"Kazanmak ya da kaybetmek önemli değildir… Kaybedene kadar!" John McEnroe
Dünya tenisinin hırçın sporcusu ABD’li John McEnroe’nun bu sözü yarışmacı sporun özüdür. Bir yarışma yapılıyorsa amaç kazanmaktır. Eğer katılmak önemli olsaydı klasman diye bir şey tutulmaz, puan falan olmaz, ödül de verilmezdi.
Kaybedenler kulübünde önemli olan elbette katılmaktır, yenmek ya da yenilmek önemli değildir. Elbette spor bir oyun olarak kabul edilir ama oyunun da bir kazananı vardır. Sporculara erken yaşlarda bu gerçek işlenirse sağlam karakterli ve disiplinli sporcu bireyler yetişir. Kazanmak için kurallar ve etik değerler içinde her şey yapılabilir, yasaklı madde kullanımı hariç! Gerçi günümüzde yasaklı madde kullanıp yakalansan da “masörümün parmağı kesildi, bu maddeyi içeren merhem sürmüş, eline de eldiven takmadan yaralı parmağıyla sağ bacağıma masaj yapınca hop diye ciltten kana karışmış! Yoksa benim haberim yoktu; öğrenince işine son verdim. Suçsuzum hâkim bey!” diyorsun ve ceza falan almıyorsun hatta üstüne de gidip US Open şampiyonu olup 3,6 milyon dolarcık alıyorsun.
Evet, İtalyan tenisçi Jannik Sinner vakası tam olarak böyledir.
Neden bu skandalı göze aldı yetkililer?
Benim görüşüme göre, Djokovic sonrası BIG3 yokluğunda ATP ekonomisi sponsor girişi için gençlerden beklediği kıvılcımı göremedi. Elde kalan Alcaraz ve Sinner ise bu büyük ekonomiyi nasıl devam ettirecek belli değil. Zverev, Medvedev, Rublev, Tsitsipas jenerasyonu olmadı. Holger Rune, Ben Shelton ve Lorenzo Musetti gibi gençler ise henüz bırak tepedeki ikiliyi, aradakileri bile zorlayacak güçte değil. Eh böyle bir ortamda doping yaptığı kesinleşip puanı silinen ve ödülü elinden alınan Sinner’e bir de ceza verdin mi kim kimi izleyecek sezonun kalan major turnuvalarında?
Yani konu aslında Bill Carvin’in dediği gibi “It’s the economy stupid!”
2024 US Open işte Sinner’in zaferiyle kapandı çünkü son maçtı ve önceki gün kadınlar serisinde muhteşem bir şampiyona gördük; Belaruslu Aryna Sabalenka. Sinner gibi dolambaçlı yollara sapmadan, dedikodulara kendini malzeme ettirmeden tertemiz çıktı oynadı ve Amerikalı Jessica Pegula’yı yendi.
Yarı finallerin kendisi sürprizlerle doluydu
Herkes finali konuştu ama aslında konuşulması gereken yarı finallerdi.
US Open bittikten sonra bütüne bakıp cımbızla ayıklayarak birçok ‘ilk’ ve birçok ‘tarih yazma’ hikayesi bulmak en kolayı.
Biz de her konuda tarih yazıyoruz mesela ama bizim sportif tarih kitabının sayfaları boş olduğu için ne yazsan oluyor.
Bakın yarı finallerde ne vardı.
Kadınlar yarı final:
Jessica Pegula (USA) - Karolina Muchova (CZE)
Aryna Sabalenka (BEL) - Emma Navarro (USA)
Erkekler yarı final:
Jannik Sinner (ITA) - Jack Draper (UK)
Taylor Fritz (USA) - Francis Tiafoe (USA)
Bu sekiz sporcunun hiçbiri daha önce US Open kazanmamış hatta Sabalenka dışında final gören bile yok.
22 yaşındaki İngiliz Draper daha önce oynadığı beş Grand Slam turnuvasında ancak ikinci tur oynayabilmiş.
23 yaşındaki Emma Navarro katılma şansı bulursa ana tabloda tur geçemediği Grand Slamlerde ancak bu sene Wimbledon çeyrek finali görebilmiş. Fakat bu turnuvada dördüncü turda (R16) geçen yılın şampiyonu Coco Gauff’u turnuvanın dışına itmiş. Tabii Sabalenka mutlaka ağır gelmiş.
Son dört yılda, ikisi bu yıl Wimbledon ve Roland Garros olmak üzere dört Grand Slam şampiyonluğu çıkaran İspanyol raket Carlos Alcaraz’ın henüz ikinci turda 68 no bir Hollandalıya yenilip elenmesi, tenisin yaşayan ve aktif tek efsanesi Novak Djokovic’in de üçüncü turda Avustralyalı 28 no Popyrin’e teslim olması zaten yeterince ilginç sonuçların geleceğinin habercisiydi.
Sabalenka
Hani hep tartışır dururuz ya “Tenis zengin sporu mudur?” diye.
Şimdi bakalım…
JESSICA PEGULA: 30 yaşında Amerikalı. Babası milyarder işadamı Terry Pegula. Amerikan Futbol Liginde Buffalo Bills; Amerikan Hokey Liginde Buffalo Sabres ve Amerikan Lakros (Lacrosse) Liginde Buffalo Bandits kulüplerinin sahibi. Net varlığı 7,5 milyar dolar olarak tahmin ediliyor.
EMMA NAVARRO: 23 yaşında Amerikalı. Babası milyarder Amerikalı iş adamı Ben Navarro. Amerikan Credit One bankasının sahibi. Birçok spor yatırımı da var. Ünlü Charleston Place Oteli yanında turizm ve eğlence sektöründe sayısız yatırımları var. Kişisel servetinin 1,5 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Tenisle yakından ilgili. Altı ITF turnuvası düzenliyor fakat asıl büyük organizasyonu WTA 500 serisinden 1 milyon dolar ödüllü Charleston Open ile WTA 1000 / ATP Masters 1000 serilerinde oynanan toplam 10 milyon dolar ödüllü Cincinnati Open. Bu çok büyük bir organizasyon ve US Open öncesindeki son hazırlık turnuvası. İlginç bir şekilde aynı US Open gibi bu yılki Cincinnati Open şampiyonları da Sabalenka ile Sinner oldu.
TAYLOR FRITZ: 26 yaşında Amerikalı. Annesi Kathy May’in dedesi bugün Macy’s olarak bilinen ünlü zincir mağazaların 1910 yılındaki kurucusu. David May birçok zincir mağaza kurmuş ve 2000’li yılların başında neredeyse hepsi Macy’s tarafından milyarlarca dolara satın alınmış. Aile zaten çok zengin ve Taylor’ın annesi Kathy de Beverly Hills’de doğmuş. Fakat Kathy May de oğlu gibi bir profesyonel tenisçi, 1977 ve 1978 Roland Garros ile 1978 US Open çeyrek finalleri oynamış bir ilk 10 oyuncusu. Taylor’ın babası da profesyonel tenisçi ve Olimpiyat takımının koçluğunu yapmış, ödül almış bir sporcu.
JACK DRAPER: 22 yaşında İngiliz. Babası Roger Draper, İngiltere Tenis Federasyonu LTA yanında İngiltere’nin en yüksek spor otoritesi olan Sport England (bizim Spor Bakanlığı gibi bir yapı) başkanlığını yapmış. Bugünlerde de Amerika’nın ünlü Big-3 uluslararası danışmanlık şirketlerinden (diğer ikisi McKinsey ve Bain&Company) Boston Consulting Group (BCG) sportif danışmanlığını yapıyor. Maaşlarını tahmin etmek zor değil. Anne Nicky Draper’ın da eski bir tenisçi olduğunu söylemeye gerek yok tabii.
Jannik Sinner, Aryna Sabalenka ve Karolina Muchova’nın aileden bu çapta bir servetleri olmasa da ortanın üstünde bir gelir seviyesi olduğu çok açık. Sabalenka’nın babası bir buz hokeyci, Sinner’in ailesi kayakçı, Muchova’nın babası profesyonel futbolcu ve hâlâ Çekya liginde futbol antrenörü.
Genel olarak hepsinde ortak özellikler anne-babaları hatta dedeleri tenis ve başka sporlarla profesyonelce ilgilenmiş. Armut dibine düşer misali çocuklar da sporun bir parçası olmuş.
Pegula, Navarro, Fritz ve Draper örneklerinde ise çocukların yetenekleri büyük maddi imkânlarla desteklenmiş. Konuyu sadece ailenin serveti olarak düşünmeyin. Ortada bu ailelerin ‘bir telefon kadar yakın olduğu’ sınırsız imkanlara sahip bireysel bağlantıları var. “At şuraya bir milyon dolar” dediğinde “emrin olur abi” diyecek sayısız insana ulaşıyorlar.
Biz maalesef iş hayatı denilen şeyde ‘network’ değerini bilmiyoruz. Bazıları tek bir selam gönderip sorunu çözerken, bazıları da tırnaklarıyla kazımak zorunda kalıyor.
Yarı finalcilerin içinde diğerlerinden ayrılan ve tırnaklarıyla kazıyan tek bir sporcu var: FRANCIS TIAFOE.
26 yaşındaki Francis, Sierra Leoneli göçmen bir ailenin ikiz çocuklarından biri. Baba 1993 yılında, anne de 1996 yılındaki iç savaştan canını zor kurtarıp göç etmiş. Baba Maryland’de bir tenis merkezi inşaatında geçici işçi olarak çalışırken, tesis tamamlanınca bekçilik yapsın diye işe almışlar ve kalacak bir yer vermişler. Anne de bu arada hemşire olarak iş bulmuş. Ailede hiç kimse spor yapmamış, tenis nedir belki de inşaatta görmüşler. Paraları yok. Francis orada doğmuş ve 11 yıl tesisin içindeki lojmanda yaşamışlar. Eh yapacak bir şey olmayınca ve hayatları da tenis kompleksinde geçince çocuklar da top ve raketle tanışmışlar, dört yaşında. Francis sekiz yaşına geldiğinde kulüpteki bir antrenör olan Misha Kouznetsov yeteneği görmüş, özel çalıştırmış, turnuvalarına sponsor olmuş, yanında dolaşmış. Dokuz yaşına geldiğinde USTA turnuvalarında çocuğu fark etmişler, ‘artık bizdensin’ demişler. 14 yaşında Avrupa’nın en büyük junior turnuvası Fransa’daki LES PETITS’i kazanırken, 15 yaşında da Amerika’nın en prestijli Grade A serisi ITF JR turnuvası Orange Bowl kazanan en genç sporcu olmuş.
Francis Tiafoe ve diğerlerinin tenisten kazandıkları ödüller bugün iki haneli milyon dolarlar mertebesinde; sponsorluk gelirlerini tahmin edebilirsiniz.
Bu çocukların hepsi kesinlikle yetenekli, iş disiplinine ve ahlakına sahip sporcular. Parayla her şeyi satın alabilirsiniz ama yetenek yoksa yoktur. Parayla antrenör tutabilirsiniz, sporcu uçak biletlerini nasıl alıp, otel parasını nereden ödeyeceğim diye düşünmeden sadece maçına odaklanabilir ama parayla US Open yarı finali ve finali satın alamazsınız.
Fakat tırnaklarıyla kazıyarak yükseldiği açık olan Francis Tiafoe’nun motivasyonu bambaşkadır.
Son üç yıla kadar adı sanı duyulmayan, babasını beş yıl önce 43 yaşında kaybeden ve yıkılan, Grand Slamlerin gedikli ilk turlarının sıradan oyuncusu Sabalenka’yı 2023 ve 2024 AUS Open ile 2024 US Open şampiyonu yapan ne olabilir?
Sonuç olarak evet tenis zengin sporudur, parasız tenis olmuyor ama parayla da olmuyor. Profesyonel teniste başarılı olmak için size destek olacak bir federasyon, bir sponsor yani kurumsal bir yapı olmak zorundadır. Bu yapıdan destek almak için de Tiafoe gibi sizi keşfedecekleri bir ortamda yüksek performans göstermeniz gerekir. Para yoksa önce başarı sonra destek.
Fakat hepsinde gerek şart yetenekli, disiplinli, adanmış sporcu.
Para bunları sağlayamaz.
Para sporcuya Tiafoe’nun ya da Sabalenka’nın motivasyonu ve hırsını da sağlayamaz.
Helva yapmak için bütün malzemeler olsa da helva yapmasını da bilmek lazım ama iki gönül bir olunca samanlık seyran ancak Türk filmlerinde olur.