Albert Einstein, bir arkadaşıyla yürürken berrak bir gece gökyüzünün muhteşem görüntüsüne baktı ve şöyle haykırdı: "İki şey beni hayrete düşürüyor: Yukarıdaki Yıldızlı Gökler ve İçindeki Ahlaki Evren."
Dikkat dağıtıcı ve ihtiyaçlarla dolu dünya, düşüncelerin yönünü kendine doğru çevirdi böylece yukarıdaki ve içindeki evrenlere olan hayranlığı bir kenara bıraktık.
Albert Einstein'ın Evrenin Görelilik Teorisini bilim camiasına sunmasından yaklaşık 400 yıl önce, Isaac Luria adlı bir Mekubal, Ruh Evreninin iç penceresini öğrencilerine açıkladı.
Moşe Pasensya
Kadim Bilgeler şunu öğretir: Bir insanın yaratılışında üç ortak vardır. Yüce Tanrı, Baba ve Anne.
Baba, beyaz tohumu saçar ve bundan kemikler, sinirler, tırnaklar, kafasındaki beyin ve gözün beyazı oluşur.
Anne, deriyi, eti, saçları ve gözün siyahını oluşturan kırmızı tohumları yayar.
Ona bir ruh, çehresini, görme ve duyma yeteneğini, ağzın konuşma yeteneğini, ellerinin yaratma kudretini ve anlama yeteneğini Yüce Tanrı verir.
Bir boyacı bitkileri bir kazanın içine koyduğunda hepsi tek renk boya olarak ortaya çıkar, Oysa Kutsal Olan, Kutsanmış O, bir kadının rahmindeki fetüsü oluşturur ve kendi türü olarak ortaya çıkarır.
Yukarıda açıklandığı gibi babanın tohumu gözün akı gibi ayrı elementleri, ananın tohumu ise gözün siyahı gibi başka elementleri oluşturur. … Her biri ayrı olarak.
İnsan ruhu sadece bedenin düzgün organlarıyla bilinebilir. Bu organlar ruhun tasarladıklarını taşıyan mertebelerdir.
“İnsanın ruhu Tanrı'nın kandilidir." (Süleymanın Meselleri 20:27)
Dünyadaki birçok insan ölümsüz bir ruha inanır. Bilim adamı ise ruhun var olmadığını düşünür. Fransız filozof ve matematikçi René Descartes, "Filozoflar kelimelerin anlamı konusunda her zaman hemfikir olsalardı, neredeyse tüm anlaşmazlıkları ortadan kalkardı" der. Bu gerçeğin en güzel ve en yanlış anlaşılan örneği ruh kavramıdır.
Bir ruh daima ilahi, ürkütücü ve uhrevi olarak algılanır ancak sadece manevidir. Basitçe ‘fiziksel olmayan’dır. Evrendeki tüm fiziksel varlıkların (öğeler) daire içinde yer aldığını düşünürsek o zaman dairenin dışındaki tüm varlıklar tanım gereği fiziksel değil ruhsal varlıklardır.
Bir ruh, ‘yaşadığı’ canlı bedenle etkileşime girer. Bunun nasıl çalıştığı, çözülmesi gereken en büyük gizemlerden biridir. Manevi ile fiziksel şeylerin birbiriyle nasıl ilişkili olduğunu, ruhun bedenle nasıl ilişki kurduğunu ve onunla nasıl etkileşime girdiğini keşfetmemiz gerekiyor.
Adem'in yaratılışıyla ilgili hikayede Tora şöyle der: “Sonra Ebedi Tanrı yerin toprağından adamı şekillendirdi (Vayetser) ve burun deliklerine yaşam nefesi üfledi ve yaşayan bir can oldu”. (Bereşit 2:7)
İlahi ruh bölünmez bir özdür, ayrılmaz bir şekilde Aşem'e bağlıdır. Çünkü “Aşem’in payı, Halkı’dır." (Devarim 32:9)
Ruh, Sonsuz Olan'dan (Ein Sof'tan) yayıldığı için sonunda fiziksel bedenle giyinene kadar yukarıdan beş dünya aracılığıyla iner ve her geçtiği âlemde bir iz (kök) bırakır. Böylece, dünyaların her birinde tezahür eden ilahi vahiy/gizlenme seviyelerine karşılık gelen beş âlem vardır.
Bedenle örtülü ruh, ‘tzelem’ (Tzelem Elokim/Elokim’in İmajı) olarak adlandırılan ‘İlahi Form’un bir yansımasıdır. Tzelem, insan bedenini ve ruhunu birbirine bağlayan, fiziksel formun ruhsal kalıbı olarak tanımlanabilir. Buna ruhun ‘dış boyutu’ denir.
Aynı zamanda ruhu aydınlatan Sonsuz bir Işık vardır ki bu da ruhun ‘iç boyutu’nu oluşturur. Işığın bu yansımasına ‘demut’ (Demut Hashem/Aşem'in Benzeyişinde) denir. Böylece insan, en yüce maneviyattan en dünyevi fizikselliğe kadar tüm Yaradılışı içinde barındırır.
Tanrı ile Ruhun bağlantısı.
Ruh’un yapısı bir düğün pastası gibi çok katmanlıdır. Ruhun bu beş seviyesi arasındaki ilişki, ‘Dereh Hashem’e dayanarak (Zohar III : 25a'da) ‘Cam Üfleyici’ metaforuyla resmedilir.
Güzel bir cam kap yaratmaya karar veren zanaatkârı bir cam üfleyicisi olarak hayal ediyoruz.
Zanaatkârın zihnindeki benzersiz ‘yaratıcı fikir – Yehida’ düzeyine tekabül eder. Cam üfleyicinin kendisi, ‘yaşayan öz’ olan ‘Haya’ düzeyine tekabül eder.
Cam üfleyicinin ciğerlerini genişletme, ‘havayı toplama’ (içine çekme) işlemi, ‘Neşama’ (nefes) düzeyine tekabül eder.
Cam üfleyicinin borusundan aşağı hızla ‘hareket eden hava’, ‘Ruah’ (rüzgâr) seviyesine karşılık gelir.
Durağan hava (nafaş) borunun diğer ucundaki cam kapta ‘Nefeş’ seviyesine, yani bir bedende ‘dinlenen ruha’ (can) karşılık gelir.
Bu seviyeleri anlayabilmek son derece önemlidir zira Cam Zanaatkârını (Hashem’i) göremediğimiz için yarattığı esere bakarak O’nun hakkında bir fikir sahibi olmaya çalışırız.
BİR SOLUĞUN KOZMİK SENFONİSİ
Yehida – Mutlak Bir’lik.
“Oğlunu, Tek (Yehideha) sevdiğini – Yitshak’ı al ……..” (Bereşit 22:2)
Ruhun arzusu
Yehida, saf ve aşkın dünyanın orjinal Sonsuz Işığına (Ain Sof Or) yapışıp onu yansıtmaktır. Bu, Kutsal Olan'a doğal ve değişmez bir şekilde bağlı olan ruhun özüdür.
Rabi Şimon bar Yohay (Lamba), "Bu dünyayla bağlantımın olduğu günler boyunca, Kutsal Olan'a tek bir düğümle bağlıydım... O'nunla Bir’dim" şeklinde ifade eder. Bu, Aşem, O'nun Tora’sı veya halkı uğruna fedakârlık veya şehitlik anında ortaya çıkan ruh seviyesidir.
Yehida sözcüğü ‘tek’, ‘benzersiz’ anlamına gelen Yahid kökünden gelir. Bu nedenle ibadet etmek üzere gerekli olan on kişilik ‘kutsal birliği’ (minyan) oluşturan her bir ferde ‘yahid’ ismiyle hitap edilir. Bu Bene-Yisrael’in Yaratıcısıyla birleşmiş olan ruhunun Tanrısal Özü’nü temsil eder.
Ruhun bir Tekillik - Sonsuz ile bağlantı kurduğu noktadır. Ruhun bu iki yüksek seviyesi (Haya, Yehida) bedeni aşar. Yom Kippur ve diğer ender durumlar dışında nadiren vücutta tezahür ederler.
Haya – Kendini geçersiz kılmak
“İnsan (böylece) yaşayan bir canlı (Haya) haline geldi.” (Bereşit 2:7)
Ruhun yaşam gücü
Ruhun Haya denilen yönü, Atzilut Alemi (Yayılma Dünyası) ile ilişkilidir. Haya seviyesi dünyaları aşarak Haşem ile ‘İletişim Kurmayı’ ifade eder.
Haya'nın anatomik bir karşılığı yoktur çünkü bedende yer almamaktadır. Vücuda göre iyi dikilmiş ısmarlama bir giysi gibi dışarıdan çevreler. Bu nedenle saran ruh ‘dışsal’ (Taç) olarak adlandırılır.
Burada ruhun bilgisi, Yaratılış’ta tezahür eden İlahi niteliklerin içkinliğinde değil, Haşem'in ne olmadığını, yani O'nun sonlu evren tarafından nasıl sınırlandırılmadığını bilmektir. ‘İlahi Olanın Kutsal Alanı – Hiçlik Ülkesinin Evi’ başlıklı yazımda sıfır sayısı kavramını anlatırken bu konuyu işlemiştim.
‘Bittul’ olarak adlandırılan kendini geçersiz kılma (askıya alma) seviyesidir. Ancak Budist disiplininde olduğu gibi egoyu tamamen yok etmek anlamında değil onun üstüne giydirilen elbise (veya maske) olarak anlaşılmalıdır.
Arzulara karşı değil onunla birlikte hareket etmeyi öğrenen, bastırmak yerine iyileştirmeyi seçen kişinin ruhu bir ışık gibi şefaflaşmaya başlar. Işığın kendi varlığı (madde) olmadığı için de kaynağını yansıtmaya başlar. Bu mutlak gerçeğin bilgisine vakıf olabilmektir. Buna, Haşem'i ‘tüm varlığınızla’ sevmek denebilir. (Devarim 6:5)
Neşama - ilahi anlayış
"Tanrı, … Onun burnuna yaşam ruhu (Neşama) üfledi ." (Bereşit 2:7)
Ruhun ilahi enerjisi
Neşama kelimenin tam anlamıyla ‘nefes’ (Neshimah) anlamına gelir. Adem'in yaratılışıyla ilgili hikayede gördüğümüz gibi (Bereşit 2:7), nefes ile ruh bağlantısını şöyle anlayabiliriz; ağızdan ağza resüsitasyon kullanarak CPR uygularken, bunu yapan kişi kurbanın ağzına nefes vererek kurbanın ciğerlerine hava girmesi için zorlar.
Mecazi olarak, Adem'e hayat - bir ruh - üflemek için Tanrı'nın Kendi içinden ‘nefes vermesi’ gerekiyordu. Bu benzetme, ruhun Tanrı'nın bir parçası olduğunu ve O'nun Kendisinden ilk insana üflediğini anlamamıza yardımcı olur.
Neşama'nın birincil faaliyeti, ayetin belirttiği gibi, “Her Şeye Gücü Yeten’in soluğu (Nişmat) insana ayırt etme gücü (anlayış) verir" (İyov 32:8) aklın kavramsal anlayışıdır. Bu bilinç seviyesinde olabilmenin işareti zihin ilahi bir kavrama odaklandığında, tüm duyuların geçici olarak geçersiz hale gelebilmesidir. Bu durum kalbin kendinden geçmesi olarak tanımlanır. Kalpteki sevgi potansyelinin açığa çıkarma ve Tanrısallığı arzulamaktır.
Yahudi inancının odak noktası olan Şema duasında ifade edilen Haşem'i "tüm ruhunuzla sevmek” olarak anılır. Dünyaların Yaratıcısı olan Haşem ile birlik deneyimlemek olarak tanımlanabilir.
Ruah - İlahi duygular
“… Ve ruh (Ruah) onu veren Tanrı'ya dönmeden seni yaratanı anımsa” (Kohelet 12:7)
Kalbin emeği
Nasıl cam üfleyicinin elindeki boru, zanaatkârı şekillendirdiği kaba bağlıyorsa, Ruah da Yaradan'ın şekillendirdiği ve dirilttiği mahlûkatı ile nefsin alt tabakası arasındaki bağdır.
Ruah, ruhun bir sonraki adımı olan Tanrısallığın ifşa seviyesidir. Yetzira Alemi (Şekil ve İlişki Dünyası) ile ilgilidir ve ruhun bu bölümünü onaramak (Tikkun) üzere Pesah Çıkışı ile Şavuot Bayramı arasında her gün ilahi enerjinin farklı seviyeleri üzerinde tefekkür ederek duyguları uyandırmak üzere kırkdokuz gün boyunca saydığımız omer süreci ile bağlantılıdır. Buna ‘Kalbin Emeği’ denir.
İbranice Ruah sözcüğü ‘rüzgar’ anlamına gelir. Ruhun bu seviyesinin daha iyi anlaşılabilmesi için sanırım şöyle bir örnek yerinde olur. Ağacın dalından kopan bir yaprak nereye konacağını (düşeceğini) bilmez zira buna rüzgâr (Ruah) karar verir.
Nefeş - Fiziksel dünyanın farkındalığı
“Bir bedenin canı, (Nefeş) kana bağlıdır…” (Vayikra 17:11)
Arzuların gücü
İbranicede ‘dinlenmiş’ kelimesi nafaş’tır ve Nefeş sözcüğü ile aynı kökü paylaşır. Bunu Şemot 31:17’nci ayetten öğreniyoruz. “… Yedinci günde ise işi bırakıp dinlendiğine (vayinafaş) dair ebedi bir işarettir.”
Nefeş kelimesinin bu anlamı, ruhun insan vücudunda dinlenmeye başladığını ima eder. Cam üfleyici analojisinde bu, cam üfleyici tarafından dışarı verilen havanın erimiş camda durarak bir kap oluşturduğu son aşamaya karşılık gelir. “Tanrı'nın verdiği nefes, yaşayan can olan bir adamın bedeninde durur” (Bereşit 2:7)
Bu seviye gerçeklerin bir gözlemidir. Bedenin yaşam gücü olduğu için sadece fizikselliğe dair bir farkındalığa sahiptir.
Bu, bedene üflenen yaşam gücüdür. Ölen ve bedenle birlikte mezara giden bu kısmıdır. Tanrı; “Benim Ruhum insanda uzun süre barınmayacak; çünkü o insandır” (Bereşit 6:3). Burada eklenen fanilik unsurunu görüyoruz. Ruh bedenle ilişkisini ölümle sonlandırır.
Nefeş kelimesi Yunancaya ‘nefes’ anlamına gelen ‘psyche’ olarak çevrilir Sami dillerinde ‘iştah’ veya ‘arzu’ anlamına gelir. Dişil bir ruhtur. Bu nedenle, nefesin motor işlevlerinden yani vücudun eylemlerinden sorumludur.
Bu son üç seviye (Nefeş, Ruah, Neşama) ‘içsel’ (dolduran) olarak adlandırılır.
Platon (Eros, Thymos, Logo) ve Aristoteles'in (Nutritious, Sensitive, Rational) klasik felsefesindeki ruhun üçlü teorisi ve Sigmund Freud'un yapısal ruh modeli (İd, Ego, Süper Ego) arasında çok gevşek bir paralellik kurulabilir.
Son söz olarak; Ruhları düşünürken dikkatli olmalıyız. Ruhun ‘bedende’ veya ‘çevreleyen’ olmasından bahsederken, bu ifadeleri gerçek anlamda kastetmiyoruz.
Uzayda belirli bir konuma ve belirli bir şekle sahip olan insan bedeni, ruhun konumunu veya şeklini tanımlayamaz. Çünkü konum ve şekil, ruh gibi maddi olmayan hiçbir varlığa uygulanamaz. Bu konuşma dili ifadelerinin mecazi olarak anlaşılması gerekir.
Nefsin ilk üç seviyesi (Nefeş, Ruah, Neşama) beden ile ileri geri bir şekilde etkileşime girdiği kastediliyor. Felsefe dilinde ruhun bu seviyeleri içkindir. Ruh bedeni aydınlatır ve canlandırır.
Ruhun iki yüksek seviyesi (Haya, Yehida) için bedeni çevrelediğini söylediğimizde, bu seviyelerin aşkın olduğunu ve bedenin ışığı emme yeteneği ile orantılı olmadığı kastediliyor. Bedenle doğrudan değil, dolaylı olarak etkileşime girerler. Bedeni Haya seviyesine dayanan iradeyle (Ratson) yönlendirir ve haz – zevk (Ta’anug) duygusu şeklinde geri bildirim alır.
Tüm nitelikler özneldir ama haz duygusu en öznel olanıdır. Bu nitelik her insan için benzersizdir. Robotlar, ne kadar zeki olursa olsunlar asla zevk alamazlar. Bu nedenle asla insanlar gibi bilinçlenemezler. Yapay zekâ (AI) artık gündelik bir gerçeklik olsa da, yapay bilinç (öznel benlik) bir imkânsızlık olarak kalmaya devam ediyor. Çünkü yapay bir ruh olamaz.
Kimliklerimiz, ölümle birlikte ebediyen tanımlanan yaşam deneyimlerimizden oluşur ve böylece ebedi mirasımızı inşa ettiğimiz her güne kalıcı bir değer katar.
Kaynakça : Sefer HaZohar, Dereh Hashem (Ramhal), Dr. Alexander Poltorak (Fizik Profesörü), Sforno (Ovadia ben Jacob Sforno), Resimler; Orit MARTİN