Pelin Çakıcı, ilk kitabı ´Rachel Schnabel´in Yarım Kalmış Öyküsü´ ile tarihin en acımasız dönemlerinden biri olan II. Dünya Savaşı´nı, insani duyguların gücüyle harmanlayarak okuyucuları derin bir yolculuğa çıkartıyor. Çakıcı ile Gutenberg Yayınevi etiketli romanının çıkış hikâyesi ve yazarlık serüveni üzerine derin bir sohbete daldık.
2002 Edirne doğumlu Pelin Çakıcı'nın kitaplara tutkusu küçük yaşlarda başladı. Yazarlık tohumları içine ilk kez 2018 Aralık ayında Polonya'da bulunan Majdanek Toplama Kampı'nı ziyaret ettiğinde atıldı. Yakın tarih ilgi odağı haline geldi. 2022 yazında Erasmus stajı için iki ay Belçika'da bulundu; Fransa ve Hollanda'yı ziyaret ederek sanat ve tarihleri hakkında bilgi edindi. Savaş tarihine ilgisi sebebiyle araştırmalarını halen bu yönde sürdürmekte.
BİR YAHUDİ KIZLA BİR NAZİ ASKERİNİN TRAJİK AŞKI
Nazi dönemi üzerine bir hikâye yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Öncelikle teşekkür ederim. 2018 yılının Aralık ayında, ailemle birlikte Polonya’yı ziyaretim sırasında Lublin’deki Majdanek Toplama Kampını görme fırsatım oldu. Kamptan içeriye adım attığım anı çok net hatırlıyorum. 80 yıl öncesine ait anı ve acıların, o duvarların arasında hâlâ canlı bir şekilde hissedilebilmesi beni derinden etkiledi. Bu deneyimden sonra konuya dair okumalar ve araştırmalar yapmaya başladım. Ancak bu araştırmalar, 2021’de izlediğim Hitler’s Circle of Evil adlı belgesel diziyle birlikte gerçek bir tutkuya dönüştü. Diziyi bitirir bitirmez bir kitapçıya gidip, kollarımda tarih kitaplarıyla eve döndüğümü hatırlıyorum.
2022 yılına kadar okumalarımı ve araştırmalarımı sürdürdüm. Eylül 2022’ye geldiğimizde ise, iki aylık Erasmus stajımı Belçika'da tamamlamış ve artık tüm bu birikimlerimi bir eserde toplama arzusuyla dolmuştum. O eylül gecelerinden birinde, henüz bir kitap yazmaya karar vermemişken, genç bir kızın karanlık ve soğuk bir bodrum katında, önündeki mum ışığında hikâyeler yazdığı görüntüsü aniden zihnimde belirdi. Kendime şu soruları sordum: Bu kız neden bir bodrumda? Neden yazıyor? Ve onu bu noktaya getiren hayat öyküsü neydi? Ertesi sabah uyandığımda kalemi elime aldım ve kitabı bitirene kadar yazmayı bırakmadım.
Romanınızda Hitler'in iktidara gelişi, toplama kampları ve Kristal Gece gibi önemli tarihi olaylara yer veriyorsunuz. Bu olayların seyrini anlatırken, tarihi gerçekleri kurguya adapte etme süreciniz nasıl gelişti?
Hitler’in iktidara gelişi, toplama kampları ve Kristal Gece gibi olaylar, o dönemin mihenk taşlarını oluşturuyor. Bu olaylar, hikâyenin ilerleyişinde aniden köşeyi dönmenizi ve sizi neyin beklediğini bilmemeyi temsil ediyor. Tarihi gerçekleri kurguya adapte etme sürecim, öncelikle anlatacağım olayın içine girecek kadar kendimi eğitmekle başlıyor. Örneğin, Kristal Geceyi yazmadan önce o geceye dair kapsamlı okumalar yaptım, belgeseller izledim ve makaleler okudum; gözlerimi kapattığımda o geceyi canlı bir şekilde görüp tüm ruhumla hissedene kadar... Bu noktaya geldiğimde, artık gözlerimi kapatmadan da olayların akışını görebiliyor ve hissedebiliyorum; geriye kalan tek şey, doğru kelimeleri seçerek yazıya dökmekti.
Kurguya adapte etme sürecimin bir diğer boyutu, karakterleri oluştururken onların verdikleri kararların nedenlerini okuyucunun anlayabileceği derinlikte sunacak kadar katmanlı bir karakter gelişimi sağlamaktır. Bu bağlamda, tarihi kurgu yazarken karakterlerin kişiliklerini, yaşanan tarihi olayların ışığında geliştirmek en doğrusu. Çünkü bu tür romanlarda karakterler, dönemin bir yansımasıdır.
Bir Yahudi kız ile bir Nazi askerinin aşkından filizlenen hikâyede sevginin ve savaşın ortasında kalmış iki kişinin trajedisini okuyoruz. Bu tür bir aşk öyküsü üzerinden okuyuculara vermek istediğiniz mesaj nedir?
Rachel Yahudi bir kız, Hans ise bir Nazi askeri. Romanda aşk, sevgi, arkadaşlık ve fedakârlık gibi insani duyguların, kötülükten filizlenen her şeyden daha yüce olduğunu görüyoruz. Rachel ve Hans, umutsuzluk içindeyken bile kendi doğruları ekseninde hareket ediyorlar; bu da onların hikâyesini unutulmaz kılan unsurlardan biri. Bu bağlamda vermek istediğim ana mesaj, tarihin etrafımızda şekillenen bir varlık değil, tam aksine, aldığımız kararlarla bizim ellerimizde şekillenen bir canlı olduğu. Yaşadığımız zamanın bize atfettiği kıyafetlerin, adların, önyargıların ve ayrımcılığın ötesinde, değişmeyen tek kuralın yüreklerimizde hissettiklerimiz olduğunu vurgulamak istedim. Sonuçta, tarihin seyrini belirleyen, bizlerin verdiği kararlar ve aldığımız tutumlardır.
Bu romanda bir ters köşe yapıyorsunuz. Nazi olmayı reddeden bir SS subayı ve bu uğurda bir Yahudi kızı severek evinde saklayan birini kaleme alıyorsunuz. Başından beri bu ters köşe durumu planlamış mıydınız yoksa kaleminiz kendi kurgusunu mu yarattı?
Roman yazarken, ana taslağımı oluşturma serüvenimin en başında, romanın ana hatlarını net bir şekilde belirliyorum. Bu hatlar, hikâyede meydana gelecek temel ve önemli noktaları oluşturuyor. Daha sonra, çizdiğim bu hatların içini doldurmaya başlıyorum. Evet, Nazi olmayı reddeden bir SS subayının Yahudi bir kızı sevip evinde saklamasını önceden planlamıştım; ancak yere vurulan iki adım, son akşam yemeği ve son şiir gibi önemli noktaları yazarken kalemim kendi kurgusunu yarattı diyebilirim.
Yazarlık serüveninizden konuşacak olursak oluştururken ne tür rutin veya ritüelleriniz var?
Sabahları yazmaya başlamayı sevenlerdenim. Güne, kahvaltımı yaparak enerjimi topladıktan sonra, masamın başına geçerek başlıyorum. Bu saatler boyunca notlarımdan ve kaynaklarımdan yararlanarak yazı yazmaya kendimi tamamen adıyorum, fakat güneş battıktan sonra yazmamak gibi bir alışkanlığım var. Bu, yazmak istemediğimden değil; gündüz ışığında kendimi daha canlı ve verimli hissetmemden kaynaklanıyor.
Yazma sürecim sırasında, kulaklığımda yağmur sesi dinlemek benim için vazgeçilmez bir ritüel. Bu ses, dış dünyadan gelen tüm gürültüleri arkamda bırakarak, sadece yazacağım konuya odaklanmama yardımcı oluyor. Ayrıca bir fincan kahve olmadan da masaya oturmam.
İleride başka tarihi romanlar da kaleme almayı arzu ediyor musunuz? Özellikle ilgilendiğiniz tarihi dönemleri paylaşır mısınız?
Evet, kesinlikle! Şu an ikinci romanımı tamamladım ve editleme aşamasındayım. Tarih, yazma tutkumun önemli bir parçası ve II. Dünya Savaşı'nın yanı sıra I. Dünya Savaşı'na da büyük bir ilgi duyuyorum. Yeni kitabımda özellikle ANZAC konusuna odaklanıyorum. Bunun yanı sıra, Fransız Devrimi, Antik Yunan ve Rönesans gibi tarihi dönemler de ilgimi çekiyor. İleride başka tarihi romanlar kaleme almayı arzuluyorum.
Okurlarınızın hakkınızda bilmelerini istediğiniz ya da ilham aldığınız bir felsefeniz var mı?
İlham aldığım felsefeler arasında post-modernizmi örnek gösterebilirim çünkü post-modernizmin sunduğu çoklu anlatım biçimlerinden yararlanarak, tarihi gerçekleri sorgulayıp yeniden yorumlama sürecini oldukça kritik buluyorum. Bu yaklaşım, yazma serüvenimde derinlik katıyor ve hikâyelerimi zenginleştiriyor.
İlham aldığım bir başka felsefe ise, bir işe başladıktan sonra sonunu getirme kararlılığıdır. Eğer aklınıza bir fikir düşmüşse, onu son kelimeye kadar kovalamak ve peşini bırakmamak gerekir. Sonuç olarak, fikirler dünyasında yaşıyoruz ve her bir fikir kendi içinde eşsizdir. Bu bağlamda, benim felsefem, bu eşsiz fikirlerin peşine düşmek, onları keşfetmek ve yazıya dökme tutkusudur.