“Leyla ve Joel nikâh törenlerinde sizleri yanlarında görmekten mutluluk duyacak. Günlük ve biraz şık kıyafetlerinizi giyebilirsiniz. Kapılar 20:30´da kapandıktan sonra Leyla ve Joel evlilik yeminlerini edecekler. Ve işaret gelir gelmez eğlence başlayacak.”
DasDas Sahne sezona genç İngiliz kadın yazar Sam Holcroft’un ilk kez 2023’te sahnelenen yedinci oyunu ‘A Mirror’la girdi. İlksen Başarır’ın ‘Ayna’ adıyla çevirdiği, İlham Yazar’ın yönettiği oyunun ışık tasarımını Mustafa Bal, kostüm tasarımını Gül Sağer üstlenmiş, Müziklerini Ali Erel yapmış.
Oyun hakkında oyun yazmak, hele bunu oyun içinde oyun olarak tasarlamak çoklukla pek parlak sonuçlar vermemiştir. Sam Holcroft oyun içinde oyun hakkında, hem iyi kurgulanmış eğlenceli bir oyun içinde oyun yazmayı, hem de sansür, oyun yazarlığı ve düşünce özgürlüğü gibi konulara çok başarılı ve etkileyici bir eleştiri getirmeyi başarmış.
Neresi olduğu belirtilmeyen, olasılıkla post-komünist bir Balkan ülkesinin totaliter rejiminde tüm sanat eserlerinin Kültür Bakanlığınca onaylanması gerekmektedir. Bir tiyatro grubu, izin alınmamış bir oyunu sahnelemek için farklı bir yol bulur. Seyirciler Leyla ve Joel’in nikâh töreninin misafiri olarak içeri alınırlar; tören başladıktan az sonra yarıda kesilir ve yönetimin sansürcü ve baskıcı tavrını ortaya çıkarmayı amaçlayan asıl oyuna geçilir. Tabii ki bütün ekip, polis baskını korkusuyla, bir gözcünün işaretiyle anında gelinlikli çiçekli nikâh masasına dönmek için tetiktedirler.
‘Ayna’da her oyuncunun iki kimliği vardır. Damat (Uğur Uzunel), tamirci iken oyun yazmaya karar veren eski asker Adem’e, nikâh memuru (Aytek Şayan), Adem’i aşırı gerçekçi bulduğu oyunu için sorgulayan sansürcü Kültür Bakanlığı Direktörü Čelik’e, gelin (Begüm Akkaya) direktörün çaylak Stajyeri Mei’ye, sağdıç (Barış Gönenen) da yandaş oyun yazarı şımarık Bax’a dönüşür.
Direktör Čelik, Adem’in küfürbaz ve içkici komşularının yaşamlarını ve cinsel ilişkilerini bire bir yansıtan oyununu incelediğinde açık saçık ifadesine karşı çıksa da, genç adamın ham yeteneğinden etkilenir, ‘sanatsal dramaturgi’ eğitimi vermek için onu himayesine alır. Adem’i milliyetçi propaganda oyunları yazmaya yöneltmek amacıyla ona yol göstermesi için, yönetimin altın çocuğu yandaş yazar Bax ile tanıştırır. Ancak Adem’in saflık ve dürüstlükle gerçeğe sarsılmaz inancı, Bax’ın ve Čelik’in kurdukları ve inandıkları dünyayı sarsmaya başlar. Holcroft’un çok katmanlı metni tabii ki bu oyun içinde oyun içinde oyunla yetinmez, sürpriz finalde Serhat Barış’ın oyuna girmesiyle tüm kimlikler bir kez daha alt üst olur.
‘Ayna’nın esin kaynağı Holcroft’un 2011’de, kocası ve bir başka oyun yazarı ile birlikte Kuzey Kore’ye yaptıkları ‘yaşamlarını değiştiren’ yolculuk olmuştu. Holcroft’un “hayatım boyunca gördüklerime hiç benzemeyen bir tiyatro” diye söz ettiği Kore yönetimince onaylanmış seyahatte çift, Pyongyang City’de bir adadaki otelde kalmaya mecbur tutulmuştu.
Bu şaşırtıcı derecede ustaca kurgulanmış hınzır drama, baskıcı rejimlerde tiyatronun siyasi işlevi ve sansürün çok yönlü ikiyüzlülüğüyle ilgili önemli konularla birlikte, tiyatro yapmanın özünü de sorgular: Tiyatro, içinde yaşadığımız, zorlu ve tehlikeli dünyaya tutulmuş bir ayna mı olmalıdır? Amaç gerçekten de doğaya ayna tutmaksa, kimin aynasından ve kimin doğasından söz edilecektir? Sahnede gerçekliğin ahlâkı ve siyaseti olabilir mi? Tiyatro sanatının doğasındaki kurmaca ile totaliter amacın taraftarı veya karşıtı açılımlar nasıl bağdaştırılabilir?
1968 Ankara doğumlu, Ankara, Eskişehir ve Diyarbakır olmak üzere, Anadolu’nun saygın sahnelerinde çok önemli oyunlar sahneleyen, geçen yıl Kozaeli’nin ödüllü ‘Yaşamak Mı Yoksa Ölmek Mi’sini büyük başarıyla yöneten İlham Yazar, kentimizde sahneye koyduğu iki olağanüstü çalışmanın, 2015’deki ‘Antabus’ ile 2017’deki ‘Kayıp El’in ardından İstanbul’da üçüncü kez bir oyun yönetiyor. Sahnelemesinde ‘Ayna’nın sorguladığı toplumsal ve siyasi sorunları hiç göz ardı etmeden, hiciv ve mizahı da ustalıkla öne çıkarıyor. Oyunun doruklarından biri olan, dörtlünün ofis mobilyalarını kullanarak Box’ın oyununu canlandırdıkları sahne hem müthiş komik hem de son derecede sert bir eleştirel bakışa sahip. Bu müthiş etkileyici bölüm baskıcı rejimlerde, güya tarihsel gerçeklere dayanan, hamasi ve milliyetçi duyguları kışkırtmak dışında hiçbir işlevi ve sanatsal değeri olmayan yapımlarla sahne sanatlarının propaganda amaçlı kullanımını ustalıkla yansıtıyor.
İlham Yazar’ın ekibinin toplu oyunculuğu dört dörtlük. Aytek Şayan, yönetimin temsilcisi, gerektiğinde gücünü kötüye kullanmaktan çekinmeyen, hayranı olduğu tiyatronun insanların düşüncelerini etkileyebileceğine inanan, stajyerine yasak oyunlar okutan Čelik’e müthiş inandırıcı bir yorum getiriyor. Begüm Akkaya, edebiyat ve tiyatrodan tamamen habersiz, son savaşta cephede savaşmış eski asker Mei’nin her şeyi direktöründen öğrendikçe uysal ve itaatkâr stajyerden gerçeğin ateşli sorgulayıcısına dönüşmesini büyük başarıyla yansıtıyor.
Uğur Uzunel, gerçeği yansıtmayı takıntı olarak değil, tek insani davranış olarak yaptığını, işkence de görse, elleri de kırılsa o kırık ellerle baskıları yıkabilecek kişi olduğunu ustalıkla hissettiriyor. Barış Gönenen gerçekleri bilerek ya da bilmeyerek saptırarak ülke insanını göklere çıkaran milliyetçi kahramanlık oyunlarının seri imalâtçısı, yönetimin altın çocuğu, satılmış Bax’a tek kelimeyle olağanüstü bir yorum getiriyor. Bax’ın akıl hocalığı yapmak amacıyla tanıştığı Adem’in gerçekçi aynasında un ufak oluşunu yansıtması müthiş.
Ustalıkla kurgulanmış traji komik bir politik güldürünün parlak oyunculuklarla çok iyi yorumlanmış sahnelenmesi. Mutlaka izlenmeli. 04, 05, 21, 22 Ekim, 11, 21, 27 Kasım ve sezon boyunca DasDas Sahne’de.
‘İstanbul Fringe Festival 2024’
Kentimizde altıncı kez gerçekleşen, sınırları sorgulayan, alternatif ve yenilikçi işler üreten genç sanatçıların işlerinin sergilendiği uluslararası performans sanatlar festivali İstanbul Fringe Festival’in oyunlarını, çok yoğun programım yüzünden bu yıl istediğimden daha az sayıda izleyebildim.
Açılış, mutfağındaki bir kadının geçmişinin, bugününün ve geleceğinin çağrışımlarla gözlerinin önünden geçtiği belirtilen Yunanistan’ın ‘The Kitchen Dance - A House Trance Vocabulary’ dans gösterisiyle yapıldı. Hakkında belirtilenlerle izlediklerim arasında pek bağlantı kuramadığım, hiç etkilenemediğim bir çalışmaydı.
Japonya’da 1760-1849 arasında yaşamış ünlü ressam, oymabaskı ustası, tahta oymacısı ve ukiyo-e ressamı Katsushika Hokusai’nin hayatındaki iç çatışmaların dans ve dövüş sanatlarının karışımı ‘geibu’ aracılığıyla aktarıldığı ‘The Life of Hokusai’, Fringe’in doruklarından biriydi. Dans, müzik, görsel projeksiyon ve animasyonların kusursuz uyumunda, ‘Fuji Dağı Manzaraları’ baskı serisinden ‘Kanagawa’nın Büyük Dalgaları’nın görsel çeşitlemeleri ve gösteriyle sentetik bağlantısı olağanüstüydü.
Festivalin son günü Arter’de üç farklı etkinlik izledik. Mairi Pardalaki'nin Karamanlıca yazılmış iki dilli şarkılar ve mezar yazıtlarından esinlenen Türk-Yunan performansı ‘Dünya Maskara’, Türkçe ile Rumcanın müthiş uyumlu senkronizasyonunun beş kadının devinimlerine aynı güçle yansıdığı çok etkileyici bir gösteriydi.
‘Fringe Kısalar ‘24**’, Rüçhan Eylül Ercan’ın biriktirdiği imajları derlediği gölge gösterisi ‘Only Lonely’yle başladı. İstikrar ve değişim arasında, yere basmakla havalanmak arasında sürekli arayışın dansı ‘Rebound’da Yunanistan’dan koreograf dansçı Maria Manoukian’ın insansı bir varlığa dönüşmesi müthişti. İtalya’dan ‘Songs of Extincition’ ekosistemlerin ve bu ekosistemlerde yaşayan canlıların yok olma tehlikesine değinen, video gösterimiyle canlı bir dansçıyı birleştiren görsel işitsel bir projeydi. Festivalin son gösterisi ise sahnedeki iki hareketli varlık aracılığıyla toplumdaki bireysel bedenlerin imajlarını/algılarını araştıran, bedenlerin pazar mallarına dönüşmesini, çevre ve birey arasında gelişen karmaşık dinamikleri moda üzerinden aktaran ‘Bluff’ oldu.
Gelecek yıl Fringe’den çok daha fazla gösteriler izlemek umuduyla…