldırgan ve manipülatif dünya tarafından bozulmamış tarafını hatırlatır. Koçun boynuzu ise insan becerisini kanıtlayan diğer aletlerden farklı olarak oyulmamış, kalıba dökülmemiş veya dizilmemiş en basit alet olarak, akıldan çıkmayan, akılda yankılanan güçlü bir haykırış çıkaran, ruhun saf sesine en yakın alettir.  

Şofarı çalmadan önce okuduğumuz dua, onun sırrını daha da açıklığa kavuşturur: “Benim dar mekânımdan, benim derinliklerimden ve sınırlarımdan, Sana sesleniyorum ve Sen bana geniş mekânından cevap veriyorsun.”

Bizi “dar bir mekâna”-zor, acılı, düş kırıklığı, pişmanlık veya hüzünle dolu bir mekâna- zorlayan hayatın baskıları ve zorlukları, aynı zamanda bizi, dünyevi materyalist hakikatimizden daha fazlası için Tanrı’ya yakarmamıza zorlayan katalizörlerdir.

Bu dua, “kendi dar mekânımızdan” haykırdığımız zaman, cevabın, Tanrı’nın en büyük cömertliğinden akacağını garantiler. Esasında şofarın şekli, yani bir ucunun dar, diğer ucunun geniş olması bu deneyimi yansıtır. 

Hayatımızdaki kısıtlamalardan yayılan en saf haykırış cennette en saf yere ulaşır ve bütün kutsamalar için bir yol açar.

***

#30

Elul 29 Roş Aşana arifesi

2 Ekim Çarşamba

DENGELENMİŞ MUHASEBE DEFTERİ 

Hasidik bir haham bir keresinde öğrencilerinden, Roş Aşana’ya hazırlık çalışmasının bir bölümü olarak, çevredeki bir hancıyı gözlemlemelerini ister. 

Öğrenciler büyük bir görev aşkıyla hana girerler, ama ilk gün dikkate değer bir şey bulamazlar. Yatmaya giderler, ama gece yarısı birinin yüksek sesle dua etmesiyle uyanırlar.

Parmak uçlarına basarak odalarından çıkarlar ve hancının büyük bir hararetle Mezmurları okuduğunu görürler. Bitirdiği zaman da hancı bir dolabı açıp iki büyük muhasebe defteri çıkarır.

Defterlerin birinde, bir önceki yıl işlemiş olduğu bütün günahları okumaya başlar; eşine karşı duyarsız olduğunu, cemaatine karşı bütün sorumlulukları yerine getirmediğini, Tora’yı yeteri kadar çalışmadığını, bir keresinde dualara geç geldiğini ve benzeri şeyleri itiraf eder.

Sonra diğer muhasebe defterini açar ve Tanrı’ya şöyle der:

“Bunlar benim başaramadıkların, şimdi burada da Senin yapmadıkların var… Daha iyi bir ücret istedim, ama onu bana vermedin. Eşim hala hasta, çocuklarımın ayakkabıya ihtiyacı var…”

Hancı, sonunda şöyle bitirir: “Bak, ben kendi sorumluluklarımı yerine getirmedim ve Sen de Kendi sorumluluklarını yerine getirmedin… O halde eşit sayılırız. Ben kendi defterimi kapatacağım, Sen de Kendi defterini kapatırsın ve geçmişe sünger çekip, tertemiz yeni bir seneye başlarız.”

Bu öyküden, Tanrı ile aramızdaki ilişkinin bir ortaklık olduğunu öğreniyoruz. Tanrı insanları Kendi görüntüsünde yarattığı zaman, içimize İlahi bir şey ekti. Dünyayı mükemmel kılmak için Onunla bizim aramızda bir ortaklık var.

Sanki Kendisi bir iş kurmuş ve bize “Ben yatırımcıyım, ama tezgâhın arkasında sen dur” der gibidir.

Ortaklar birbirlerinden sorumludurlar. Elul ayında, muhasebe defterlerimizi çıkarır ve hesaplarımızın düzgün olduğundan emin oluruz. Roş Aşana denetim günüdür. Tanrı Onun bize yaptığı yatırımlara nasıl baktığımızı görmek için defterleri kontrol eder. 

Tanrı bunu yaparken, mükemmeliyet aramaz. Tanrı “Neden mükemmel değildin?” diye sormak için kusurlu insanlar yaratmadı. O bize sadece “neden kendi olabileceğin kadar değilsin?” diye sorar.

 Ama bu, zor bir sorudur ve bu akşam her birey buna nasıl cevap vereceğini bilmelidir.

HATIRLAMA GÜNÜ

Roş Aşana’ya eşlik ettiğimiz zaman, bu akşam tam güneş batımından önce, mumları yakar ve şu duayı okuruz:

“Mübareksin Sen Tanrı’mız Evren’in Kralı, bizi emirleriyle kutsayan ve bizlere Hatırlama Gününün alevini yakmamızı emreden.”

Roş Aşana bir “Hatırlama günüdür”, çünkü Tanrı’nın geçmiş yıla ait muhasebe defterlerimize göz attığı ve Onun bizi neden dünyaya gönderdiğini hatırladığı gündür. Tanrı’nın, bir şeyi hatırlaması gerektiğinin söylenmesine ihtiyacı yoktur. O halde, bunun daha derin bir anlamı vardır. Aslında Roş Aşana günü, bizim Tanrı’ya “Lütfen beni hatırla ve bunu yaparken, bana bu dünyadaki görevimi hatırlat ki, hiçbir zaman unutmayayım” dediğimiz gündür.

Sinagoga geldiğimiz zaman, Roş Aşana’nın resmen başlamasından önce her zamanki akşamüstü duaları olan Minha’yı söyleriz. Bu dualar okunurken, çok özel bir şey cereyan etmeye başlar. Yahudi mistikleri, Roş Aşana’dan önce güneş batarken, evrenin koma haline girdiğini açıklarlar. Anlaşmanın yenilenmesinin verdiği endişe ile bütün varoluşun üzerine hafif bir uyku çöker, her şey kozmik bir sessizlik içinde hareketsiz kalır.  

Sonra Roş Aşana başladığı zaman, yavaşça uyanış başlar. Ertesi sabah, koçun boynuzu olan şofar çalınınca uyanış tamamlanır.

Şofar evreni ve bizi bu kozmik uykudan uyandıran bir “çalar saat” gibidir. Tazelenmiş olarak uyanmak için bizim bu uykuya ihtiyacımız vardı, yenilenmemizin sırrı burada yatar. Daha doğrusu, nefes alabilmek için nefes vermek gibidir. Ve Roş Aşana’da tam olarak olan da budur. Sene biterken, kozmik bir nefes verişi ve daha sonra kozmik bir taze nefes alışı olur.

Roş Aşana başlarken derin bir nefes alın! Şimdi Roş Aşana duasının anahtarı olan eşsiz sözleri söylemeye hazırsınız. Bu duada, Tanrı’nın bizi neden yeryüzüne gönderdiğini ve buradaki görevimizin henüz tamamlanmadığını hatırlamasını isteriz.

Hayatı arzu eden Kral, bizi yaşamamız için hatırla, Ey Yaşayan Tanrı, Senin hatırın için, bizi Yaşam Kitabına kaydet.”

***

#29

Elul 28

1 Ekim Salı

KOŞULSUZ SEVMEK

Yeni bir yapı inşa etmek beceri ve güç ister. Bir yıkıntıyı tekrar inşa etmek ise merhamet ister-bu merhamet ise koşulsuz sevgiden doğar.

Moşe Tanrı ile Yahudiler arasındaki bozulmuş ilişkiyi tekrar kurdu, çünkü hem Yahudilere hem de Tanrı’ya olan koşulsuz sevgisiyle Tanrı’yı çok derinden etkilemişti.

Moşe, halkının affedilme talebi geri çevrilince, her şeyin kaybedildiğini kabul etmeyi reddetti. Görünürdeki kırıklığa rağmen, büyük bir inançla hem Tanrı’nın hem de halkının birbirlerini gerçekten sevdiklerine inanıyordu. 

Belki bazen sevgi dolu bir ilişkide bir tarafın vazgeçmek, bırakmak isteyeceği zamanlar olacaktır. Ama diğer taraf “Vazgeçemeyiz, tekrar denemeliyiz” diyecektir. Böyle zamanlarda sevgi sınanır. Birçok durumda zorluğa direnmeyecektir. Ama bir taraf diğerine, “Sen ne yaparsan yap, benim sana olan sevgim koşulsuzdur. Beni terk etsen bile, ben hala senin için burada olacağım” dediği zaman, gerçek sevgi sınavı geçer.

Çoğumuz terk edilen olmayı istemeyiz. Hatta ilk terk eden biz olmaya çalışırız. Reddedilen değil de reddeden olmak isteriz.

Sonunda karşı taraf bizi terk etse bile, kaçımız bu durumda “Ben seni hala seviyorum” deme gücünü ve cesaretini bulur?

Ama Moşe Tanrı’ya “Senin, ‘artık çok geç, Yahudiler affedilemez’ sözünü kabul etmiyorum. Sen yumuşayana kadar ben burada kalacağım. Senin onları, onların da Seni gerçekten sevdiklerini biliyorum” dedi ve böylece galip geldi.

Roş Aşana’dan önceki son günlerde, günahlarımızın affedilmesi için, Tanrı’ya göstermeliyiz ki, O’nu ve birbirimizi aynen bu şekilde sürekli ve koşulsuz olarak seviyoruz. Onun bizi affetmesini umduğumuz gibi, birbirimizi affettiğimizi, Onun bize merhamet etmesini umduğumuz gibi birbirimize merhamet ettiğimizi göstermeliyiz. Başarının en büyük güvencesi budur.

Kendinize sorun: Başkalarını koşulsuz bir şekilde sevdiğinizi, Tanrı’yı koşulsuz bir şekilde sevdiğinizi gösterebilir misiniz?

·       Günün alıştırması:

-Hayatınızdaki birine koşulsuz sevginizi gösterin.

-Tanrı’ya olan koşulsuz sevginizi gösterin.

Başkalarını aydınlatan ve ısıtan bir “ışık” olarak yaradılışın dördüncü gününü yaratın.

  ***

#28

Elul 27

30 Eylül Pazartesi

SEVGİ OLARAK MERHAMET 

Merhamet, bir başkasına hissettiğiniz sevgi yüzünden kendi konfor alanınızı aşıp onun ötesine geçmek demektir. Merhamet, kelimenin en saf anlamı ile sevgi demektir.

Yaradılış Kitabı (18:1-2) Avraam’ın sünnetinden kısa bir süre sonra, kendisi Mamrey koruluğunda oturup iyileşmeye çalışırken, Tanrı’nın ona göründüğünü anlatır. Avraam Tanrı ile iletişim kurarken, uzaktan çölü geçen üç göçebenin yaklaştığını görür. Avraam Tanrı’ya “özür dilerim” demeyi aklına getirmeden, hemen ayağa kalkıp onları ağırlamaya ve yemek hazırlamaya koşar.

Talmud bu garip olaydan bir o kadar garip olan bir ders çıkarır; “bir misafir ağırlamak Tanrı’yı ağırlamaktan bile daha önemlidir.”

Talmud bunun doğruluğunu ölçüp tartmaz, çünkü Avraam açıkça bunun yapılacak en doğru şey olduğunu, hiç tereddütsüz biliyordu.    

Peki Avraam bunu nasıl biliyordu? Yaptıklarının Tanrı’yı gücendirmeyeceğini nasıl biliyordu?

Avraam biliyordu, çünkü kendisi kutsal bir adamdı.  Bencilce hareket edecek olsaydı, Tanrı ile daha fazla zaman geçirmeyi isterdi. Ona birçok soru sorabilirdi. Ama kutsal bir insan sadece kendisi için iyi olan şeyleri yapmaz, gerçeklik için iyi olanı yapar. Başkalarına olan sevgisi için, kendi konfor alanını aşıp bunun üzerine çıkabiliyordu.

Aslına bakılırsa, Avraam misafirlerini ağırlamaya gittiği zaman, Tanrı’dan uzaklaşmadı. Tanrı’nın daha üst bir seviyesini deneyimleyebilmek için Tanrı’nın bir seviyesinden uzaklaştı.  Daha üstteki bu seviye, bencil olmama ve başkaları için bir şeyler yapma halidir.

Tanrı’yı sevmek ve başka insanları sevmek, aynı şeydir. Tanrı’ya olan sevginiz, daha fazla insan sevgisi getirmelidir. Ve temelinde bundan da daha derin bir anlamı vardır. Tanrı’yı sevdiğiniz zaman, diğer insanları da daha çok seversiniz. Ve olayın esası da işte budur.

Kendinize sorun: Tanrı’yı sevmekle insanları sevmenin aynı şey olduğunu hissediyor musunuz? Bunu hayatınıza uygulayabildiniz mi? Sonucu ne oldu?

·       Günün alıştırması:

-Komşunuza ve Tanrı’ya olan sevginizi tek bir özel hareketle gösterin.

-Bugün bazı şeylerin büyümesine neden olacak bir “tohum” ekerek, yaradılışın üçüncü gününü tekrar yaratın. Sonsuza dek etkileri olacak iyi bir şey yapın. 

  ***

#27

Elul 26

29 Eylül Pazar

MERHAMETİ GELİŞTİRMEK 

Elul ayının hazırlık çalışmasının bir parçası- Tanrı’nın Merhametinin On Üç Özelliğini söylediğimiz zaman- bizim yaşamımızda kendi eylemlerimizde de ne kadar merhametli olduğumuzu incelemektir.

Elul, Tanrı’nın merhametinin aktığı bir aydır. Ama bu merhamet akışıyla bağlantı kurabilmek için, ona aşağıdan yukarıya doğru uzanıp, kendinize doğru çekmelisiniz.

Ani l’dodi “Ben sevgilim için varım” (Mısır’dan Çıkış-Şemot 33:19) sözcüğünün sırrı budur. Ben harekete geçiyorum, sevgilimin eyleme geçmesini beklemektense, ben sevgilim için var olduğumu gösteriyorum.

Tanrı’nın Moşe’ye (Mısır’dan Çıkış-Şemot 33:19) “Kime acımak istersem ona acır, kime merhamet etmek istersem ona merhamet ederim” sözlerini söylediği doğrudur. Bu yüzden, bazen kendiniz hiçbir şey yapmadan da Tanrı’nın merhametini deneyimleyebilirsiniz. Ama bunun beklentisinde olamazsınız.  Siz yine de kendi payınıza düşeni yapmalısınız.

Şu an ne kadar merhametli olursanız olun, her zaman daha merhametli olabilirsiniz. Şöyle bir deyiş yok mudur? Eğer iyi iyiyse, daha iyisi, daha iyi değil midir? Merhamet, geliştirilebilen bir özelliktir-merhametli davrandığınız zaman merhametli olursunuz.

Batı dünyasında insanların yaptığı hatalara düşmeyin. Merhamet, gözünüzü başka yöne çevirip size veya başkalarına karşı işlenen suçları inkâr etmek değildir; merhamet, adaletle çelişkili değildir. Bağışlamanın merhametin bir parçası olduğu doğrudur, ancak merhamet bundan çok daha fazlasıdır.

Birincisi, merhametli olmak demek, bir başkasının ruhuna karşı duyarlı olmak demektir; dışarıdan ne kadar kaba ve kusurlu görünürsek görünelim, her birimizin içinde doğuştan gelen mükemmel bir İlahi ruh olduğunu hatırlamalıyız. İkincisi, merhamet; bir başkasına duyduğumuz sevgi yüzünden, kendi konfor alanımızın ötesine geçmektir.

Kendinize sorun: başkalarının ruhuna karşı ne kadar duyarlısınız? Başkalarının içindeki İlahi ruhu görüyor musunuz?

·       Günün alıştırması:

-Merhamet adına kendi konfor alanınızı aşıp onun ötesine geçmek, sizin için ne anlama geliyor?

-İlahi ruhunu görmekte zorlandığınız birine merhamet ile yaklaşın.

-Hayatınızdaki sağlıklı sınırlamaları gözden geçirerek, yaradılışın ikinci gününü tekrar inşa edin.

***

#26

Elul 25

28 Eylül Cumartesi

ROŞ AŞANA’YA GERİ SAYIM 

“Dünyanın doğum günü” de diyebileceğimiz Roş Aşana’ya bir haftadan az bir süre kaldı. Esasında Roş Aşana, ilk insanların, yani yaradılışın altıncı günü doğan Âdem ile Havva’nın doğum günüdür. Demek oluyor ki, yaradılışın ilk günü Elul ayının 25 ine düşüyor.

İbrani takvimindeki bu gün, içinde barındırdığı enerji, varoluşun yaratılışının enerjisinden farksızdır- yani zaman,mekan , madde, karanlık ve ışığı barındıran gündür. Bugün dünyayı, Roş Aşana’da Tanrı ile gerçekleşecek randevusuna hazırlamaya başlarız.

Eğer şu ana kadar bayramlar için hazırlanmak üzere Elul ayının sunduğu fırsatlardan tam olarak faydalanmadıysanız, şu an başlamanın tam zamanı. Hayatın her alanında başarının temeli hazırlıktır; bu hazırlık, vergilerinizin incelenmesi veya ruhunuzun bilançosunun yapılması gibi, maddi veya manevi şekilde olabilir. 

Kendinizi büyük bir kuruluşun bekleme odasına gelirken düşünün.

Danışma görevlisi “Size yardım edebilir miyim?” diye sorar.

“Ah, belki de” diye esneyip tavana bakarak cevap verirsiniz.

Danışma görevlisi size alaycı bir şekilde bakar. “Peki… Neden buradasınız?” diye sorar.

“Tam olarak emin değilim.”

“Belki de iş için başvurmak üzere buradasınız…”

“Evet, sanırım öyle.”

“Peki, özgeçmişinizi getirdiniz mi?”

Kendinizi biraz aptal gibi hissederek ona bakarsınız. “Hayır, hiçbir şey getirmedim.”

“Peki, belki hazır olduğunuz zaman tekrar geri gelirsiniz” diye danışma görevlisi cevap verir.

Eğer büyük bir firmaya bu kadar hazırlıksız gelirseniz, hiçbir şey bekleyemezsiniz.  Aynı şekilde, eğer Roş Aşana’da sinagoga, neden orada olduğunuzu bilmeden veya neler olup bittiğini bilmeden hazırlıksız gelirseniz, gerçekten ne bekleyebilirsiniz?

Moşe 80 gün boyunca dağda kaldı. Sizin fiziksel olarak dağa gitmenize gerek yok, ama tırmanmanız gerekir. Roş Aşana ve Kipur Günü deneyimleriniz, bugünlerde neler yaptığınızın toplamından oluşacaktır.

Kendinize sorun: Büyük Bayramlar için ne kadar hazırlıklısınız?

·       Günün alıştırması:

-Şu ana kadar yaptığınız hazırlık çalışmanızın güçlü ve zayıf yönlerini bulun.

-Yaradılışın birinci gününü tekrar yaratın ve bu dünyadaki köşenize küçük bir ışık getirin.

  ***

#25

Elul 24

27 Eylül Cuma

MERHAMETİN ON ÜÇ ÖZELLİĞİ 

Tanrı’dan bizi bağışlamasını rica ettiğimiz zaman, sanki Tanrı’ya merhametli ve bağışlayıcı olduğunu hatırlatır gibi, sürekli Tanrı’nın Merhametinin On Üç Özelliğini söyleriz.

Altın Buzağı günahından sonra, Moşe Tanrı’ya halkını bağışlaması için yalvardığı zaman Tanrı’nın Merhametinin On Üç Özelliği, Moşe’ye açıklanır. Moşe’nin deneyimini bizzat yaşadığımız Elul ayında da bu özellikler etrafa ışık saçarlar.

Moşe, puta tapma ve Tanrı’ya ihanet gibi çok vahim şeylerin sonuçları ile uğraşıyordu. Ve bu puta tapma olayı kasıtlıydı, İsrailoğulları bunun sonuçlarını biliyorlardı. Yine de Moşe, Tanrı’dan, O ve O’nun kıymetli halkı arasındaki özel ilişkiyi onarmasını istedi.

Tanrı Moşe’nin yalvarışına, benzeri görülmemiş bir ödül ile cevap verdi. Sadece Onun ifşa edebileceği, Tanrı’nın kişiliğiyle ilgili on üç sırrı- Tanrı’nın Merhametinin On Üç Özelliğini ifşa etti.

Büyük Bayramlarda Tanrı’nın Merhametinin On Üç Özelliğini birçok kez tekrarlarız:

“Her şeye gücü yeten, merhametli ve nazik, kolay öfkelenmeyen, nesiller boyunca iyilik ve hakikatte cömert davranmış, iyiliğin bekçisi, arındırıcı, günahlara ve ihlallere tahammül eden Aşem, Aşem…” (Mısır’dan Çıkış-Şemot 34:6-7)

Bu sözlerin her biri çok gizemlidir ve çok büyük bir İlahi enerji taşır. Kabala’nın klasik çalışması olan Zohar’da, Tanrı’nın Merhametinin On Üç Özelliği, “on üç taç yapraklı gül” olarak, hayatın en büyük sırrı, kırık olan her şeyi tamir etmenin anahtarı olarak anlatılır. 

Talmud’a göre (Roş Aşana 17b) Tanrı Moşe’ye şöyle dedi: “İsraeloğulları ne zaman günah işlerse, halk bunu söylesin ve ben onları affedeceğim.”

Başta Tanrı’nın İsminin Aşem, Aşem diye tekrarlanması, Tanrı’nın bize şunu söylediğini gösteriyor: “Sen günah işlemeden önce de, günah işleyip tövbe ettikten sonra da, Ben aynı Tanrı’yım.” Bu ifade, Tanrı’nın Merhametinin On Üç Özellik yakarışının her zaman etkili olacağının kutsal güvencesi oluyor.  

Bu güvence, tövbenin her zaman mümkün olduğunu ve Tanrı’nın her zaman bizim O’na dönmemizi beklediği anlamına geliyor. Burada ima edilen de oldukça açık: eğer biz de Tanrı’nın Merhamet Özelliklerine göre davranırsak, Tanrı da bize aynı merhametle cevap verecektir.

Kendinize sorun: Tanrı’ya, O’nun merhamet yollarıyla  bilinçli bir şekilde benzemeye çalışıyor musunuz? Eğer öyle ise, nasıl? Değilse, neden?

·       Günün alıştırması:

-Bugün özellikle size yanlış davranan birine, merhametinizi gösteren bir harekette bulunun.

-Bunu yaparken ne hissettiğinizi anlatın.

 ***

#24

Elul 23

26 Eylül Perşembe

BAĞIŞLANMAK İÇİN DUA ETMEK

Büyük Bayramlardan önce ve bayramlar sırasında, dualarımızda, Tanrı’nın bizi bağışlamasını üç şekilde isteriz:

·       Selah lanu

·       Mehal lanu

·       Kaper lanu

Bu İbranice sözcüklerin hepsi eş anlamlı oluyor ve hepsi “bizi bağışla” anlamına geliyor. Hepsinin, Tanrı’nın ve aynı zamanda başkalarının bizi bağışlamasını isteme sürecine ışık tutan farklı manalar içeriyor.

Selah lanuseliha kelimesinden türemiştir ve “özür” anlamına gelir. Özür dilemek, zarar verdiğimiz kişiye “yaptıklarım için üzgünüm, bunu yaptığıma gerçekten pişmanım ve bir daha asla yapmayacağım” sözlerini söylemektir. Yahudi kanununa göre, bu isteğe verilecek en uygun karşılık, zarar verdiğimiz kişinin samimi olduğumuza inanması ve isteğimize olumlu cevap vermesidir. Bunu yapmayı reddeden kişi, merhametten yoksun bir insan olarak kabul edilir.

Mehal lanu, mehila sözcüğünden türemiştir ve “silmek, temizlemek” anlamına gelir. Burada kırdığımız kişinin, yaptığımız hatayı sanki hiç yapmamışız gibi silmesini ve ilişkiyi eskisi gibi sıcak ve samimi bir hale sokmasını isteriz. Kırılmış bir insanın buna olumlu tepki vermesi elbette ki zordur. Fakat her birimizin içinde, Tanrı tarafından verilmiş olan ve karşımızdakini bu seviyede bağışlayabilmemize yetecek güç bulunmaktadır. Dolayısıyla, Yahudi kanununa göre, kişi bunu yapmaya çalışmalıdır.

Kaper lanu, İbranice kapara sözcüğünden gelir ve anlamı Bağışlanma Günü olan Yom Kipur’daki gibi, “bağışlanmaktır”. Kalbini kırdığımız kişinin bizi bağışlamasını istediğimiz zaman, aslında “Sana ve ilişkimize yaptıklarımdan ötürü, vicdanım beni rahat bırakmayacak. Lütfen beni affet, hissettiğim suçluluğu ve acıyı yok et,” diyoruz.

Bu isteğe olumlu cevap vermek, insanın kapasitesinin çok ötesindedir. Ancak Tanrı yüreklerimize dokunup “teselli bul,” diyebilir.  

Kendinize sorun: Birisi sizden onu bağışlamanızı rica ettiği zaman nasıl tepki verdiniz? Başkalarını, Tanrı’nın sizi bağışlamasını istediğiniz kadar tamamıyla bağışladınız mı?

·       Günün alıştırması:

-Bir şekilde kalbini kırdığınız insanların listesini yapın.

-Onların sizi bağışlamasını istemeniz için ne yapmanız gerektiğinin planını oluşturun.

-Bu kişilerin sizi bağışlamasını istemek için harekete geçin

#23

Elul 22

25 Eylül Çarşamba

DEVLERİN GÜCÜ 

Elul ayının son haftasına yaklaşırken, bağışlanmak için okunan özel dualar olan Selihot’u söylemeye başladığımız zaman, kendimizi ne kadar zayıf hissedersek hissedelim, aynı zamanda muazzam bir güce sahip olduğumuzun güvenini de hissederiz.

