Nevşehir Aşkenaz Yahudileri

Kültür&Sanat&Spor
1 Ekim 2024 Salı

Eli Erdem Demiröz

Dünyaya gelirken herkes beraberinde bir hikâye getirir. Kimileri bu hikâyeleri yaşamaya devam eder, kimileri ise eski hikâyelerini terk ederek kendilerine yeni bir yol çizer. Ben, atalarımın hikâyesini, kendi geçmişimi anlatacağım.

Ailemin kökenleri, diğer her bir Yahudi gibi, Avraham Avinu ile Ur şehrinde başlar. Oradan Harran’a, Harran’dan Mısır’a ve en sonunda İsrail’e uzanan bu yolculuk, Beit Amikdaş’ın yıkılışıyla Yahudilerin sürgün edilmesi sonucu Doğu Avrupa’ya kadar devam etti. Nihayet günümüzün Letonya ve Litvanya’sında, orta halli bir Litvak ailesi olarak yerleşip uzun yıllar burada yaşadılar. Ancak Napolyon savaşları ve Polonya-Litvanya Birliği’nin yıkılışıyla artan antisemitizm nedeniyle, Kırım üzerinden Ukrayna’nın güneyine doğru, diğer Yahudi ailelerle birlikte göç etmek zorunda kaldılar. Ancak, yüzyıllar boyunca peşlerini bırakmayan antisemitizm, maalesef burada da karşılarına çıktı. Nitekim 19. yüzyılın ortalarında, bu zorlu ve tehlikeli ortamdan kaçmak için yeniden yola çıktılar ve yol onları Orta Anadolu’ya getirdi.

Ukrayna’dan Türkiye’ye göç eden ailem, Nevşehir’de küçük bir yerleşim yeri kurdu. Bu köy, büyük büyük büyük amcam Abdi Şuel’in adıyla Abdi olarak anılmaya başlandı. Köydeki Yahudi yaşamına bakıldığında, aslında burayı bir İç Anadolu Ştetl'i olarak tanımlamak mümkündür. Şuel ailesinden başka Şeigam ve Lazuk isminde diğer Yahudi ailelerinin de bulunması köyün gerçekten tam bir Ştetl olduğunun kanıtıdır diyebiliriz. Bu ailelerin isimleri Türkçe’nin de etkisiyle zamanla Cüel, Cigam ve Lazuh haline gelmiş.

Litvak Haredilerinden gelen köklerimiz dolayısıyla ailem oldukça dindardı. Köye gelir gelmez inşa ettikleri ilk yapı, çocukların dinî eğitim alması için bir Heder Gadol oldu. Zamanla köyün ileri gelenleri bu yapıya Koca Oda adını verdi. Koca Oda, yıllar içinde hem sinagog hem de bet din olarak hizmet vermeye devam etti. Bu durumu, yalnızca ailemin bölgeye yerleşen tek Yahudi aile olmamasına bağlıyorum. Çünkü Sarılar kasabası, bölgedeki Yahudiliğin ruhani merkeziydi ve burada çok önemli Rabbi aileleri yaşıyordu. Bu rabbiler, çevredeki köylerde yaşayan Yahudilerin hem dinî hem de dünyevi meseleleriyle ilgileniyordu. Sarılar’da tüm bu işlerin yürütülmesi zamanla zorlaştığı için diğer yerleşim yerlerinde de sinagog ihtiyacı doğdu. Bölgedeki rabbilerimizden Rav Girş Kamber (N’’E) ve büyük büyük dedem Girş Şuel (Z’’L), Koca Oda’yı tam donanımlı bir sinagog ve bet din haline getirdiler. Öyle ki, Yahudiler her gün akşam yemeklerini bile burada yiyordu.

Ancak, atalarımın bu topraklarda da huzur içinde yaşaması mümkün olmadı. Baskı ve zulüm, içten içe hissedilen bir tehdit olarak hep varlığını sürdürdü; zaman zaman gölgeler altında yaşamak zorunda kaldılar. Bunun en çarpıcı örneği, Rav Girş Kamber’in oğlu Rav Tsadik Halel Altıok’un (N’’E) döneminde görüldü. 1. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla, tüm Türkiye gibi Nevşehir Yahudileri de bu savaşın etkisi altında kaldı. Rav Girş Kamber, beş oğlunu bu savaşlarda kaybetti. Yalnızca büyük oğlu ve kasabanın son rabisi olan Rav Tsadik Halel Altıok, yaşı nedeniyle askere alınmadı. Büyük dedem Avraham Şuel ve abisi Eli Şuel ise İstiklal Harbi’nin sonuna kadar cepheden cepheye koştu. Bu durum, köylerdeki Yahudi yaşamının aksamasına neden oldu. Ayrıca, köylere yerleşen softa hocalar, Yahudileri ve onların dinî önderlerini hedef aldı. Rav Girş Kamber’in başlattığı Koca Oda, bu sözde din adamlarının bölgeyi işgal etmesiyle birlikte zaman zaman jandarma baskınlarına maruz kaldı. Hacı Bektaş Veli’nin “72 millete bir nazarla bakmayan, halka müderris olsa da hakikatte asidir” sözünde bahsettiği zihniyet, sadece Anadolu’nun kadim halkına değil, benim aileme de düşman oldu. Yahudilere yönelik baskı öyle bir boyuta geldi ki, örneğin ata adı Tzvi olanlar, bu ismin Türkçe karşılığı olan Karaca soyadını aldı. Bir başka Yahudi ailesi ise kutsal kitabımız Tanah’taki “Güçlü Kaya” anlamına gelen Yalçıntaş soyadını benimsedi. Toplum içinde dikkat çekmeden yaşamanın belki de en kolay ama bir o kadar da zalimce yolu buydu.

Avanos/Nevşehir Yahudi cemaatinin değerli üyelerinden Çiğdem Rivka Algüney’in anıları, ailelerimizin yaşadığı baskı ve zulmü anlamak için önemli bir ışık tutuyor. Rivka Hanım’ın dedesi Hacı Mustafa (İbrani adıyla Binyamin) ve anneannesi Nahide, Nevşehir’deki sıkıntılı atmosferden bir nebze kurtulmak için Ankara’ya yerleşmişler. Aşkenaz olmalarına rağmen, Ankara’daki Sefarad cemaati içinde yaşamlarını sürdürmüşler. Mütevazı bir evde, Yahudi örf ve adetlerini yaşatmaya devam etmişler; Şabat’a ve Kaşrut’a dikkat etmişler. Hacı Mustafa, her Şabat günü balık ve şarap almış, eşi Şabat mumlarını yakıp hallah ekmeğini pişirmiş. Hatta zaman zaman Yahudi olmayan komşularını ziyaret ettiklerinde, küçük Çiğdem’i kaşer olmayan yemeklerden uzak tutmayı da ihmal etmemiş Nahide Nine… Ancak Nevşehir’deki soydaşlarının kaderi, Nahide Nine’yi Ankara’da da bulmuş.

Ankara’nın demografik yapısının değişimi, 1940’lı yılların sonlarına doğru, ailemi derinden etkilemiş. İç Anadolu köylerinden gelen muhafazakâr kadınlar, Nahide’ye türlü baskılar uygulamışlar. Genel toplum gibi giyinmeyen modern bir Yahudi kadını olan Nahide, onun kültürüne uygun olmayan bir pardösü giymeye, hatta mevlitlere ve Kur’an mukabelelerine katılmaya dahi zorlanmış. Ancak Nahide, bu baskılara rağmen, dininden ödün vermemiş; her akşam Şema’yı derin bir huşu içinde okumuş. Yaşadığı bu değişimler, Nahide’nin ruhunda derin yaralar açmış. Ömrünün son dönemlerinde, içe kapanmış, suskun bir kadına dönüşmüş. Atalarından kalan Yahudi emanetlerini sakladığı dolabın önünde, “Ben bu değilim, başkasının hayatını yaşıyorum, bana hayatımı geri verin!” çığlığıyla içindekini dışarıya dökmüş. Bu patlayış, suskunluğunun sonu olduğu gibi, yaşamının da sonunu getirmiş. Kısa süre sonra da ruhu aliya yaparak hep özlem duyduğu yaşamına Eden’de tekrardan kavuşmuş. Onun yaşadığı acı tatlı anılardan geriye, eşi Hacı Mustafa’nın Çiğdem Rivka ile mezarına koyduğu taşlar kaldı.

Hacı Bektaş Veli’den bahsetmişken, ailemin Hacı Bektaş Dergâhı ile ilişkisine de kısaca değinmem gerektiğini hissediyorum. Ailem, Nevşehir’e yerleştikten sonra, köylerine 32 kilometre uzaklıkta bulunan Hacı Bektaş Dergâhı ile temas kurmuş. Dergâh, aileme ve diğer Yahudilere kucak açmış, onlara akrabaları gibi sahip çıkmış. Bektaşiler, Yahudilerin inançlarını özgürce yaşaması için her türlü desteği sunmuş. Ailem de bu misafirperverliğin karşılığını, dergâhın vakfına katkıda bulunarak vermiş. Rabimiz Halel Altıok, dergâhın baba ve dervişleriyle yakın dostluklar kurmuş, onların evlerinde kalmış. Yahudiler ve Bektaşiler arasında kurulan bu dostluk, yalnızca kendi dönemleriyle sınırlı kalmamış, gelecek nesillerin de unutamayacağı barış köprüleri inşa etmiştir. Bu bilgileri, yalnızca ailemden değil, aynı zamanda Manisalı yaşlı bir Bektaşi babasından da duydum. Yahudi olduğumu öğrendiğinde,   -Nevşehir Yahudilerinden olduğumu bilmiyordu- bu hikâyeleri kendi anılarından arta kalanlara göre anlatmıştı. Ne acayiptir ki aynı bölgede bir yanda kendisinden olmayanı yok etmek uğruna ömrünü harcayan bir topluluk varken diğer yanda kendisinden olmayanı yaşatmak için kendinden vazgeçen bir topluluk var.

Mişna'da "Kahramanların kahramanı kimdir? " sorusuna bilginler şöyle cevap vermiştir, “Düşmanını yenen değil, düşmanını dosta çeviren kahramanların kahramanıdır”. Umut ederim ki mazinin düşmanları geleceğin dostu olurlar. Ve yine umut ederim ki günün birinde gölgeler altında saklanarak yaşamak zorunda kalan herkes kimliğini, etnik aidiyetini ve tarihini kucaklayarak gök kubbenin altında korkmadan yaşamaya başlar.

 

Heder Gadol’den  (Koca Oda) arta kalan istinat duvarı kalıntısı - Eski Abdi köyü/Avanos/Nevşehir.

Kaynak: Eli Erdem Demiröz

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün