Doğumunun 100. yılında karizmatik İtalyan aktör, kızı Chiara ve eşi Catherine Deneuve´ün yer aldığı bir filmle anılıyor. Honoré´nin, efsanevi oyuncunun mirasını incelemek için çıktığı kişisel yolculuğunda, samimi ve duygusal tutumuna rağmen ikna edici olduğunu söylemek güç. İkinci filmimiz, En İyi Yönetmen Ödüllü ´Grand Tour´ ile Cannes defterini kapatıyoruz.
Christophe Honoré’nin ‘BENİM MARCELLO’M’u düş kırıklığı yaşatıyor.
1996’da aramızdan ayrılan, İtalyan sinemasının gelmiş geçmiş en büyük erkek oyuncusu Marcello Mastroianni’nin doğumunun 100. yılında, Christophe Honoré ‘Benim Marcello’m / Marcello Mio’ filmiyle, kızı Chiara Mastroianni ve eşi Catherine Deneuve eşliğinde anıyor. Film Chiara adlı bir sinema oyuncusunun hikâyesi. Chiara, kendi hayatı çalkantı içinde çıkışsızlık yaşarken, kendi kendine babasının hayatını yaşaması gerektiğine inanır. Kendini ciddi varoluşsal bir krizin kucağında bulan, oyuncu Chiara bir yaz babası gibi yaşamaya karar verir. Babasının Fellini’nin ‘Sekiz Buçuk’ filminde giydiği siyah takım elbise, gözlük ve şapkayı giyer. Tıpkı babası gibi verdiği emirlerle çevresindekilere inandırıcı gelir.
Babası gibi konuşan, davranan Chiara bunu öyle bir güçle yapar ki, etrafındakiler buna inanmaya başlar ve ona ‘Marcello’ demeye başlar. Annesi Catherine Deneuve’ün kızının yapmacık tavırlarını alaycı bir gülümsemeyle izlemesi ise filme mizahi bir ton katar. Chiara, eski sevgilileri arasındaki Melvil Poupaud ve Benjamin Biolay’ın da yer alacağı yeni bir filmin deneme çekimlerini, partneri Fabrice Luchini ile birlikte, yönetmen sivri dilli Nicole Garcia nezaretinde yapar. Kimlik krizi bunalımı yaşayan, çareyi babasının kimliğine bürünmekte bulan Chiara, filmin çekimlerini aksatıp Paris’ten Roma’ya gider.
Christophe Honoré şiirli bir film olan ‘Benim Marcello’m / Marcello Mio’ ile 7. sanata bir saygı duruşunda bulunmayı hedefliyor. Bunun için fetiş oyuncusu Chiara Mastroianni’yi, sinemanın unutulmaz figürlerinden biri olan babası karizmatik Marcello Mastroianni’yi canlandırmasıyla sağlamak istemiş. Filmin hasletlerinden biri nostaljinin tuzaklarına düşmemek olmuş. Fransız yönetmen Marcello Mastroianni’nin mirasını incelemek için çıktığı kişisel yolculuğunda, samimi ve duygusal tutumuna rağmen, ikna edici olduğunu söylemek güç. Chiara Mastroianni’nin babasını canlandırdığı, biyografik ögeler barındıran senaryosuna rağmen, Cristophe Honoré’nin, bu iki saatlik filminde beklentilere cevap verdiğini de iddia etmek güç.
Chiara Mastroianni’nin dışında, filmde kendilerini oynayan Catherine Deneuve, Fabrice Luchini, Nicole Garcia ve Melvil Poupaud gibi tümü öz kimliklerinden beslenen karakterlerin yanı sıra, Chistophe Honoré senaryosunda kurmaca ve incelikli karakterlere de yer veriyor. Yönetmenin bilinen titiz ve incelikli mizansenine rağmen, izleyici bu çok şey vaat eden filmde umduğunu bulamıyor. Film prömiyerini ana yarışmada yaptığı 77. Cannes Film Festivali’nde izleyici ve eleştirmenleri ikiye böldü. Fiziğiyle babasına olan benzerliği, yeteneği ve çizgi dışı performansıyla bu filmin yükünü omuzlarında taşıyan Chiara Mastroianni’yi övenler, filmi sinemaya yazılmış bir aşk mektubu olarak görenler, melankolik, duygusal, inandırıcı, sevimli ve özgün bulanlar ‘Benim Marcello’m’u tatminkâr buldular. Boşluklar barındıran senaryosunu yetersiz bulanlar, fazla uzun olan filmin sıkıcı olduğunu, düş kırıklığı yarattığını söyleyenler filmi beğenmedi. Ben bu ikinci gruptaydım.
Sinema dünyasına neşeli yaklaşımlı bu komedi filminin müthiş bir oyuncu kadrosu var. Chiara Mastroianni ikonik oyuncu babası Marcello Mastroianni’nin mirasının gölgesinde yaşamakla yüzleştiği filmde iyi oyunculuğunu kanıtlıyor. Babasıyla yaşadığı hatıralardan esinlenerek, babasının kimliğine büründüğü bu filmdeki rolü, usta oyuncunun zengin kariyerindeki en parlak performanslarından biri oluyor. Honoré Chiara’yı yedi, annesi Catherine Deneuve’ü on filminde oynattı. Ancak Deneuve’e rolü teklif ettiğinde reddedilmiş. Fransız sinemasının efsane divası “Kendi rolümü oynamak düşünebileceğim en sıkıcı şey olur” tepkisini vermiş. Ancak filmde kendilerini oynayan kızı dâhil dört sevdiği oyuncunun varlığı ve kendisine keyifli bir çekim süresi garantisinin verilmesiyle fikrini değiştirmiş. Chiara Mastroianni teklifi hemen kabul etmekle kalmamış, Christophe Honoré’ye senaryo yazılımında faydalanması için babası hakkında bilinmeyen detaylar anlatmış.
Yönetmen, senaryo ve roman yazarı Cristophe Honoré ile bitirecek olursak, 1970’de Fransa’nın kuzeybatısındaki Bretonya’da (Bretagne) doğan sanatçı kariyerindeki 15 uzun metrajlı filminin yarısıyla Cannes Film Festivali’ne gelmiş. İlk kez ‘17 Fois Cécile Cassard’ (2001) ile Belirli Bir Bakış bölümünde yarışan Honoré, beş yıl sonra ‘Dans Paris’ ile Yönetmenlerin 15 Günü’ne katılmış. Ertesi yıl en bilinen filmi ‘Les Chansons D’amour’ ile ana yarışmada, 2011’de ‘Les Biens Aimés’ile yarışma dışı olarak Kapanış Galası’nda yer almış. İki yıl üst üste ‘Plaire, Aimer et Courir Vite’ (2018) ve ‘Chambre 212’ ile Cannes’da ülkesini temsil etmiş. ‘Benim Marcello’m’ Honoré’nin Cannes’daki yedinci filmiydi. Honoré’nin uluslararası üç önemli film festivalinde kazanılmış bir ödülü yok.
CANNES DEFTERİNİ KAPATIYORUZ
Cannes Film Festivali’ne üçüncü gelişinde ilk kez ana yarışmaya seçilen Portekizli yönetmen Miguel Gomes ‘Büyük Tur / Grand Tour’ adlı filmiyle En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandı. Film, Güneydoğu Asya’da 100 yıl evvel yaşanan bir imkânsız aşk öyküsünü, kendisinden bucak bucak kaçan nişanlısını bulmak için takipçiliğini inatla sürdüren Molly adlı bir kadının yolculuğunu anlatıyor. Hikâye 1917 yılında Burma’nın Rangoon kentinde, Britanya İmparatorluğuna bağlı bir devlet memuru olan Edward’ın düğün günü kaçmasını ve kayıplara karışmasını anlatıyor. Evlenmeye kararlı olan Molly Edward’ı aramak için yola çıkar ve onun Asya’daki ‘Büyük Tur’unun izinden gider. İki nişanlı melankolik seyahatlerinde sayısız macera, sürpriz ve panik yaşar. Evliliğe kararlı olan, karşısına çıkan mükemmel bir erkeği reddeden, tropikal cangılların göbeğinde yolculuk etmekten korkmayan Molly, adeta Edward’ın kaçışıyla eğlenerek, kendisini Asya boyunca takip etmekten yorulmaz.
Jüri heyetinin şiirsel bir dille işlendiği için ödüle layık gördüklerini ilan ettiği bu film tipik bir Portekiz filmi. Ödül töreninden sonra Miguel Gomes yaptığı basın toplantısında: “Bir Portekiz filminin aday gösterilmesi, hatta ödül kazanması nadir görülen bir şeydir. Portekiz sinemasının 1960’lardan beri ona bir kimlik kazandıran bir tarihi var. Bu kimlik bazen içeride tartışılıyor; çünkü Portekiz filmlerinin zor olduğunu söylüyorlar.” Kendisine hararetle katılıyorum. Ağır ilerleyen temposuyla, donuk mizanseniyle, izlenmesi ve anlaşılması zor bu filme bir türlü ısınamadım. Bu siyah-beyaz dramayı kasvetli, fazla uzun, sıkıcı buldum. Cannes Film Festivali Direktörü Thierry Frémaux filmi beğenenler arasında: “Miguel Gomes’in Cannes resmi seçkisindeki ilk filmi “Grand Tour”, kısmen siyah-beyaz ama aynı zamanda renkli, büyük bir görsel ustalığa sahip bir film. Portekizli sanatçı ülkesinin ve Avrupa auteur sinemasının özel seslerinden biri.”
Film iki ayrı, ama birbirini tamamlayan zorlu sürecin kolajının sonucu üretilmiş; bir yandan 2020’nin ilk aylarında pandemi nedeniyle projenin ertelenmesinden önceki süreç, çok küçük bir ekiple Asya’da yapılan uzun ve meşakkatli yolculuk sırasında yapılan çekimler ve kısıtlamaların kaldırılması, Çin’in sınırları açmasıyla, 2022’de yapılan çekimler. Dört yıla yayılan bu zorlu sürecin jüriyi etkilediği düşünülebilir. 1972 Lizbon doğumlu Miguel Gomes aynı şehirde sinema ve tiyatro tahsilinden sonra sinema eleştirmenliği yaptı. Altı uzun metrajlı filminden ‘Tabu’ 2012 Berlin Film Festivali’nde FİPRESCİ ve Alfred Bauer Ödüllerini kazandı. Cannes’a ilk kez 2008’de ‘This Dear Month of August / Aquelo Querido Mes de Agosto’ adlı dokü-drama ile katıldı. Yedi yıl sonra Yönetmenlerin 15 Günü bölümünde gösterilen üç bölümlük, altı saatlik epik filmi ‘The Thousand and one Nights / As Mil e Uma Noites’ Palm Dog ödülü’nü kazandı.