Bize bu gücü veren, geçmiş nesillerin birikmiş mitsvalarıdır. Anne ve babalarımızın, büyükanne ve büyükbabalarımızın ve büyük büyük anne ve büyük büyük babalarımızın yaptıkları iyilikler, sonsuza dek var olmaya devam eder, birikir ve bizim mirasımız olur.

Bizler cüce olabiliriz, ama devlerin omuzlarında oturuyoruz. Gelişmemiş ve çelimsiz olsak bile, devlerden daha ötesini de görebiliyoruz, çünkü bizler geçmiş nesillerin omuzlarında duruyoruz.

Dokuz nesil önce Baal Shem Tov, Roş Aşana’da özel bir yere gidip, özel bir şekilde ateş yakar, özel bir dua okur ve bunun sonucunda bütün dünya kutsanırdı.

Bir sonraki nesilde, onun torunları o özel yerin nerede olduğunu ve ateşi nasıl yakacaklarını biliyorlardı, ama duaları unutmuşlardı. Bu yüzden onun yerine, duaları şu oldu: “Baal Shem Tov burada ateş ile neye ulaştı, neyi gerçekleştirdiyse biz de onu gerçekleştirelim.”

Ondan sonraki nesil mekânı biliyordu, ama gerisini unutmuştu. Bu yüzden onlar sadece o yerde durup, “Baal Shem Tov burada neyi gerçekleştirdiyse, biz de onu gerçekleştirelim” dediler.

Bugün ise bizler o yeri bile unuttuk. O halde ne yapacağız… Öyküyü anlatacağız…

Bizlerden sadece yapabildiklerimizi yapmamız isteniyor. Geçmişteki devler gibi olmamız gerekmiyor. Sadece gücümüzün yettiğini yapmalıyız, o da omuzlarında durmak oluyor. Bunu yaptığımız zaman, sadece onların yaptıklarına sahip çıkmakla kalmıyoruz, aynı zamanda bunların üstüne kendi küçük payımızı da ekliyoruz; bu küçük pay da, atalarımızın iyi eylemlerine eklenince, teraziye ağırlık katmaya ve kurtuluşu getirmeye yeterli olur diye ümit ediyoruz.

Kendinize sorun: Bu dünyada sizin küçük payınızın ne olduğunu biliyor musunuz? Geçmişteki devlerin birikmiş başarılarına ne ekleyebilirsiniz?

·       Günün alıştırması:

-Daha önce hiç yapmadığınız küçük bir mitsva yapın.

-Anne, babanızın veya büyükanne, büyükbabanızın yaptığı olumlu bir şeyi bulun ve onu bir adım ileri götürün.

 ***

#22

Elul 21

24 Eylül Salı

TANRI’NIN MERHAMETİNE İNANMAK 

Moşe, inançlıydı. Yahudilerin günah işlediklerini ve bunun bir özrü olmadığını bilmesine rağmen, Tanrı’nın merhametine inanıyordu. Ve onun inancı, umudun doğmasına yol açtı.

Sonuç olarak, biz insanlar, içimizde imkansızı başarabilme inancını taşıyoruz- uçabilen bir makine icat etmek, bir hastalığa çare bulmak, ayda yürümek gibi. Kozmik şuura bu mutlak inancı ilk getiren Moşe oldu.

Günah işlediğimiz ve gerçekten pişman olduğumuz zaman, Tanrı’nın merhametine olan inancımız, bağışlanmak için mücadele etmemiz konusunda bize cesaret verir. İnanç; bütün kırık parçalarımızı ve kırık kalbimizi masaya yatırmak ve tıpkı Moşe’nin yaptığı gibi, Tanrı’ya meydan okumak demektir. (y.n. Buradaki ‘meydan okumak’, kabullenmemeyi, itiraz etmeyi, Tanrı’nın bizi bağışlaması için mücadele etmeyi ifade eder)

İnancımız, acı çektiğimiz zaman Tanrı’ya meydan okuma hakkını verir. Aslında Tanrı’ya meydan okumamak inanç eksikliği sayılabilir, çünkü bu, Tanrı’nın bizi yarattığı yapıya duyarlı olmamak anlamına geliyor. Tanrı bizi, acı çektiğimiz veya acıya tanık olduğumuz zaman ağlamak üzere yarattı. Ve gözyaşlarımız bize meydan okuma hakkını veriyor.

Ama inanç aynı zamanda, istediğimizi elde etmediğimiz zaman yine de ilerlemeye devam etmemiz anlamına da geliyor. Böyle bir durumda içimiz sertleşmez ve asla teslim olmayız, vazgeçmeyiz.   

1994 yılının Ekim ayında, Hamas teröristleri tarafından kaçırılan İsrail askeri Nahşon’un ailesi Wachsmanlar oğullarının kurtulması için, bütün İsrail’i dua etmek üzere seferber ettiler. Ama sonunda Nahşon öldürüldü.

Oğullarının kurtulması için dua edenlerden kimilerinin bir inanç krizi yaşamalarından endişe eden Yehuda ve Ester Wachsman, cenazede şunları söylediler. “Tanrı Nahşon için edilen bütün dualara cevap verdi. Ama Tanrı’nın cevabı ‘hayır’ oldu.”

Bu sarsılmaz bir inançtır. Bu gerçek inançtır.

Akıllı bir insanın gerçek inancı mantığın ve muhakemenin ötesinde olan bir vasıtadır. O, mantığın üzerindedir. Muhakeme belki çok yükseklere çıkabilir ama inanç, cennete ulaşabilir.

Kendinize sorun: İnancınız ne kadar güçlü? Hiç gerçekten pişman olduğunuz zaman sizi bağışlaması için Tanrı’ya meydan okudunuz mu?

  • Günün alıştırması:

-İnancınızı irdeleyin, güçlü ve zayıf yönlerini bulun.

-Sevgi gibi, mantıklı bir temele dayanmayan, mutlak bir şekilde inandığınız şeylerin örneklerine bakarak inancınızı geliştirin.

 ***

#21

Elul 20

23 Eylül Pazartesi

KIRIK BİR KALBİN SIRRI 

Hepimiz hayatta hatalar yapar ve bazı şeyleri kırarız, ama hayat da bizi kırar. Hepimiz bir şekilde kırılmışızdır. Hepimiz tutulmayan vaatler veya bozulan ilişkiler yaşamışızdır; işimizi kaybetmişizdir veya sevdiğimiz birini kaybetmişizdir.

Farklı kişiler bu hayal kırıklıklarına eşlik eden acıya farklı şekilde tepki verirler. Bazı insanlar darmadağın olurlar. Bazıları ise bu vesile ile gelişirler.

Bazı insanlar güçlüdür, bazıları değildir. Ama bunun da bir nedeni vardır. Fırtınada devrilmeyen bir ağaç, fırtınadan önce zaten güçlü olan bir ağaçtır. Fırtına sadece ağaçların gücünü ortaya çıkarmıştır. Kökleri olmayan bir ağaç sadece normal hava koşullarında ayakta durabilir, ama fırtına koptuğu zaman kırılır.

Ama buna rağmen, mantığa aykırı gibi görünse de yaradılışın mucizesi olarak; şimdi ne kadar kırıksanız, ilerde bir o kadar sağlam ve tam olma şansınız var.  

Rabilere göre, kırık bir kalp kadar eksiksiz olan hiçbir şey yoktur. Kalbiniz kırıldığı zaman, gerçek olan bir yerdesiniz.

Kırık bir duvar Yahudiler için neden en kutsal yerdir? Etrafta bu kadar güzel binalar dururken, neden Yahudiler kırık bir duvarın önünde durup dua ederler? Çünkü Yahudiler dünyanın mükemmel bir dünya olmadığını bilirler. Dünya mükemmel olmadığı sürece, Yahudiler görkemli bir binada duramazlar. Onlar, kırık bir duvarın önünde durup ağlayarak dua ederler.

Mükemmel olmayan bir dünyada mükemmel binaların olması illüzyonu kendimizi iyi hissetmemizi sağlar. Ama yine de bu bir illüzyondur ve ancak Hollywood veya Braodway’e uygundur, ama gerçek bu değildir.

Gerçek şu ki, dünya kırık bir yerdir, görevleri kırık olanı tamir etmek olan kırık insanlarla dolu kırık bir yerdir.

Kendinize sorun: En son ne zaman kalbiniz kırıldı? Bu gerçeği kabul ettiğiniz zaman, kendinizi yalnız mı hissettiniz, yoksa Tanrı’ya daha yakın mı hissettiniz?

  • Günün alıştırması:

-Bugün dualarınızda Tanrı’ya kırık olan kalbinizi tasvir edin ve neden kırıldığını anlatın.

***

#20

Elul 19

22 Eylül Pazar

GÖZYAŞI KAPISI 

Yahudilik bir ruhun hiçbir zaman zarar görmediğini öğretirBelki beden, belki zihin zarar görür, ama iyiliğin esas özü olan ruh asla. Öz her zaman bozulmadan kalır.

Bu doğru olmasına rağmen, fiziksel hayatımızda yaptıklarımızla sebep olduğumuz zarar o kadar büyük, yüksek ve geniş çaplı bir yıkıma sebep olabilir ki, altındaki saf özü tamamen örtebilir.

Yine de Moşe, hiçbir zaman tekrar inşa edilemeyecek bir yıkımın var olmadığını bize öğretti. Tamir edilemeyecek hiçbir kırık yoktur.

Altın Buzağı günahından sonra, Moşe Tanrı’ya yakarırken: “İnsanı, hata yapmaya meyilli, kusurlu bir ırk olarak yarattın. Onlara, bu hatalarını düzeltmeleri için bir yol yaratmalısın.  Bana bunun bir çaresi olduğunu, bir umut olduğunu söylemelisin,” der.

Tanrı Moşe’ye şöyle cevap verir: “Ben evreni sebep- sonuç kurallarına göre yarattım. Her bir eylemin bir tepkisi vardır. Bazen öyle bir tepki olur ki, geri dönüşü imkânsız olur. Benim kendi yarattığım doğal kanunları Benim değiştirmemi istiyorsun.”

Ama Moşe, “Senden kanunları değiştirmeni istemiyorum ki. Ben sadece bir kapıyı aralamanı istiyorum,” diye savunur.

Ve Tanrı bunu gerçekleştirir.

Bu tek kapının ismi; “gözyaşı kapısı”dır. Gözyaşları iç basıncın dışarıya çıkmasına izin veren bir çaydanlığın ağzı gibidir. Her kapıyı açmaya güçleri vardır. Üstelik bilgelerimiz der ki “gözyaşları ruhu yıkarlar.” Tanrı’ya içtenlikle haykırdığımız zaman, temiz ve saf olan özümüzü karartan pisliği temizlemiş oluruz.    

Kendinize sorun: Hiçbir şekilde telafi edilemeyeceğini düşündüğünüz kadar büyük bir hata yaptınız mı hiç? Geçen sene gerçekleşen hangi kırığı tamir etmelisiniz? Bunun tamir edilebileceğine inanıyor musunuz? Tanrı’nın size bu süreçte yardım edeceğine inanıyor musunuz?

·       Günün alıştırması:

-Hayatınızda neyin kırık olduğunu bulun.

- Bir arkadaşınızla, sevdiğiniz biri ile, ya da Tanrı ile olan ilişkinizde, kırık olan bir şeyi onarmak için ilk adımı atın.

-Ağlamak için kendinize izin verin.

***

#19

Elul 18

21 Eylül Cumartesi 

TEŞUVA’NIN ANLAMI 

“Tövbe” sözcüğünün İbranice karşılığı – teşuva- esasında aksini ima eder. Tövbe ettiğiniz zamanyanlış yolu bırakıyorsunuz demektir. Hayatınızda o dönüşü yaptığınız için pişmansınız demektir. Ama “teşuva”nın kelime anlamı “dönmek” tir. Bir şeyi terk etmiyor, aksine ona, geri dönüyorsunuz demektir.

Bu, tövbe etmenin uygunsuz bir davranış olduğu anlamına gelmiyor. Doğru yolu kucaklamadan önce, yanlış olan yolu bırakmanız gerekiyor, o yolda gittiğiniz için pişman olmanız, ondan uzaklaşmanız gerekiyor.

Ama bu dönüşün çok daha derin bir anlamı vardır. Bu, sadece kötü davranıştan uzaklaşmak değil, kendi gerçek özünüze, İlahi ruhunuza geri dönmek demektir. Bu, sadece hasar kontrolü değil, aynı zamanda her zaman temiz olan öze geri dönmek, Tanrı’ya geri dönmek demektir.

Bunu, bir öğrenciyi yetiştiren iki öğretmenin benzetmesi ile daha iyi anlayabiliriz. Öğretmenlerden bir tanesi, öğrencinin hata yaptığını kabul etmesini ve özür dilemesini isteyerek onu azarlar. Diğer öğretmen öğrenciye “Biliyor musun, gerçekten olabileceğin kişiye uygun şekilde davranmadığın için çok hayal kırıklığına uğradım. Senin ruhun bundan çok daha yüce.”

Hangi öğretmen haklıdır? İkisi de.

Ruh hakkında güzel konuşmanız yetmez; hatayı kabul etmeniz ve zararları telafi etmeniz gerekir. Bunun başka bir yolu yoktur. Ancak bunu yapanın aslında gerçek siz olmadığını da görmelisiniz, gerçek siz bundan çok daha yücedir.

Teşuvanın iki aşaması vardır. İlk aşama, tabiri caizse, odanızdaki pisliği temizlemektir; çünkü içeriye temiz veya taze bir şey sokmadan önce, odanın temiz olması gerekir. Düzeni sağlamak ve kırık olan şeyi onarmak birinci adımdır. Ama kritik olan ikinci adım, kendi özünüzle bağlantı kurmaktır.

Kendinize sorun: Sizinle ilgili olarak, ne kadarınızın sizin özünüzün bir ifadesi olduğunu düşünüyorsunuz? Ne kadarınız buna eklenmiş bir yüktür? İkisinin arasındaki farkı ayırt edebiliyor musunuz?

·       Günün alıştırması:

-Hayatınızda temizlenmesi gereken birkaç alan bulun.

-Özünüzü, daha yüksek benliğinizi yansıtan birkaç alan bulun.

-          Gerçekten ne istediğinizi ve ne olduğunuzun farkına varmanıza yardımcı olacak bir müzik dinleyin veya bir şey okuyun.

***


#18

Elul 17

20 Eylül Cuma

İLAHİ ÖZÜMÜZE DÖNMEK

Gerçek benliğimize- İlahi özümüze dönme sürecinde, Altın Buzağı günahından sonra Moşe’nin Tanrı ile uzlaşma şeklinden öğreneceğimiz çok şey var.

Moşe sadece rica etmedi. Her şeyden önce harekete geçti. Levhaları kırdıktan sonra, putu yapmaktan sorumlu olanları cezalandırdı, İsrail kampında düzeni sağladı ve halkın tövbe etmesini sağladı. Ondan sonra, Tanrı’ya, halkı ile Onun arasındaki ilişkiyi kurtarmak için kendisi için en değerli olan şeyi feda etmeye hazır olduğunu gösterdi.

Moşe Tanrı’ya “Eğer onların günahlarını bağışlamazsan, sana yalvarıyorum, Senin yazmış olduğun kitaptan beni sil” dedi (Mısır’dan Çıkış -Şemot) 32: 32). Moşe İlahi taş levhalarını-Tanrı’nın Kutsal Sözünü kırdı. Halkını korumak için, kendisinin Tanrı ve Tora ile olan ilişkisini tehlikeye attı.

Bu nedenle ona İsrail’in Çobanı denilir.

Tora şaşırtıcı bir şekilde, Yahudilerin liderini bir bilge, bir savaşçı, bir hatip veya bir lideri tanımlayacak herhangi bir şey olarak değil de, sürüden uzaklaşmış her bir kuzu için endişelenen yumuşak huylu bir çobana benzetir. 

Moşe Altın Buzağı günahının ardından, bunun sonuçlarının büyük riskli olduğunu biliyordu. Moşe Tanrı’nın halkına dönmesini ve bu şekilde, insanlığa hiçbir şeyin geri dönülemez olmadığını, her zaman bir umut olduğunu göstermek istiyordu.

Eğer bir hata yaparsanız, eğer bir yanlış yapıp bir şeyleri kırarsanız, onu tamir etmek her zaman mümkündür. Boyun eğmek veya kadercilik hiçbir zaman bir seçenek değildir. Bir şekilde Tanrı’yı reddetmiş, kendi özünüze ihanet etmiş olsanız bile, her zaman teşuva adını verdiğimiz bir süreçle geri dönmek mümkündür.

Moşe bunu bizim için kazandı ve bugün bazı şeyler bize geri dönülmez bir şekilde kırık gibi görünseler bile, her zaman bunun üstesinden gelebiliriz.

Kendinize sorun: Yapmış olduğunuz bir hatadan bağışlanabilmek için değerli bir şeyden fedakârlık etmeyi istediğiniz bir dönem anımsıyor musunuz? Sevdiğiniz biriyle barışmayı bu kadar çok arzu ettiğiniz bir dönem anımsıyor musunuz? 

•Günün alıştırması:

-Sevdiğiniz birinin sizi tam olarak bağışlayabilmesi için neler yapmaya hazır olduğunuzu tanımlamaya çalışın.

- Hayatınızda, vazgeçmiş olduğunuz bir alan bulun ve bunu onarmak için kesin bir kararlılıkla harekete geçin. Bir şey yapın, herhangi bir şey yapın-hiçbir zaman bırakmayın, vazgeçmeyin.

***

#17

Elul 16

19 Eylül Perşembe

SIĞINMA ZAMANI

Elul ayında, kendinizle yüzleşme sürecinde, içinizde hangi eksiklikleri görürseniz görün, şunu bilin ki, Tanrı’nın merhametinin etrafa yayıldığı bu ay, her birey bir sığınak bulabilir.

Elul ayının ismi, Mısır’dan Çıkış -Şemot Kitabında (21:13) bir pasuğun akronimi, yani baş harfleri kullanılarak yazılmış bir pasuktur. Bu pasuk, kazara günah işlemiş kişilerin kaçarak barındığı “sığınma şehirlerinden” söz eder: inah le’yado vesamti lach (“..teslim ol, ben senin için kuracağım…”)

Tora’nın emrine göre, İsrail topraklarında dokuz sığınma şehri kurulacaktı, ancak hepsi aynı arazi üstünde bulunmayacaktı.

·       Üç tanesi Kutsal Toprak’ta, İsrail’de,

·       Üç tanesi Ürdün Nehrinin doğusunda- insan katliamının çok yaygın olduğu Vahşi Doğuda,

·       Üç tanesi de Gelecek Dönemde, yani Tanrı’nın İsrail sınırlarını genişleteceği bölgede-geleceğin Kutsal Toprağında.

Bu, bize Tanrı’nın, kanunsuzundan kutsalına kadar, herkese bir sığınak sağladığını öğretir.

Ruhsal/ dini yaşantımızın her aşamasında (benzersiz potansiyelimize göre) “günah işleme” olasılığı vardır ve içsel muhasebemizi yapabilme ve bağışlanma (veya kefaret) için çaba çabalama sürecini yaşayabilmemiz için sığınabileceğimiz güvenli bir yer vardır. 

Tanrı bize, Elul ayını, Yahudi takvimindeki özel sığınma dönemi olarak verir.

Batı dünyasında, genellikle yazın en sıcak dönemine denk gelen Elul ayı genelde tatil zamanı olarak geçirilir.

Ama bunun başka bir boyutu daha vardır: maddi işinize ara verirken, önemli ruhsal çalışmalar yapabilmek için özgür olursunuz. Bu çalışmalar arasında geçmişin hesabını yapmak, gerçek özümüze ve Tanrı’dan gelen görevimize dönmek de bulunur.                                                                                                                                       

Kendinize sorun: Geçmişte Elul ayını, iç gözlem dönemi olarak ayırdınız mı? Bu seneki Elul ayının sizin için farkı nedir?

*Günün alıştırması:

-Tatilinizin bir kısmını ruhsal açıdan bir iç gözlem yapmaya ayırın; bu Elul ayının sunduğu fırsatı en iyi şekilde değerlendirin.

- Tanrı'ya ilahi görevinize geri dönme arzunuzu içtenlikle ifade edin.

-Bu ay süresince 27.ci Mezmuru söylerken niyetinizi yoğunlaştırın. 

***

#16

Elul 15

18 Eylül Çarşamba

KENDİNİZLE YÜZLEŞMEK

Baal Şem Tov, her gördüğümüz şeyin ister iyi ister kötü olsun, esasında kendimizin bir yansıması olduğunu öğretir. Eğer aksi olsaydı, o şeyi zaten göremezdik.

Böylece Tanrı, bize merhametli bir şekilde hayat dersleri verir. Çoğumuz fark etmediğimiz kusurlarımızı başkalarından duymaktan hoşlanmayız. Bu yüzden, Tanrı bizimle bir şekilde aynı kusurları taşıyan biriyle karşılaşmamızı sağlar. Biz de bunu görür ve “ne kadar korkunç” olduğunu söyleriz. Ama sonra, farklı bir şekilde olsa bile, aynı davranışı sergilediğimizi anlarız.

Aynı şey olumlu şeyler için de geçerlidir. Sahip olduğumuz olumlu özellikleri başkalarında da fark ederiz. Eğer o özelliklere sahip olmasaydık, onları fark etmezdik.

Diğer bir deyişle, ne görüyorsanız osunuz. Ve ne iseniz, onu görürsünüz.

1930’larda Almanya’da yaşayan Yahudilerin çoğu, Alman halkının kötülüğünü göremedi, çünkü içlerinde bunu barındırmıyorlardı. Almanların acımasızca onları öldürebileceklerini düşünemediler. Eğer cinayet işleyemezseniz, bir başkasının işleyebileceğini düşünmeniz imkânsızdır. 

Kendimiz yapamayacağımız için, aklımıza bile gelemeyecek vahşetler vardır.

Aynı şey iyilik ve kutsallık için de geçerlidir.

Çoğumuz, hiçbir zaman gerçekten kutsal veya temiz birine rastlamadığımız için inanmayan gözlerle bakarız. Kendi deneyimimizin bir parçası olmadığı için bunun mümkün olmadığını düşünürüz.

Kendinize sorun: Başkalarının kutsallığına şüphecilikle mi yaklaşıyorsunuz? Etrafınızdaki iyiliği görüyor musunuz? Beğenmediğiniz bir davranışla karşılaştığınızda, aynı kusuru bir şekilde kendinizde görebiliyor musunuz?

·       Günün alıştırması:

-Bir önceki gün yaşanan olaylardan, olumlu bir deneyim seçin ve karşılaştığınız iyiliğin sizin içinizde nasıl somutlaştığını tespit edin.

-Bir önceki gün yaşanan olaylardan olumsuz bir deneyim seçin ve bunun sahip olduğunuz olumsuz bir özelliğinizi nasıl yansıttığını tespit edin. 

 ***

#15

Elul 14

17 Eylül Salı

RUHUN MASKESİNİ KALDIRMAK 

Genellikle İngilizce “yüz” kelimesinin insanın dış yüzeyini tasvir etmek için kullanıldığını düşünürüz. Ancak, İbranicede yüz kelimesinin karşılığı olan panim, “iç” anlamına gelen pnim ile aynı kökten gelir.

Yaradılışın kutsal dili olan İbranice dilinde nesneler, özlerine göre isim alırlar. Burada İbranice dili bize, “yüz” kelimesinin özünün genellikle düşündüğümüzün aksi olduğunu öğretir.

Yüzümüz, çoğumuz için daha üst benliğimizin ifadesinden ziyade, duygularımız için bir maske olmuştur.  Kendimizi berbat hissederken bile, tebessüm etmeyi veya karşımızdakini etkilemek için nasıl gözyaşı dökeceğimizi veya mutluymuş gibi görünmeyi öğrendik. Burada, İbranice dili bize yüzümüzle ne yapacağımızı değil, onun ne ilettiğini öğretiyor.

Kutsal bir insanın içi ile dışı aynıdır. Ve bunu fark ederiz. Böyle bir insanla karşılaştığımızda, o kişinin bir aurası, özel bir ışıltısı olduğunu söyleriz. Koelet (8:1) der ki: “Kişinin bilgeliği yüzünde parlar.” Bunu kutsal bir insanın yüzündeki ışık olarak görürüz, çünkü insanın yüzü, onun ruhunu yansıtır.

15.yüzyılın büyük Kabalisti Ari’nin, insanların yüzlerinden her şeyi anladığı söylenir. Birçok kişi, sokakta onunla karşılaştıkları zaman, yüzlerini örterlerdi, çünkü Ari’nin maskenin ötesini görebildiğini hisseder ve utanırlardı.

Kendinize sorun: Eğer bugün Ari sokakta yürüseydi, yüzünüzü görmesini ister miydiniz? Utanır mıydınız?  Yüzünüz gizlemek istediğiniz duygulara ne derece maske olabiliyor? Kutsallığınızın özünü ne derece ortaya koyuyor?

·       Günün alıştırması:

-Bugün insanlarla etkileşime girdiğiniz zaman, yüzünüzün ne yansıttığını ve iç benliğinizi ne ölçüde yansıttığını fark edin.

-Gün içinde en az bir kez, içinizdeki kutsiyet ile olan bağınızı hissetmeye çalışın ve bunun yüzünüze aksetmesine izin verin.

-Bugün insanlara gülümsemek için özel bir çaba sarf edin. Her şeyin bir yansıma ve akis olduğunu anımsayın-sizin tebessümünüz başka bir tebessüme yol açar vs. “Su nasıl bir yüzü yansıtıyorsa, yürek de başka bir yüreği yansıtır.” (Mişle 27:19) 

 ***

#14

Elul 13

16 Eylül Pazartesi

İÇSEL KUTSALLIK

Her birimizin özü iyi ve kutsaldır, çünkü o öz, Tanrı’nın bir parçasıdır. Esas zorluk içimizde, ta derinlerde yatan o kutsal yönü fark etmek ve dışımızda ışıldamasına izin vermektir.

Kendi içsel ışığımızı fark ettiğimiz zaman bile, onu hayata geçirmek zordur. Kolay değildir. Çünkü iyiliğe ve kutsallığa saygı duymayan bir dünyada yaşıyoruz. Yaşadığımız dünya zenginliğe, başarıya ve güce saygı duyuyor. Bunları elde etmek için de genellikle kutsallığı ve iyiliği terk etmek gerekiyor.

Ama Tora bize, kendimize ve çalışmalarımıza ait her şeyi değiştirmemize gerek kalmadan benliğimizin özüne ulaşma ve onu günlük hayata geçirme yeteneğine sahip olduğumuzu öğretir. Kendi ruhumuzu nasıl keşfedeceğimizi ve onu, içinde yaşadığımız ve çalıştığımız dünyaya nasıl getireceğimizi öğrenmemiz gerekiyor.

İşiniz ister müzik ister iş piyasasında veya bilim alanında olsun ister doktor, ister avukat olun, hangi alanda eğitim almışsanız alın, göreviniz ruhunuzu o çevrede ortaya çıkarmaktır. Ruh, bedeninizin veya hayatınızın yerini almak üzere programlanmamıştır. Onun görevi sizin içsel boyutunuzu ortaya çıkarmak, onu hayatınıza entegre ederek hayatınızı bir üst boyuta yükseltmek ve vücudunuzdaki ve ruhunuzdaki en iyiyi üste çıkarmaktır.

Eğer ruhsal bir yolculuğa çıktıysanız ve bu hayatınızı tamamen tahrip ediyorsa, o zaman yanlış olan bir şey var demektir. Sağlıklı bir manevi yolculuğun işareti yok oluş değil, bütünleşme, entegrasyon ve değişimdir.

Kendinize sorun: İçsel kutsallığınızı fark edebiliyor musunuz? Manevi yolculuğunuz size yardımcı oluyor mu, yoksa sizi engelliyor mu? Ruhsal ve toplumsal hayatınızı dengeleyebiliyor musunuz? Kutsallığa önem veren bir çevrede yaşıyor veya çalışıyor musunuz? Bu çevrede kutsal saydığınız şeyleri ortaya çıkarabiliyor musunuz?

·       Günün alıştırması:

-Basit sayılacak kutsal bir eylem seçin ve onu, kutsallığa kayıtsız kalan bir çevreye gösterin. (Bu basit eylem minnettar olmak, gergin bir ortamda sabırlı ve nazik olmak, yemek yerken kutsamak, hasta bir insanı teselli etmek veya bağış yapmak olabilir.)

-Bu uygulamayı Elul ayı boyunca düzenli olarak yapmaya karar verin.

   ***

 #13

Elul 12

15 Eylül Pazar

TANRI İLE BAĞLANTI KURMAK

Kabala’ya göre, biz insanlar için en büyük zorluk bireyselliğimizi korumak ve aynı zamanda, Tanrı ile ilişki içinde olmaktır.

Tanrı her şeyi içeren bir gerçekliktir ve eğer bilinçli bir şekilde Tanrı’nın hakikatinin farkında olsaydık, var olamazdık.  Var olmamızın sebebi, Tanrı’nın “biz”lere yer açmak için, Kendi ışığını gizlemesidir.

Ama buna rağmen, fizik kurallarının ötesine geçmek, yani Tanrı’nın gizlendiği gerçeğinden, Tanrı’nın açığa çıktığı gerçeğine geçmek ve yine de var olmaya devam etmek de mümkündür. Cennet ve yeryüzü evlenebilir, birleşebilir ve biz Tanrısallıkla bir olabiliriz. Bizimki gibi fiziksel parametreleri olan tanımlanmış bir varoluş, tamamen tanımlanamayanla bir olabilir.

Bu gerçekleşebilir, çünkü bizler Tanrı’nın görüntüsünde yaratıldık, içlerimizde kutsallık var. Ve kutsallığımızın dışarı çıkması için, bencil özümüzü yolumuzdan çekerek içimizdeki Tanrı ile bağlantı kurabiliriz.  

Ebedi olan tek şey, kendi özüyle, kendi yakıtı ile işlemeyen şeydir. Kendi yakıtı ile işleyen her ne ise, çok güçlü olabilmesine rağmen, sınırlıdır. İşte bu yüzden, bizler de ebedi olabilmek ve ebedi olanla bağlantı kurabilmek için kendi özümüzün ötesine geçmeyi hedef alırız.

Ve bunu, yaratıldığımız şekilde kutsal varlıklar gibi hareket ederek gerçekleştiririz.

Hayatımızın kılavuzu ve hayatın fiziksel unsurlarının köleliğinden, özgürlüğe giden yolun kılavuzu olan Tora’da, bize Tanrı gibi kutsal olmamız söylenir. “Kutsal olacaksın, çünkü Tanrı’n olan Ben kutsalım”.(Vayikra 19:2)

Bu, merhametli olmak demektir, çünkü Tanrı merhametlidir. Bu, sabırlı, nazik, adil, sevecen ve yaratıcı olmak demektir. Tanrı gibi kutsal olduğumuz zaman, Tanrı ile bağlantı kurmuş oluruz.

Kendinize sorun: İçinizdeki İlahi görüntü ile bağlantı kurmak istiyor musunuz? Kutsal olmak hayatınızda bir amaç mıdır? Eylemleriniz kutsallığa ne sıklıkta yaklaşır?

·       Günün alıştırması:

-Kendi kutsal yönünüzle bağlantı kurmak için neyin gerekli olduğunu düşünün.

-Bugün kutsal bir şey yapın.

  ***

#12

Elul 11

14 Eylül Cumartesi

VARIŞ NOKTASINA ODAKLANMAK

Bazen akışa bıraktığınız ve birisinin sizi iteklemesini istediğiniz zaman, nereye doğru itilmek istediğinizi bilmelisiniz. Varış noktanızı bilmelisiniz.

Sibirya’da senelerce çalışma kampında kalan Rabi Mendel Futerfas, orada onunla hapsedilen bir ip cambazından nasıl bir ders aldığını anlatır.

Rabi ip cambazına sanatının sırrını sorar. “İnsanın bunu başarması için hangi konuda uzmanlaşması gerekir? Denge mi? Kuvvet mi? Odaklanma mı?”

İp cambazının cevabı onu şaşırtır: “işin sırrı her zaman varış noktanıza odaklanmaktır. Gözlerinizi ipin öbür ucundan ayırmayacaksınız, işte hiç sendelemeden düz bir çizgi şeklinde oraya varmanın yolu budur. Ama en zoru ne biliyor musunuz?”

“Ortaya geldiğiniz zaman mı?” diye Rabi sorar. 

“Hayır,” der ip cambazı. “En zoru dönüş yaptığınız zamandır. Çünkü saniyenin küçük bir bölümünde varış noktanızı görmezsiniz. Varış noktanızı görmediğiniz an, düşme tehlikesinin en çok olduğu andır.”

Hayat gergin bir ip gibidir. Başarılı bir şekilde ilerlemek için varış noktanıza odaklanmalısınız. Nereye gittiğinizi bilmelisiniz. Dönüş yapma anı geldiğinde ve bir an için varış noktanızı görmediğinizde, o noktayı zihninizde canlandırmalısınız.

Son varış noktasına, tarih boyunca insanların gösterdikleri tüm çabaların son hedefine geula, ya da “kurtuluş” diyoruz. O zaman dünya, hedefinin farkına varacak ve en gelişmiş haline ulaşacaktır. Yahudiler her zaman gözlerini varış noktasına dikmişlerdir; bu özellik onlara, bütün zorluklara rağmen ilerleme gücünü ve özgürlüğünü vermiştir.

Geula önünüze bakarak görebileceğiniz bir varış noktası değildir, onu ancak içinize bakarak görebilirsiniz.

Gerçek odaklanma somut değil, soyuttur. Gerçek odaklanma İlahi görevinizle olan ilişkidir. Eğer bu ilişki gelişmişse, tehlikeli anları atlatmanıza yardımcı olur, en korkulu ve karanlık anlarda bile güvenle ilerlemenizi sağlar.

Kendinize sorun: Hayatınızda gerçekten odaklandığınız bir alan var mı? Daha büyük bir hedefiniz var mı?

·       Günün alıştırması:

-Hayattaki kişisel görevinizi bulun. Sizce bu dünyada göreviniz nedir?

-Eğer zorlanıyorsanız, görevinizi keşfetmek için atmanız gereken adımları bulun.

   ***

#11

Elul 10

13 Eylül Cuma

 AKIŞA BIRAKMAK VE İÇİNE DALMAK

Elul ayı, akışa bırakmayı gerektiriyor. “Ezgilerin Ezgisi”nde - Ani l’dodi v’dodi li- (ben sevgilim için varım, sevgilim de benim için var) pasuğu, bize şunu anlatır:

İlk adım kendimiz ile, benlik ile başlar- “ben

Bu benlik “sevgilime” doğru döner (ben kendim için yokum-sevgilim için varım).

Ve sevgili şöyle cevap verir -“sevgilim benim için var”, çünkü “ben” “benliğimi” bırakıyorum.

 “Bırakmak” sözcüğünün İbranice karşılığı bitul dur ve “benliğin askıya alınması” anlamına gelir.

Kendini uzaklaştırmasını, geri planda kalmayı bilen kişinin, bir başkasının söyleyeceklerini dinleme ve sevme kabiliyeti vardır; Tanrı’yı “görebilir.” Aslında bu hepimizin uzmanlaşmak istediği bir konu sayılır. O halde neden bu kadar zor?

Çok zor, çünkü mecazi anlamda, yüzmeyi bildiğimiz zaman bile dalmaktan korkarız. Havuzun kenarında öylesine oturup önce ona, sonra yirmiye, sonra elliye kadar sayarken buluruz kendimizi… ve hiçbir zaman atlama cesaretini bulmayız. Bizim korkumuz akışa bırakma korkusu. Uzaklaşma anından, ayaklarımızın yerden kesildiği ve henüz suya değmediği andan ürkeriz.

Genellikle, bu uzaklaşma korkusundan kurtulmanın yolu birisinin gelip bizi suya itmesidir. İşte bu yüzden, hepimizin dışarıdan yardıma ihtiyacı var-hepimizin rehberlere ihtiyacı var.

 Olayları akışa bırakmanız gereken anda, kendinizi ikna etme çabanız yürümeyecektir, çünkü parlak bir zihin, savunmasız bir kalbe hitap edemez-aynı dili konuşmazlar. O yüzden, sizi iteklemesi için güvendiğiniz birini çağırmanız gerekir.

Kendinize sorun: Ara sıra sizi itekleyen, teşvik eden bir akıl hocanız var mı? Eğer böyle biri yoksa güvenebileceğiniz ve sizi bilgelikle ve özenli bir şekilde motive edecek, itekleyecek birini tanıyor musunuz? 

·       Günün alıştırması:

Şimdiye kadar yapmış olduğunuz Elul çalışmasında, bir akıl hocasının dostça iteklemesinden yarar sağlayabileceğiniz bir alan belirlemeye çalışın.

   ***

#10

Elul 9

12 Eylül Perşembe

Sinay Dağı’nın tepesinde yaşanan en heyecanlı deneyim belki de Moşe’nin Tanrı ile yüz yüze gelmek istemesiydi: “Sana yalvarırım, bana ihtişamını göster”. (Mısır’dan Çıkış-Şemot 33:18)

Tanrı şöyle cevap verdi: “Benim yüzümü göremezsin, çünkü hiçbir kul Beni görüp yaşayamaz… (ama) seni bir kayanın yarığına yerleştireceğim ve senin yanından geçerken, seni Kendi elimle örteceğim, sonra Kendi elimi çekeceğim ve sen Beni arkadan göreceksin…”

Bu konuşma şaşırtıcıdır. Nasıl oluyor da Moşe, Tanrı ile ancak gelecek dünyada yüz yüze gelineceğini bilmiyordu? Ve Tora neden Tanrı’nın, Moşe’nin isteğine olan itirazını belgeler?

Bunun cevabı, Moşe’nin isteğinin reddedilmemiş olmasıdır. Moşe aslında bu mecazi sözleriyle Tanrı’yı anlamak isteğini belirtmiştir. Tanrı ise Moşe’ye, O’nun özünü bu dünyada görmenin imkânsız olduğunu, ama O’nun yansımasını görmenin mümkün olduğunu söyler. Esasında Tanrı Moşe’ye şunu ima etmiştir: “Benim yüzümü, bakmayarak göreceksin.”

Hayatta doğrudan bakarak gördüğümüz, bir de gözlerimiz kapalı iken gördüğümüz şeyler vardır. Bazı şeyler vardır ki, elimizle kavrayarak onlara tutunuruz, bazı şeylere ise, onları bırakarak tutunuruz.

Yaratıcı insanlar bilirler ki, rahatça akışa bıraktıkları zaman, yaratıcılık akmaya başlar. Oysa onu kontrol etmeye çalışıp zorladığınız zaman, yaratıcılık gelmez, aksine kanallar tıkanır. Yaratıcılığın ortaya çıkması için, onu serbest bırakmak gerekir. Aynı şey “Tanrı’yı görmek” için de geçerlidir. 

Aslında Tanrı Moşe’ye, “Bakmayı bıraktığın zaman Beni göreceksin. Kendini yoldan çektiğin zaman Beni göreceksin,” der.

Kendinize sorun: Daha yüksek bir hedefe ulaşmak için ne sıklıkta yoldan çekilirsiniz? Hayatınızda Tanrı’yı “görüyor musunuz”? Bakmayarak görmeyi öğrendiniz mi?

  • Günün alıştırması:

- Hayatınızda bir şeyleri bırakarak bir şeyler kazanabildiğiniz bir olayı hatırlayın.

           -Süreci inceleyin-o olayın gerçekleşmesi için kendinizi nasıl geri çektiniz? 

  ***

#9

Elul 8

11 Eylül Çarşamba

Tanrı yakın ve meydanda olsa bile, çıkıp Onunla buluşmak için, girişimde bulunmak gerekir. Tanrı’ya uzanmak için ilk adımı atmak gerekir, bunun için de içimizin sevgi dolu olması gerekir.

Tanrı bize birbirimizi sevme gücünü, yaradılış döneminde erkek ve dişi olarak bölünmüş olan İlahi görüntüyü birleştirme gücünü verdi. Çünkü O, bu sayede O’nu nasıl seveceğimizi öğrenmemizi istedi.

Nasıl seveceğimizi birbirimizle olan ilişkilerimiz sayesinde öğreniriz. Ve maalesef yine bu sayede nasıl sevmeyeceğimizi de öğreniriz. Bazen birbirimizi kırarız. Ama en sağlıklı şekilde, bir başkasını sevmeyi öğrendiğimiz zaman, bu aynı şekilde Tanrı’yı nasıl seveceğimizi öğrenmenin de ilk adımı olur.

Av ayında anımsadığımız acı ve kayıptan sonra, sevgi bizim girişimimizle başlamalı. Burada, yeryüzünde, bize yukardan ışıldayacak olan Tanrı sevgisine hazır olduğumuzu göstermemiz gerekir.

Elul, Yahudi takviminde, ilk adımı attığımız dönemdir. Elul akronimlerinden bir tanesi şudur: “ani l’dodi v’dodi li” yani “ben sevgilim için varım, sevgilim de benim için var”. (Ezgilerin Ezgisi 6:3)

Elul ayında “ben” girişimde bulunurum ve “benim sevgilim” de aynı şekilde cevap verir.

Tora bize, Tanrı’nın cevap vereceğini garantiler. Bu her zaman sonucun bizim istediğimiz şekilde olacağını ifade etmez. Ama bir şey olacaktır, çünkü ilk adımı atmaktan daha güçlü bir şey yoktur.

Yahudiler Kızıl Deniz’e varıp umutlarını kestikleri zaman, Nahşon adında bir adam, kendini riske atıp suyun içine doğru yürüdü. Su ancak onun burnunun seviyesine kadar yükseldiğinde deniz yarıldı. Demek ki, inisiyatifi elimize alıp ilk adımı attığımızda denizler bile yarılır.

Kendinize sorun: Hayatınızda ne kadar sıklıkta ilk adımı atıyorsunuz? Sevdiklerinizle aranızdaki ilişkide ne kadar sıklıkta inisiyatifi ele alıyorsunuz? Ya Tanrı ile?

·       Günün alıştırması:

-Bugün sevdiğinize sevginizi göstermenin yeni bir yolunu bulun.

-Beklemeyin-güzel bir şey başlatın.

-Tanrı’nın sizden istediği bir şeyi yaparak O’na olan sevginizi ifade etmek için yeni bir yol bulun. 

 ***

#8

Elul 7

10 Eylül Salı

Elul ayında Tanrı bizi teselli etmeye gelir. Bu ay boyunca Tanrı çok yakınlardadır- tek yapmamız gereken Onunla buluşmak için harekete geçmektir.

Bunun anlamı nedir? Bütün sene boyunca kendi özümüzü kendimizden gizleyen birçok katmanlarımız vardır. Kendi iç benliğimiz ile dış benliğimiz arasında ayrılık vardır- gerçekte kim olduğumuz ve ne yaptığımız, ruhumuz ve eylemlerimiz. Elul ayında bu katmanların birçoğu soyulur. Ve eğer arzu ediyorsanız, kendi gerçek benliğinize ulaşabilirsiniz. Çünkü bu gerçek benlik, daha yüksek bir gerçekliğin ve tüm varoluşun özü olan Tanrı’nın bir parçasıdır.

Alter Rebbe, Elul ayında “Kral meydanda” diye yazar. Elul ayındaki olguyu açıklamak için, seyahatten evine dönen kral benzetmesini kullanır.

Kral uzun süre yolculuk eder; sarayını terk eder ve krallığının dışında uzak bir yere gider. Şimdi ise evinin yolunu tutar. Sarayına girmek üzeredir ve halkını selamlamak için dışarıdaki meydanda durmaktadır. Sonra sarayına girer ve tahtına tekrar oturur.

Alter Rebbe der ki, Kral meydanda olduğu zaman, herkesin, onun huzuruna çıkmak için dilekçe vermeden Kral’a yaklaşma, selam verme ve ihtiyacı olan şeyi isteme fırsatı olur. Kral’ın yüzünde bir tebessüm vardır, evde olmaktan mutludur ve resmi olmayan giysiler içinde bütün istekleri yerine getirmeye hazırdır.

Elul ayı böyledir. Roş Aşana’da ve Kipur gününde Kral sarayındaki tahtına geri döner.

Roş Aşana ve Kipur, bayram günleridir. Elul iş günlerinin ortasındadır. Bizler meydandayız ve hala normal yaşantımızı sürdürmekteyiz. Roş Aşana ve Kipur gününün enerjileri çok yüksektir, çünkü o günlerde Krala özel odasında ricada bulunuruz. Ama Elul ayında Kral’a kendi bölgemizde ricada bulunuruz.

Tanrı’yı bulmak için Roş Aşana ve Kipur gününü beklememizin gerekmemesi, umut dolu büyük bir mesajdır. Onunla buluşmak için şimdi dışarı çıkabiliriz.

Kendinize sorun: Eğer gerçekten Tanrı ile buluşmak için dışarı çıkabilseydiniz, Ona nasıl yaklaşırdınız, Ondan ne isterdiniz?   

·       Günün alıştırması:

-Tanrı’ya bir mektup yazın-Şimdi evinizin dışında, meydanda Onunla buluşacak olsanız ne söyleyeceğinizi yazın.

-Hayatınızda dünyevi bir ‘alan’ı kutsallaştırın ve ‘Kral’ın gurur duyacağı bir şey için kullanın.

***

#7

Elul 6

9 Eylül Pazartesi

TESELLİ ETMEK VE EDİLMEK

Elul ayının ilk haftası, Tişa BeAv’daki yıkılışın hemen ardından başlayan Yedi Teselli Haftasının dördüncüsüdür. Tanrı, Onunla ilişkimizi yeniden yapılandırmaya çalıştığımız (Moşe’nin Sinay Dağında yaptığı gibi) Elul ayında bizi rahatlatır ve teselli eder. Böylece bize Onunla kurulacak ilişkinin çift yönlü bir sokak olduğunu gösterir.

Midraş, bu yedi haftalık geçişin Tanrı ile bizim aramızdaki bir diyalog olduğunu açıklar. (Bu diyalog Elul ayındaki kendi iç gözlemimizi yansıtır):

Birinci hafta: Tanrı Tapınağın yıkılışından sonra, halkı teselli etmek için Kendi elçilerini, peygamberleri gönderir.  

İkinci hafta: Yahudiler elçilere, “Siz neden buraya geliyorsunuz? Biz Tanrı’nın gelmesini istiyoruz,” derler.

Üçüncü hafta: Elçiler geri dönerler ve Tanrı’ya “halk teselli bulamadı,” derler.

Dördüncü hafta (Elul ayının ilk haftası): Tanrı, halkını Kendi teselli etmeyi kabul eder ve halkını teselli etmeye başlar.

Beşinci hafta: Tanrı’nın tesellisi yoğunlaşır.

Altıncı hafta: Teselli daha derin ve güçlü bir seviyeye ulaşır.

Yedinci hafta (Roş Aşana’dan bir hafta önce): Yahudiler Tanrı’ya: “Senin tesellinle seviniyoruz” der.

Neden Tanrı en baştan halkını Kendisi teselli etmedi? Neden elçiler gönderip harekete geçmeden önce üç haftanın geçmesini bekledi?

Tanrı burada bize, her şeyden önce birbirimizle bağlantı kurma ve birbirimizi teselli etme gücümüz olduğunu öğretir. Ölümlü ve kolay incinebilir olabiliriz. Buna rağmen Tanrı, kırılgan ve güçsüz birinin bile başka birisini teselli edebileceğini söylüyor.

Güçsüz bir insan bir başkasını teselli edebilir. Savunmasız bir insan bir başkasını teselli edebilir. Teselli, bir insanın bir başkasına verebileceği en büyük hediyelerden biridir.

Kendinize sorun: Başkalarını, onların hayatlarının hüzünlü zamanlarında teselli edecek duyarlılığı geliştirdiniz mi? İnsanları teselli etmek için fırsatlar arar mısınız, yoksa bu tür olaylardan uzak mı durursunuz? Başkaları sizi teselli ederken nasıl bir deneyim yaşadınız?

·       Günün alıştırması:

-Birini teselli edin: hastanede yatan bir hastayı ziyaret edin veya kendini kötü hisseden bir arkadaşınızı arayın veya yalnız olduğunu bildiğiniz bir insana selam yollayın.

-Elul ayı boyunca teselliyi düzenli bir alışkanlık haline getirin.

 ***

#6

Elul 5

8 Eylül Pazar

DUYARLILIĞI GELİŞTİRMEK 

Rebbe Yosef Yitzhak çocukken, bir gün bahçede yürürken bir yaprak koparır ve onu parmağı ile ovmaya başlar. Babası “Sen ne hakla ağaçtan bir yaprak koparıp hiçbir neden yokken ona kötü muamele edersin?” diye onu azarlar. Rebbe büyüdüğü zaman bu olayın onun hayatında çok derin bir etki yarattığını anlatır. Bu, ona her şeye karşı duyarlı olmasını öğretir.

Eğer kişi bir ağacın üstündeki yaprağa karşı duyarlı olursa, her türlü canlıya, en önemlisi de kendi dostlarına karşı da duyarlı olacaktır. Tsedaka’nın (yardımseverlik), yani dünyanın üstünde durduğun üç temel taştan bir tanesinin özü budur. (Tora ve dua diğer iki tanesidir). Tsedaka eyleme dönüşmüş duyarlılıktır.

Tora’nın birçok uygulamasının hedefi, hayata karşı duyarlılıktır. Bazıları yanıltıcı bir şekilde basit görünürler- örneğin, yemekten önce edilen dua eylemi gibi.

Temelde, yiyecek için okunan dua, Tanrı’ya teşekkür etmek anlamına gelir. Bu insana mantıklı geliyor- birisi size bir şey verdiği zaman teşekkür edersiniz. Size yemek getiren garsona teşekkür edebiliyorsanız, onu yaratan Tanrı’ya da mutlaka teşekkür edersiniz.

Ama daha fazla inceleyecek olursak, bu kutsamanın daha derin bir anlamı vardır. Acıktığınız zaman yiyeceği hemen ağzınıza atmak istersiniz. Ama Tora, “hayır, bu şekilde yiyemezsin,” der. İlk önce çevreye, her bir çimen lifine, her bir canlı hücreye karşı duyarlı olmalısın, çünkü Tanrı’nın yaratmış olduğu her şeyde kutsallık vardır. Onu kutsamadığın sürece, yaradılışın bir kısmını tüketmeye hakkın yoktur.  

Birçok insanın sadece ezbere, duyarlı davranmadan dua okuduğu doğrudur. Buna mekanik Yahudilik diyoruz. Ama eğer kutsama kavramını anlayıp takdir edebilirsek, buna benzer küçük gündelik eylemler, hayatımızı duyarlı kılacaktır.

Kendinize sorun: Etrafınızdaki dünyaya karşı ne kadar duyarlısınız? Duyarlılığınızı arttıracak veya geliştirecek bir planınız var mı?

·Günün alıştırması:

- Yardım amaçlı bağışlarınızı arttırmak için, doğal eğiliminizin ötesinde özel bir çaba sarf edin.

-Evinize, işyerinize ve arabanıza bir bağış kutusu yerleştirin. Çocuklarınıza paralarının ve zamanlarının bir kısmını başkalarına vermelerini öğretin.

-Yemek yemeden önce, bir niyet ekleyerek, onu kutsamaya odaklanın, yemek üzere olduğunuz yiyeceğin içindeki manevi güce odaklanarak Tanrı’ya teşekkür edin.  

***

#5

Elul 4

7 Eylül Cumartesi

İÇİMİZDEKİ GERÇEK 

Pirke Avot der ki: “Tora öğreniminin derinliklerine dalmış kişinin dışında hiç kimse özgür değildir.” Aslında burada dinin tatbiki- Tora öğrenimi ve uygulamaları-özgürlükle özdeşleştiriliyor.

Buna rağmen, bazı insanlar dinin özgür kılıcı olduğunu düşünmezler. Aksine onun kısıtlayıcı, dogmatik ve baskıcı olduğunu düşünürler.

Bunun nedeni de gördükleri dinin insanoğlunun bir icadı olmasıdır. Onların bildikleri din, Tanrı’nın dini değildir, Tora’nın dini değildir. 

Eğer dinle ilgili deneyiminiz özgürleştirici değilse, o zaman insan yapımı bir tuzağa düştünüz demektir.

Özgürlük İlahidir; insan yapısı olamaz. İnsan yapısı olduğu anda, onu kontrol eden, ona sahip olup size satmak isteyen biri var demektir. O zaman din, köleliğin bir başka şekli olmuş olur; İlahi özelliğini kaybettiği için baskıcı olur.

İşte Tora bu nedenle verildi; kalıcı bir kayıt, herkesin başvurabileceği bir kaynak var olabilmesi için. Bunun sonucunda, Yahudilik, insanlar tarafından istismar edilmeye sürekli meydan okuyan benzersiz güce sahip bir din olarak varlığını sürdürdü.

Talmud, Tora’nın her birimize doğmadan önce öğretildiğini anlatır. Onun anlamı bizim ruhumuza işlemiştir; doğduğumuz an ise şuurlu bir şekilde onu unutmamız planlanmıştır. Ancak ‘gerçek’ yankılanır. O yüzden onu duyduğumuz an, içimizde tanırız.  Büyük ustalar veya hocalar bize zaten sahip olmadığımız bir şeyi veremezler; bize sadece bir konuda yardımcı olabilirler: içimizdeki gerçeğe doğru kendi yolumuzu bulmamıza .

Kendinize sorun: Dini ne derece baskıcı buluyorsunuz? Hayatınızdaki din ne derece insan yapısıdır? Ne derece kişinin kendisi tarafından yapılmıştır? Kaynağa hiç gittiniz mi? Yüreğinizin derinliklerinde yankılanan gerçekliği hiç duydunuz mu?  Ona kucak mı açtınız, yoksa onu red mi ettiniz?

·       Günün alıştırması:

Tek başınıza anlamlı bir gelişme yaşamayı başaramadığınız en azından bir alanda (dün belirtmiş olduğunuz), size yardımcı olabilmesi için düzenli olarak bir Tora sınıfına katılmak için kendinize söz verin. 

***

#4

Elul 3

6 Eylül Cuma

ÖZGÜR OLMAYI ÖĞRENMEK

Kendi kişisel esaretimizden kurtulma yolculuğunda, zarar veren kalıpları ve kişisel önyargılarımızı tanımlamak önemli bir adımdır.

Bir şekilde hepimiz kendi psikolojik şeytanlarımızın, sosyal standartlarımızın, ailemizin sözlerinin ve tavırlarının, sorumluluklarımızın ve yapmış olduğumuz hataların sonuçlarının, mesleklerimizin, işverenlerimizin veya işçilerimizin esiriyiz. 

Nasıl özgür olunacağını öğrenmek, Tora’da “Mısır’ı terk etmek” olarak ifade edilir.

Mısır’ın İbranice karşılığı Mitsrayim’dir ve kelimenin gerçek anlamı “dar” demektir. Bu da ister bağımlılık ister uyumluluk ister sübjektiflik olsun, hayatınızda engeller, sınırlar veya kısıtlamalar teşkil eden her türlü köleliği temsil eder.  

Özgür olmak için kişisel Mitsrayim inizi terk etmeniz gerekiyor. Ancak özgür olmak yeterli değil. Bir süre özgür olabilir ve daha sonra tekrar köle olabilirsiniz. İşte bu nedenle, İsrailliler Mısır’ı terk ettikten ve ilk kez özgürlüğü tattıktan elli gün sonra, bu özgürlüğü nasıl koruyacaklarına dair onlara yardımcı olacak bir kılavuz-Tora’yı aldılar.

Kendi hayatınıza bir göz atın. Kuşkusuz, kendinizi özgür, ilham dolu, her şeyi yapabileceğinizi hissettiğiniz zamanlar olmuştur, ama daha sonra eski kalıplar ve önyargılar tekrar devreye girmiştir. O ilhamı muhafaza edememişsinizdir. Değişme kararı bir süre devam etmiş, ama daha sonra onu sürdürememişsinizdir.

İşte bu aşamada İlahi Tora planının rehberliğine ihtiyaç duyarsınız. Tora size, ruhunuza nasıl ulaşacağınızı, hayatınızın her yönünde, uyandığınız andan uykuya daldığınız ana kadar, hatta uykudayken bile özgürlüğe nasıl kavuşacağınızı söyler.   

Kendinize sorun: Kendi ruhunuza ulaşmak için Tora’nın rehberliğini ne kadar kullanıyorsunuz? Tora’nın bu alanda öğrettikleri ile ne kadar aşinasınız?

· Günün alıştırması:

Hayatınızda yapmak istediğiniz, ama kendi başınıza anlamlı bir gelişme sağlayamadığınız ve bu konuda Tora’nın tarafsız rehberliğine çok ihtiyaç duyduğunuz bir alan belirleyin.

***

#3

2 Elul 

5 Eylül Perşembe 

Tanrı Avraam’a “yurdunu, doğduğun yeri, ebeveynlerin evini terk et ve Benim sana göstereceğim topraklara git” dediği zaman, bize yani Avraam’ın torunlarına, benliğimizi keşfetme yolculuğuna çıktığımız zaman, geride kendimize ait üç sübjektiflik şeklini terk etmemiz gerektiğini öğretir:

‘Toprakların’ sözcüğü, sübjektifliğin ilk seviyesi olan toplum ile cemaatin etkisini, akranlarımızın baskısını ifade eder ve bunlar içimize işleyerek bizi derinden etkiler. Hepimiz başkaları tarafından beğenilmek ve onaylanmak isteriz ve davranışlarımızı ona göre ayarlarız.

‘Ebeveynlerin evi’, sübjektifliğin ikinci seviyesi olan ailenin etkisini belirtir. Bu etki o kadar hafif görünebilir ki, onu fark etmeyiz bile. Çoğunlukla, ailemizin tutumlarının kendi iyi veya kötü tutumlarımıza nasıl derinden nüfuz ettiğinin farkına varmayız.

‘Doğum yerin’, üçüncü sübjektiflik seviyesini gösterir; bu da doğuştan gelen, insanın kendi kendisine olan sevgisidir. Her insanın kendi çıkarları, gözlerini kamaştırır ve kimsenin bu duyguya bağışıklığı yoktur.

Bu, ailemizden veya cemaatimizden öğrendiğimiz bütün iyi şeyleri bir kenara bırakmalıyız, demek değildir. Bu,  her şeyden önce, bu etkilerin davranışlarımızı, fikirlerimizi ve düşünce kalıplarımızı nasıl etkilediğinin farkına varmalıyız demektir. Ancak o zaman kendimizin kim olduğunu, ne düşündüğümüzün, ne bildiğimizin ve neye inandığımızı öğrenmeye başlayabiliriz.

Aynı şekilde, aslında kendi çapında bir günah sayılmayan kişisel önyargı veya kendini (fazlaca) sevme, bunu (farketmediğimiz) kabullenmediğimiz ve bunlar (dünyayı, insanları) görüşümüzü çarpıtmaya başladığı zaman bir günaha dönüşür.

Kendinize sorun: Gelenekleri (veya politik olarak doğru düşünceleri) hangi noktada körü körüne izlediğinizi ve hangi noktada üzerinde dikkatlice düşünerek ulaştığınız kendi gerçek yolunuzda olduğunuzu ayrıştırabiliyor musunuz?

Günün alıştırması:

-Dün cereyan etmiş kayda değer bir olayı seçin ve bu olayla ilgili olarak, yukarıdaki üç sübjektiflik seviyesi ile davranış ve tepkilerinizin nasıl şekillendiğini tanımlayın.

-Dün tanımladığınız zarar verici kalıbın bu davranışlarda ve tepkilerde nasıl bir rol oynadığını ifade etmeye çalışın.

***

#2

1 Elul, Roş Hodeş Elul’un ikinci günü

4 Eylül Çarşamba

ZARAR VEREN KALIPLARI KIRMAK

Moşe’nin Elul yolculuğu esasında yedi nesil önce Avraam’ın yolculuğu ile başlar.

Yaradılış Kitabında (12:1) Tanrı Avraam ile konuşur ve der ki: “Kendi topraklarından, doğduğun yerden, baba ocağından, Benim sana göstereceğim topraklara git.”

Bu insana çok garip geliyor, çünkü birine seyahat etmesini söylediğiniz zaman, varış noktasını ayrıntıları ile belirlersiniz, ama sürekli gidiş noktasını tekrarlamazsınız. Ne de olsa, kişi nereden yola çıktığını bilir.

Ama burada, Tanrı Avraam’a kendi topraklarını, doğduğu yeri ve yuvasını terk etmesini söyler, yani o anda bulunduğu mekânı üç kez tarif eder. Daha sonra, varış noktasına gelince, Tanrı ona, adını vermeden, hatta nerede olduğu hakkında ipucu bile vermeden, sadece bir ‘ülkeye’ gitmesini söyler.

Tora’nın içsel boyutunu dile getiren Hasidik düşünce esasında bu pasuğun, Tanrı tarafından her birimize verildiğini açıklar: “Kendini keşfedeceğin bir yolculuğa çık. Senin gidişini engelleyecek her şeyi bırak. Ve o zaman sana senin İlahi ruhunun-gerçek benliğinin toprağını göstereceğim.”

Eğer kendi üst benliğini keşfetmek istiyorsan, bu keşfin sırrı burada yatar.

Birçok insan böyle bir yolculuğa çıkmak için ilham alır ve heveslenir; gerçekten de-kelimenin gerçek anlamında veya mecazi anlamda-eşyalarını toplarlar ve yola çıkarlar. Ancak bir süre sonra, tam olarak başladıkları noktaya geri dönerler ve aynı alışkanlıklarını tekrarlarlar.

İyi niyetler temiz ve gerçektirler. Gitmeye karar verdiğiniz zaman, gerçekten bir yere gitmek istersiniz. Ama o kadar çok yükünüz, o kadar ‘altın putlarınız’ vardır ki… O halde, anlamlı ve gerçek bir değişimin anahtarı, tam olarak yeni bir yere nasıl gideceğinizi bilmek değildir; sizi eski kalıplarınıza geri götürmemesi ve geleceğinizi şekillendirmemesi için, geçmiş yüklerden nasıl kurtulacağınızı bilmektir.

Kendinize sorun: Hayatınızın hangi alanlarında eski alışkanlıklarınızı tekrarlıyorsunuz? Size ne şekilde zarar veriyor?

Günün alıştırması:

-Önümüzdeki sene kurtulmak istediğiniz ve size zarar veren bir kalıbı bulun ve onu tanımlayın.

-Ondan kurtulmak için yapmanız gereken bir şeyi not edin.

***

#1

30 Av, Roş Hodeş Elul’un İlk Günü

3 Eylül Salı

SAYIM YAPMAYA HAZIRLIK

Bugün iki günlük Elul Roş Hodeş’inin ilk günüdür. Esasında, bugün aynı zamanda Av ayının son günü de sayılıyor.

Elul ayının diğer bir adı da hodeş haheşbon, ya da ‘muhasebe ayı’dır, çünkü manevi açıdan mali senenin sonuna düşer. Aynı şekilde, bu ay Roş Aşana ile başlayan yeni manevi sene için bir hazırlık ayı sayılır. Elul ayının bu iki teması, yani hazırlık ve muhasebe, birbirleri ile bağlantılıdır, çünkü geçmişimizi nasıl açıklarsak, geleceğimizi de böyle hazırlarız.

Elul sözcüğünün Aramice anlamı ‘araştırmak’tır. Bu ay boyunca, geçmiş senede yaptığımız hataları tekrarlamamak için, onları araştırır, inceleriz. Bu da, özellikle, bizim gerçekten gelişmemizi engelleyen ve takıldığımız unsurlara dürüstçe bir göz atmak demek oluyor.

Açıkçası, temel değişiklikler hemen oluşmuyor. Yine de, kendimizi ‘daha iyimize’ dönüştürmek mümkün ve bu dönüşüm ancak biz istediğimiz, kendimizi dürüstçe incelediğimiz ve üzerinde çalışılması gereken sorunları tanımlayabildiğimiz ve bu amaca kendimizi adadığımız ölçüde mümkün olabiliyor.

Kısacası, her birimizin Roş Aşana ve Kipur deneyimleri, bu büyük günler için nasıl hazırlandığımıza bağlı oluyor.

Emin olabiliriz ki, Tanrı yaşamı yarattığı gibi, onu değiştirme gücünü de bize vermiştir. Ve eğer Tanrı bize bazı kalıplar ve alışkanlıklar edinme yeteneğini verdiyse, ruhumuza bunlardan (bize hizmet etmeyenlerinden) kurtulma gücünü de vermiştir. Onları nasıl edindiysek, aynı şekilde onlardan kurtulabiliriz.

Tanrı’ya olan inancımız, umut ve değişime olan inancı da barındırmalıdır. Geçmiş hatalarımız için bağışlanacağımıza ve değişebileceğimize inanmalıyız.

Kendinize sorun: İnsanların kendilerini değiştirebileceğine inanıyor musunuz? Değişmek istiyor musunuz? Böyle bir karar almaya hazır mısınız?

Günün alıştırması: Bu ay yapacağınız muhasebe çalışması için hazırlamış olduğunuz günlüğü açın ve oraya yukarıdaki soruların cevaplarını kaydedin.

ELUL ve İÇE DÖNÜŞ

Senenin Sonu

Batı takviminde senenin son ayı olan Aralık ayının aksine, Yahudi takvimindeki son ay olan Elul ayı, genellikle Ağustos veya Eylül’e denk gelir. Elul, o dönemdeki bayramlarımız olan Roş Aşana ve Yom Kipur gibi Büyük Bayramlara ve yeni yıla hazırlık olarak kendimizi incelediğimiz ve kendimizle hesaplaştığımız bir ay olarak kabul edilir. Bu bakımdan, teşuva yaptığımız, yani pişmanlık içinde, asla geç kalmadığımızı, dua ederek kaderimizi değiştirebileceğimizi ve bağışlanacağımızı ümit ettiğimiz ve Tanrı’ya döndüğümüz bir aydır.

Elul ayı İlahi merhametin ayı sayılır, çünkü o ay Moşe, Tanrı’nın merhamet göstermesi ve bağışlaması için, son 40 gününü dağda geçirir. Moşe dağda iken, bir insanın Tanrı’yı en iyi tanıyabileceği mertebeye gelir ve Tanrı da ona “Merhametinin On Üç Özelliği”nin sırlarını açıklar ve öğretir. (Mısır’dan Çıkış 33:18-34:6-7) Elul günlerine bu yüzden, ‘lütuf günleri’ veya ‘merhamet günleri’ deriz, çünkü bu dönemde Tanrı Moşe’yi dinlemeye hazırdı ve Moşebağışlanma ve yenilenme yakarışlarında başarılı olmuştu. O günden sonra, Elul ayı İlahi merhametin ve bağışlanmanın ayı olur. 

Elul ayının böyle bir güce sahip olmasının nedeni budur-bu ay Kralın meydanda olduğu ve bütün halkı keyifle ve gülümseyen yüzüyle ağırladığı bir aydır. Merhametinin On Üç Özelliği her birimize ışık saçar. Elul ayı Tanrı ile Onun halkı arasındaki derin sevgiyi su yüzüne çıkarır. Bu nedenle, bu ayı ve Yom Kipur ile biten 40 günlük dönemin tamamını dualara, şofarsesine, iç hesaplaşmaya ve teşuvaya adıyoruz.

Elul ayının ruhsal enerjisini, isminin taşıdığı çeşitli anlamlarında hissederiz. Bu anlamların her biri, bu dönemde yapmamız gereken manevi çalışmanın farklı yönlerini yansıtır.

BİR İSMİN İÇİNDEKİLER

Kabala’nın mistik terminolojisinde, isim cennet ile dünya arasındaki aracı sayılır. Bunu, film makinesinin arasından parlayan beyaz ışığa şekil ve renk vermek için sarılmış bir filme benzetebiliriz. Işık, film makineye sarılmadan önceki gibi parlar, ışık değişmemiştir, o hala beyaz bir ışıktır. Ama ışık ile ona şekil ve kimlik veren perde arasına bir aracı girmiştir.

Bu benzetmede, ruhsal enerji beyaz ışık, isim de filmin kendisidir. Bir ismin İbrani harfleri ondan yayılan ruhsal enerjiye şekil ve kimlik verir. İşte bu yüzden, bir ismin çok büyük bir gücü vardır.

Elul adı dört İbranice harften oluşur:

Alef-“e”, “i” veya “a” olarak telaffuz edilir,

Lamed-“l” olarak telaffuz edilir,

Vav-“u”, “o”, veya “v” olarak telaffuz edilir,

Lamed –aynı.    

Elul ismi bir akronimdir, ya da şöyle söyleyebiliriz: Tora’daki beş farklı pasukta, dört harfinden her biri farklı bir kelime için kullanılmıştır: bu kelimelerin her biri de,bize Elul ayının ruhsal enerjisinin farklı bir yönünü anlatır.    

ELUL SÖZCÜĞÜNÜN BEŞ FARKLI KULLANIMI

1) Elul, Kral Şlomo’nun ‘Ezgilerin Ezgisi’ (6:3) olarak bildiğimiz çok dokunaklı ve manevi yönü çok güçlü şiirinin bir mısrasının harflerinden oluşur.

Ani l’dodi v’dodi li

“Ben sevgilim için varım, sevgilim de benim için var”

Elul sevgi ayıdır. Elul ayında Tanrı’ya ulaşma yolunu bulur ve geçmiş yıl yaptığımız hatalar ve işlediğimiz günahlar ile neden olduğumuz manevi yıkımı onarmaya çalışırız. Tanrı bizim girişimimize cevap verirken, O’nun bize olan sevgisini hissederiz. Bizler “ben sevgilim için varım” derken, aşağıdan yukarıya doğru, Ona ulaşırız; O da “sevgilim benim için var” diye bize yukarıdan cevap verir. Bu, aynı zamanda duanın da özünü oluşturur. Böylece Elul, Tanrı ile olan ilişkimizin karşılıklı olduğunu, diğer bir deyişle sevgi dolu bir ortaklığı ifade eder.

2) Elul, Megilat Ester’de hüznün sevince, matemin bayrama dönüştüğü, insanların birbirlerine lezzetli yiyecekler ikram ettiği, fakirlere hediyeler gönderdiği bir aydan bahseden bir pasuğu temsil eder.

İsh lerei’eihu umatanot la’evyonim

“Her kişiden dostuna ve fakirlere hediyeler”

Bu pasukta Elul ayının sevgi yönünü- özellikle iyilik ve yardımseverlik ile insanlar arasında yer alan bağlanmayı, birleşmeyi görürüz. Bunun yanında Elul ayı, Av ayının yıkımı ile Tişriayının bağışlayıcılığı arasında bir köprü vazifesi görür. Diğer bir deyişle, Elul ayı, bir teselli ve merhamet ayıdır.

3) Elul aynı zamanda, kazara bir başkasını öldürmüş bir kişinin, kurbanın ailesinin öfkesinden korunmak için kurulan “sığınak şehirlerden” bahseden Mısır’dan Çıkış Kitabında (21:13) bir pasuğun ilk harflerini oluşturur.

inah le’yado vesamti lash

Ona teslim ol, Ben senin için kuracağım…”

Tanrı’ya karşı işlenen her günah bir “cinayet” sayılır.  Çünkü tıpkı ölüm gibi, günah da hayatın amacını ve özünü ihlal etmek anlamına gelir. “Kasıtlı” değildir, çünkü her birimiz özümüzde iyiyiz ve bütün günahlar gerçek içsel niyetimizin farkında olmadan, bu niyetteki bir sapmadan ortaya çıkar.

Bu pasuk bize, Elul ayının takvimde bizim için bir zaman sığınağı olarak kurulduğunu anlatır-her koşulda ve her sene geri döner. Aynı zamanda, Elul’un Tora ile bağlantısını anlatır, çünkü bilgeler bize “Tora’nın sözcüklerinin birer sığınak” olduklarını öğretirler5. Elul bize bir barınak, kendimizi gözlemlemek, incelemek, bağışlanmak ve iyileşmek için kutsal bir mekân sağlar. Elul ayı, bundan sonra, kaza eseri işlenen hiçbir günahın ruhumuzun esas iyiliğine zarar veremeyeceğine karar verdiğimiz bir aydır.

4) Elul, Yahudilerin, günahlarının bedeli olan sürgünden sonra Eretz Yisrael topraklarına geri dönüşlerini anlatan Devarim Kitabında (30:6) bir pasuğun ilk harflerinden oluşur.

et levavcha ve’et levav

Senin kalbin ve (çocuklarının) kalbi:”

Bu pasuk, Elul ayının bir teşuva, ya da tövbe ayı olduğunu-bir pişmanlık, bağışlanma ve uzlaşma dönemi olduğunu, gerçek benliğimizi ve ruhumuzun özündeki Tanrısallığın kıvılcımını tekrar keşfetmek için eski zamanlara dönüş yaptığımız bir dönem olduğunu anlatır.

5) Elul, tersten okununca, Kızıl Deniz yarılırken İsraillilerin söylemiş olduğu, günlerin sonunda son kurtuluşu ima eden şarkıdan söz eden Mısır’dan Çıkış Kitabında (15:1) bir pasuğun harflerini oluşturur.

L’Hashem va-yamru leimor ashira

Bu şarkı Tanrı içindir ve şarkıda der ki “ben şarkı söyleyeceğim…”

Elul senenin son ayı olduğu için, dünyanın üstünde durduğu üç temel taşı olan-Tora, dua ve iyi davranışlar- ve bu temel taşlarını canlı tutan ve hedefe ulaştıran tövbe ve kurtuluşu, diğer bir deyişle varoluşun bütünlüğünü içerir.Ama her şeyden önce, bu ay bir umut ayıdır. Tanrı mükemmel olmayan bir varoluş yaratıp, ondan mükemmellik beklemez; bu nedenle, Elul ayı,bağışlanmanın ve kurtuluşun mutlaka geleceğine dair bir umut ayıdır. Şimdi, bu dönemde, her birimiz için bağışlanma ve kurtuluş imkanı, fırsatı vardır. Her sene bu ay, zamanın sonunda son kurtuluşu ve tüm varlığımızın amacının farkındalığını vaat ediyor. Tüm varlığımızın amacı, aslında bugünkü çabamıza ve çalışmamıza dayanıyor ve buna değer. 

YOLCULUK BAŞLIYOR

Şu sahneyi gözünüzün önüne getirin:

Evli biri, eşini en kötü şekilde aldatmıştır-ilişkilerinin özüne leke sürmüştür. Güven denen o narin şey kırılmıştır.

Ortaya şöyle bir sorun çıkıyor:

Zarar görmüş olan bu ilişki onarılabilir mi, böyle büyük bir ihanetten sonra tekrar kurulabilir mi?

 40 gün boyunca, “iman dolu bir çoban” arabuluculuk yapmaya çalışır. Tatlı sözler söyler, yalvarır, dua eder ve eşleri barıştırmak için elinden geleni yapar. Ancak tüm çabalar boşunadır.

Sorulması gereken soru:

Bu arabulucu pes mi etsin, yoksa barış çabalarında ısrarcı olmaya mı devam etsin? Bu göz ardı edilecek bir soru değil. İşin ucunda sadece ilişki değil, hayatın kendisi vardır.

İşte Elul ayının özü budur.

Yahudiler Tanrı’ya en kötü şekilde ihanet etmişlerdir: Tarihin en önemli anı sayılan Tanrı ile Sinay Dağında karşılaşma olayından sadece 39 gün sonra, Altın Buzağı’yı inşa ederler! Üstelik Tanrı’nın başka tanrılara tapmama emrini açıkça kabul ettikten sonra!

Yahudilerin ne yaptıklarını gören Moşe, Tanrı’dan aldığı taş levhaları parçalar ve halkının affedilmesi için dua etmek üzere dağa geri döner ve 40 gün orada kalır. Ancak boşunadır. Tanrı merhamet etmeyecek ve affetmeyecektir. Bu 40 günlük süreye ‘Gazap Günleri’ adı verilir. 

Ancak Moşe vazgeçmez. 40 gün boyunca bin bir şekilde rica ettikten sonra, soğukkanlılığını bozmadan dağa geri döner ve 40 gün daha orada kalır.

İşte Elul ayının gücü, Moşe’nin Tanrı’nın merhametine olan sarsılmaz inancından gelir. Bu güç, umudun gücüdür. Gerçek umut, durmak bilmeyen, ısrarlı ve sarsılmaz bir güçtür. Sonsuz umudun gücü-Tanrı’ya ve Onun sonsuz bağışlama ve merhamet gücüne olan sınırsız inancın, Tanrı’nın bize olan inancının, bizimle Tanrı arasındaki koşulsuz sevgi ve ‘tam’ inancın gücüdür. (Zira sonuçta, Tanrı’ya ihanet ettiğimiz zaman aynı zamanda, kendimize-ruhumuza, özümüze, İlahi isteğimize ve hayattaki en büyük görevimize ihanet etmiş olmuyor muyuz?)

Sonunda, 40 gün sonra, Kipur Gününde, Moşe’nin çabaları sonucunu verir.

Elul, Moşe’nin yolculuğunun öyküsüdür. Tehlikeye düşmüş olsa bile, gerçek ve kalıcı bir ilişki kurmanın öyküsüdür. Moşe’nin Elul deneyimi, ‘Kral’ın meydanda olduğu’ ve On Üç Merhamet Özelliğini ışık gibi saçtığı bu ay boyunca, bize özel bir sevgi ve merhamet enerjisi sağlar.  

---

60 DAYS - A SPIRITUAL GUIDE TO THE HIGH HOLY DAYS

BY SIMON JACOBSON 

60 Günlük Yolculuk- Ulu Bayramlara Spiritüel Olarak Hazırlık Kılavuzu

Umuda, sevgiye, içsel memnuniyete ve en derin amaçlarımızı ve hayallerimizi gerçekleştirmeye doğru

Çeviri: Lizet Deadato

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün