Ruhun sembolü tütsü ve buhurdanlıklar

Tütsü yakımı ve buhurdanlıklar, tüm semavi dinlerde ve başkaca inançlarda yeri olan bir gelenek.

Nesim ŞALOM Perspektif
18 Eylül 2024 Çarşamba

Tevrat okumalarını takip edenler bilir: Yaz mevsimi ortalarına doğru, beşinci kitap Sayılar’ın 16:1-18:32 bölümleri arasındaki Korah Peraşası okunur. Bu peraşaya göre ezelden beri Musa Peygamber ile kardeşi Harun’a hasım olan ve Levi soyundan gelen Korah, Ruben soyundan Datan ve Abiram ile Pelet’in oğlu On, halkın içerisinden 250 fikir önderi ile birlikte Hz. Musa’ya başkaldırır. Korah yanındakilerle birlikte Musa ve Harun’a gelip onların liderliğini ve Harun’a verilmiş önder (Koen) sıfatını kabul etmek istemediklerini söyler. Musa’ya rakip olacak şekilde, ellerindeki buhurdanlıklarla tütsü yapıp (Ketoret) bunu Tanrı’ya sunmaya çalışırlar. Hz. Musa Tanrı’dan bu isyankarların cezalandırılması için yardım ister. Ama diğer taraftan da bu kalkışmada yer alan küçük bir grup yüzünden tüm halkın cezalandırılmasına da razı olmaz. Musa halkından, ertesi sabah buhurdanlıklarında tütsü yakarak herkesin toplanma çadırının (Mişkan veya Türkçe Mesken) önüne gelmesini ister. Musa’nın kardeşi Harun da buhurdanlığı ile orada bulunacaktır. Ertesi gün çadırın önünde toplanıldığında Tanrı tüm topluma görkemini gösterecektir. Öncelikle orada bulunan herkesin, isyankarlardan, Korah, Datan ve Abiram oğlu On’un çadırından uzaklaşmaları istenir. Ardından meydana gelen bir doğa felaketi (muhtemelen deprem) ile yer yarılarak üç isyankar ve yanındakiler yarılan toprağın içerisinde yutulup yok olur. Ellerindeki tütsü buhurdanlıkları da onlarla birlikte yutulur. Bunu gören halk korkuyla yanlarından kaçarak uzaklaşır. 

Fransız ressam, illüstratör ve baskı Görsel sanatçısı Paul Gustave Doré’ün (1832-1883) yaptığı 1863 tarihli ‘Korah, Datan ve Abiram’ın ölümü’ isimli gravürü. 

Tevrat’ın bu bölümü dinen, buhurdanlıklarla yakılan bir tütsünün önemini ve kutsiyetini ortaya koyan bir örnektir.

Koku ve maneviyat

Gerek üç semavi dinde gerekse Uzakdoğu inançlarında, güzel koku ve tütsü dini bir ritüeldir. Tüm bu inançlarda güzel koku ve tütsünün önemi duman ve buharlaşmadan gelir. Çünkü duman ve kokunun maddesel varlığı yoktur, ruhu ve maneviyatı temsil eder. Latince’deki ‘Spirit’ (kutsal) kelimesi aynı zamanda en uçucu maddelerden biri olan ispirtonun köküdür. Aynı sebeple, alkollü içeceklere de İngilizce ‘Spirits’ denir.

Diğer taraftan, günümüzde birçok mekânda güzel kokular yayması için kullandığımız tütsüler, Ortadoğu’da yakılmaya başlanmasıyla parfümeri sanatının temellerini oluşturdu. Parfüm kelimesi ise eski Fransızcadaki ‘perfumar’ kelimesinden o da, ‘per, içinden ve ‘fumar’, duman kökünden gelir. Ancak buhurdanlıklarda kullanılan ve güzel koku veren uçucu maddeler, parfüm veya alkol bazlı değildir.

Türkçede ise özellikle dini törenlerde, güzel kokular saçması amacıyla, yakıldığında dumanından veya durduğu yerde kendinden buharlaşarak havaya karışan maddeler, buhur olarak tanımlanır. Bu maddeler, MÖ 3000 gibi insanlık tarihi kadar eskilere dayanmakta olup kahinler ve rahipler tarafından, tanrıları kutsamak ve onlarla iletişimi sağlamak amacı ile kullanılmışlardı.

Dillerdeki anlamlarına değinmişken İbranca’daki anlamından da bahsetmek gerekir. Ortak Mezopotamya kökenine sahip Türkçe gibi, İbranicede de ‘ruh’ kelimesi karşılığı ‘ruah’dır. İbranca’da ruah aynı zamanda rüzgâr demektir, yani uçup giden, elde tutulamayan. Aynı kelime kökünden de ‘reah’ gelir. Reah ise koku yani rayiha demektir.

Bu noktada, etimolojisinin yanı sıra biraz ruhtan da bahsetmek gerekir: Ruhtan bahsederken de ister istemez bazı Kabalistik ifadeler sarf edeceğimden, sürçü lisan edersem affola: İbranice ruah yani ruh tek başına anlama haiz bir ifade değildir ve katmanlı olarak farklı manalara gelir. Zohar Kitabına göre ruhun sahip olduğu üç katman vardır. Bunlar Nefeş (נפש), Ruah (רוח) ve Neşama (נשמה)’dır. Tam olmamakla beraber bu manevi unsurların Türkçe karşılığı Nefes, Ruh ve Tin’dir.

En alt katman olan nefes yaşam faaliyetinin temel unsurudur. Açlık, sancı, sevgi, nefret, iğrenme, korku gibi temel dürtülerin hissedilmesidir. Bu katman Asiya (עשיה) yani eylemler dünyasının faaliyetleridir. Bir başka deyişle, nefese yani ruhun en alt katmanına, bu dünyaya gelen ve yaşamaya başlayan her insan doğuştan sahiptir. Dikkat edilirse bu düzeydeki faaliyetlerde beyinin bir farkındalığına pek ihtiyaç yoktur. Bedenin biyolojik faaliyetleri ile ilgilidir. Bu seviye için ruh, Tevrat’ta yazdığı gibi Tanrı’nın topraktan yarattığı insan bedenine burnundan üflediği nefesidir. Bedenin canlılığı sona erdiğinde tekrar burundan üflenen son nefes ile vücudu terk eder.

İkinci katman ruh, Yunancadan gelen ‘Psyche’ ile de ifade edilebilir. İnsan vicdanı, akıl ve mantığın ürünü olan insani değerleri ifade eder. İbranicede Yetsira (יצירה) seviyesidir. Üretme ve ortaya çıkarma eylemidir. Manevi faziletler, iyilikler, hasenat, adalet duygusu, ahlak ve erdemler bu katmanla ilgilidir. İkinci katman insanın edindiği huylarla karakterinin gelişmesi sonucunda sahip olduğu bilgi donanım ve muhakeme yetisiyle, kısaca akıl ve zihninin faaliyetleriyle gelişir. Bu özellikler, insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği olan bilinç veya şuur (Conscious)’dur. Bu seviyede insanın zihin faaliyetleri doğanın üstünde olan bir ilahi güce karşı sorumluluk duyar. Kalbi duyguları ile kendinden başka insanların da iyiliği için ortaya bir şeyler koyma ihtiyacındadır veya bunun tersini yaptığı zaman eksikliğini hisseder.

Ruhun en üst katmanı ise tindir. Bu seviye İbranice Bria (בריאה) seviyesidir. Tevrat’ın ilk ifadesi olan “Bereşit Bara” Tanrı’nın yaratma eylemidir. Bu katmana her insanın hayatta olduğu sürede ulaşması mümkün olmayabilir; bilgeliği ile aşkı insanüstü bir düzeye gelebilirse ortaya çıkar. Doğa üstü ve bazı Tanrısal mahiyetlere sahip olunması ile ilgilidir. Üçüncü katman insanın beyni, aklı ve tüm benliği ile içselleştirdiği bu dünyanın ötesindeki hayat veya bir başka şekilde adlandırılacak olursa öte dünyada varolma kavramına sahip olması ile ortaya çıkar. Bu seviyeye erişebilen bir ruha sahip biri, sadece yakın çevresine faydası dokunacak ahlaki erdemlerle donatılmış biri değildir. Böyle bir insan, bedeni yok olduktan sonra ruhu ile ebediyete intikal edebilen ve yaptıkları, insanlığın mevcudiyeti süresince fayda sağlayacak olanların ulaştığı seviyedir. Burada sözünü ettiğim sadece dinlerin ermişleri veya vahiylerin indiği peygamberler değil elbet. Dahi olarak adlandırılan ve tüm insanlığın gelişimine katkısı olan tarihteki şahsiyetler de bu seviyedeki bir ruha sahiptir. Newton, Da Vinci, Shakespeare, Mozart, Einstein gibi…

Yunancada ruhun Psyche olarak ifade edilebileceğini belirttim. Psyche Yunan Mitolojisinde kelebek kanatları olan zarif genç ve güzel bir tanrıçadır.

Louvre Müzesinde bulunan, İtalyan heykeltıraş Antonio Canova’nın ‘Cupid ve Psyche’nin Aşkı’ heykelinin 1793 tarihli versiyonu. Eserde Psyche’ye aşık olan genç Eros onu öpücüğü ile uyandırıyor.

Kelebeğe benzetilmesi, bu canlının kısacık ömrü boyunca geçirdiği başkalaşımdır. Koza kabuğunun içerisinde yolculuğuna başladığında bir bedende hapsedilmiş durumdadır. Bu kabuk işlevini tamamlayıp yok olduğunda içinden çıkan öz harika bir güzelliğe sahiptir ve havaya doğru uçup gider. Mitolojik şair Orpheus da öğretilerinde, insandaki psyche olarak adlandırılan varlığın, kendisine hayat veren canı ve tanrısal kısmı olduğunu belirtir. Ölümsüzdür ama fiziksel bir bedende ve dünyada tutulduğundan dolayı acı çeker. Maddesel bedende kaldığı müddetçe nihayetinde özgür kalacağı yolda kendini geliştirir ve burada bulunması gereken süre tamamlandığında özgür olarak geldiği yer olan sonsuzluk alemine göç eder. Türkçede de ölen birinin arkasından ifade edilen “ruhu şad olsun” temennisi bu inanışa hizmet eder. Ölen bedenden çıkan kişinin ruhu, sıkıntılarından kurtulsun, mutluluk ve memnuniyete yürüsün temennisidir.

Ünlü Yunan filozoflardan Platon ve Sokrates de ruhla ilgili epey kafa yormuşlardı. Sokrates’e göre beden sadece maddesel bir varlık olmasına karşın onu yöneten ve yönlendiren ruhtur. İnsan ile özdeş olan vicdan da ruhun ürettiği bir olgudur. Sokrates’in bu sözlerine dayanarak Platon’un iddiası ise bir kişinin özü onun ruhudur. Bu öz maddesel olmayan ama insanı karakterize eden sonsuz varlıktır. Bedenin maddesel varlığı sona erdikten sonra da ruh farklı biçimlerde varlığını sürdürür. Platon da Kabala’ya benzer şekilde, ‘Phaedrus ile Dialog’ adlı eserinde, ruhu üçlü bir yapıda incelemek gerektiğini iddia eder. Ona göre Eros ruhun en alt katmanıdır. İnsanların temel bedensel gereksinimlerinin tatmin edilmesi ile doyuma ulaşır ve tutkularımızın bize egemen olduğu vakit bizi aşırı zevk müptelası yapar. Sevgiliye duyulan aşk, yeme içme arzusu, uyuma bu katmandadır. Thymos ruhun coşkularla ilgili etkinlikleridir. Bizi cesaretlendiren, şan ve onur veren eylemlere yönlendiren bu katmandır. Gurur, manevi tatmin hislerini ortaya çıkartır ama hırslara kapılanların da ruhlarını tehlikeli mecralara sürükler. Nous ise ruhun bilinçsel ve en gelişmiş özelliğidir. Zihinsel faaliyetlerle gelişir. Ruhun tutkularının dengeli bir şekilde ilerletilmesi ile benliğin aşkın bir hale gelmesi ve sonsuzluğa uzanmasıdır. Kabala’daki karşılığı ise Adam Kadmon’dur.

Platon’un ruh üzerine düşüncelerini sembolleştiren dahi sanatçılardan biri ise Rafaello Sanzio idi. Rönesans sanatının en meşhur eserlerinden olan Atina Felsefe Okulu freskinde, merkezde görülen Platon, öğrencisi Aristo ile heyecanlı bir şekilde konuşurken tablo sahnesinin ön tarafına doğru ilerlemektedir. Tanrısal ve manevi dünya ile ilgili olan Platon sol elinde kitabı Timaios’u tutarken sağ eliyle göğü ve maneviyatı işaret eder. Üzerindeki elbise, maddi varlığı olmayan ateş ve duman rengindedir. Buna karşılık bazen fikirleri ile çatıştığı yanındaki öğrencisi Aristo elinde dünyevi ahlak yasaları ile ilgili Ethyca kitabını tutmakta, sağ eliyle de yeri yani bu dünyayı işaret etmektedir. Giydiği kıyafet iki temel element, su ve toprağın rengi, mavi ve kahverengidir. 

Vatikan'da Stanza della Segnatura Şapelinde bulunan Raffaello Sanzio’nun Atina Felsefe Okulu adlı dev freskin merkezinde bulunan Platon ve Aristo figürleri. Bu eserde onlarca antik çağ filozof ve bilim insanlarına ait resimler ve eserler sembolize edilerek çarpıcı bir üslupla aktarılmıştır. Raffaello’nun kendisi de imzasını atmak mahiyetinde kendisini eserde resmetmiştir.

Dinlerde tütsü

Ruh hakkında bu tafsilattan sonra tütsüye dönecek olursak, yüzyıllar boyunca tütsüler, meditasyon, ferahlama, kötü kokuları bastırma, biyoenerji, çakra açma gibi amaçlarla da kullanılmış, aynı zamanda bir tedavi yöntemi olarak da görülmüştür. Aslına bakarsanız tıbbi tedavi amaçlı yapılan bazı tütsülerin de kökeninde, dini bir olgu şeklinde kötülüklerden arınma, içindeki şeytanı kovma, huzur bulma gibi ezoterik amaçlar yer alır. Semavi dinlerden önceki Pagan inançlarda da kullanılan tütsü, tek Tanrı’ya yapılan dua ve ritüellerde de yer bulmuş ve dini mimari de dahil olmak üzere birçok mekânda kullanılarak günümüze kadar gelmiştir. Evlerde yaptığımız kurşun dökme, kahve kavurma gibi adetlerde de koku ve duman ile kötülükleri kovma eylemi vardır. Pagan inançlarda veya tek tanrılı dinlerde farklılık gösterse de tütsü ve güzel koku geleneği aslında dinler ve kültürler için ortak bir payda oluşturur.

İslam kültüründe, Selçuklu Devletinde ve Osmanlı’da cami ve türbelerde, saraylarda, evlerde, tütsü yakmak yanı sıra kahve, gül suyu gibi koku veren ikramlar için de buhurdanlıklar kullanılırdı. Örneklerine halen müzelerde ve eski tablolarda rastlanan bu buhurdanlıklar kıymetli malzemeler ve ince işçilikle yapılırdı. Osmanlı işi buhurdanlıkların bir kısmı tombak adıyla da anılır. 

İslamiyet’te buhurdanlıklar: Sanatsal değeri olan dört örnek (soldan sağa)

-) Türk İslam Eserleri Müzesinde bulunan armudi gövdeli, bronz döküm işlemeli kubbe kapaklı buhurdanlık.

-) Osmanlı tarzı yakın dönem, Kalemkar İsmail Bülbül eseri, ajur süslemeli sivri külah kapaklı oyma desenli bakır işi selvi formunda buhurdan.

-) Topkapı Müzesi Saray Hazinesinde bulunan yabancı elçilere hediye edilmek üzere yapılmış altın kaplama buhurdanlık. 16. yüzyıl son çeyreği.

-) Türk İslam Eserleri Müzesinde bulunan altın kaplama, Firuzekari delik işi tekniği ile şekillendirilmiş, altın, gümüş, çeşitli maden, porselen ve cam parçaları ile bezeli buhurdan ve gülabdan. 16. yüzyıl sonu.

Bizans, Ortodoks ve Hristiyan dünyasında kilise ayinleri esnasında yakılan tütsüyü papaz elinde gezdirip kokunun etrafa yayılmasını sağlamak için buhurdanlıklardan istifade eder.

Yahudilikte Cumartesi bitiminden sonra, sinagoglarda edilen akşam ibadetinde, güzel koku salan bitkilerle bir şükran duası okunur (Bore mine besamim) ve elden ele gezdirilen gümüş buhurdanlıklar içerisindeki kuru karanfil koklanır. 

Yahudilikte buhurdanlıklar: İsrail Kudüs Müzesinde bulunan ve yapımları 1900’lerin başlarına tarihlen dört örnek (soldan sağa)

-) Cezayir işi, gümüş işleme ve kısmen altın kaplama. Üzerinde dua işlenmiş.

-) İstanbul işi, pirinç levhadan işlenmiş, oldukça yalın ve abartısız bir işçiliğe sahip. Benzerleri 500. Yıl Vakfı Müzesinde de görülebilir.

-) Muhtemelen Mardin, Suriye işi, gümüş telkâri zanaatı ile yapılmış, üst kısmında dörtgen şekilli taç yapraklar ve turkuaz taşlarla bezeli.

-) Benzer işçilik tekniğiyle, gene aynı orijinli, içerisine rayiha doldurmak için yan tarafında açılır kapak ve tepesinde güvercin süslemelidir.

Tevrat’ta da geçtiği üzere, ilk tek tanrılı din mabedi olan Süleyman Tapınağı’nın ayakta olduğu zamanlarda, Tanrı’nın kutsiyetine adanmış ve sürekli yanan bir ateş ile etrafa duman salan bir tütsü yakılırdı. 

Süleyman Mabedinde yakılan altın tütsü sunağının replikası ve onu yakan Baş Kahin (Koen Gadol)

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün