Daha dün bir dost buluşmasında kendi “yanlış” seçimlerinden muzdarip bir arkadaşıma yöneltildi bu. Soruyu duyar duymaz irkildim. Tekrar ettim yüksek sesle iki-üç kere.
Offf! İçindeki çocuk, sana emanet edilmiş çocuk.
İçimdeki titreşim bunun bendeki karşılığını merak etmeye başladı o andan itibaren.
Bu yazı ile biraz da bunu keşfetme niyetindeyim.
***
Güvenilir birine geçici bir süre korunması için bırakılandır emanet.
Güven özen ve hassasiyet getirir; kendine ait olandan daha fazla özen.
Çocuklarımız mesela… Halil Cibran’ın şiirinde dediği gibi
Çocuklar sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayatın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da, sizin değiller.
Emanet oldukları için bize; bu özen, bu ihtimam, bu her şeyin üstünde tutma hali.
Güvenilmiş de bize teslim edilmiş Hayat tarafından belli bir süre koruyalım kollayalım diye.
Sonra vakti gelince Hayat alıp onları kendi yollarına sokar. Bizle olduğu süre boyunca rahatı, konforu, güvenliği ve tüm temel ihtiyaçları en şahanesinden giderilir. Emanet sonuçta.
Çocuklarımıza gösterdiğimiz özeni kendimize gösteriyor muyuz?
Özellikle annelerde bu sorunun cevabı olumsuz. Annelik zaten o kadar idolleştirliyor ki kendini önemseyen anne sıkıntı! Anneysen kendini arka plana atman gerek sanki! O yüzden belki çocuk da yaparım kariyer de sloganı çok popüler olmuştu zamanında… Mümkün müdür gerçekten tartışmaları sürdü baya, hala da sürüyor!
Peki neden o zaman insan kendini, içindeki çocuğu görmezden geliyor, hatta ihmal ediyor? Kim bu içindeki çocuk?
Bilinçdışımızda sakladığımız çocuksu halimiz…
Kimselerin görmesini istemediğimiz halimiz.
Ne de olsa çocukken bir an önce “büyümek” değil miydi hepimizin arzusu?
***
“Çocukluğu anayurdudur insanın” çokça duyduğumuz bir ifade son günlerde öyleyse biraz yakından bakalım şu çocuğa. Hoş bir durumla ya da bir sorunla karşılaştığında uyanan şu içimizdeki çocuğa…
İnsanın çocukluk deneyimleri ile davranışları ve kişiliği arasında bağlantı olduğunu ilk ifade eden Freud olmasına rağmen içimizdeki çocuk kavramını literatüre kazandıran Carl Jung. Çocukluk dönemindeki hisler, bu hislerin yansımaları doğrultusundaki dünya algımız, anlamlandırmalarımız içimizdeki çocuk ile ilgili diyor Jung. Onunla bağ kurmak, onun ihtiyaçlarını, düşüncelerini, tepkilerini fark etmek ve anlamak insanın kendini daha iyi anlamasına, daha dengeli, daha otantik ve kendiyle barışık bir yaşam sürmesine olanak taşır. Bu bağı kurmak, onun kahkahasını ya da çığlığını duymak sanıldığı kadar kolay değil. Pasif agresif tavırlar, kaygı bozuklukları, mükemmeliyetçilik, kendini sabote etme, utanç, değersizlik, yetersizlik, herkesi memnun etme çabaları, terkedilme korkularının altında hep o içimizdeki çocukla bağ kurmama ya da kuramamak yatar. İçimizdeki çocuğun o yıllarda deneyimlemiş olduğu duygusal ihmalin karşılığında bir varoluş modelidir bu tavırlar.
İçimizdeki çocukla buluşmak için…
İçimizdeki çocuğu şifalandırmak o alanın ne kadar travmatize olduğu ile de ilintili olarak profesyonel destek gerektiren uzun süreli bir çalışmadır elbet yine de belki bu kavramlar ile şöyle içeri doğru merakla bakabiliriz.
Neydi sizin sadece “keyif” verdiği için zaman hiç bitmeyecekmişçesine yaptığınız şey?
Dirençli değilseniz işte içinizdeki çocuk yanı başınızda…
***
Koçlukla ilk tanıştığım yıllarda Thomas Harris’in ‘Ben OK’im Sen Ok’sin’ adıyla Türkçeye de çevrilmiş kitabı davranışlarımızı ve motivasyon kaynaklarımızı anlamama destek olmuştu.
Psikolojide Transaksiyonel Analiz kuramı olarak da bilinen insanın gözlemlenebilen üç ego halini anlatıyor Harris: Ebeveyn, Yetişkin ve Çocuk
Ebeveyn modu yetiştirildiğimiz kurallar, değerler davranış kalıplarıyla ilgilidir. Eleştirel yanımız, otoriter tavırlar ebeveyn modumuzda aktiftir.
Yetişkin mod ise mantıklı düşünme, problem çözme, tarafsız ve akılcı yaklaşımı temsil eder. Zaman zaman ebeveyni inceleyerek geçerliliğine bakmak, uygulanıp uygulanmamasına karar vermek ‘yetişkin’ modun işlevidir.
Çocuk ise çocukluğumuzla ilgilidir. Duygusal, spontan, içten, yaratıcı çocuk bazen de kabul görmek için geliştirilen davranış ve düşünceleri de yansıtır.
Bu üç hal hepimizin içinde var. Çatık kaşlar, ayakları yere vurmalar, kafasını okşamak, sırtını sıvazlamak ebeveyn halimizin aktif olduğunun işareti iken, dudak bükmeler, dil çıkartmalar, nanik yapmalar, küsmeler, bebeksi konuşmalar çocuğun aktif olduğunu gösteriyor.
Hangi halimizin etkin olduğunu keşfederek yaşamak, çocuğu duymak, ihtiyaçlarını gidermek ve yetişkin hali davet ederek seçimlerimizi destekleyerek motive, verimli ve kendinle barışık olmamız mümkün.
Koçlukta çok kıymetli bu farkındalıklar.
Yeni seçim yapabilmeyi, inanç kalıplarını kırabilmeyi, sorumluluk alabilmeyi, yaratıcı bakış açısı geliştirmeyi destekliyor.
Baştaki soruya geri dönelim: İçindeki çocuğa sana emanet edilmiş bir çocuk gibi bakabilir misin?
İçimdeki çocuğu fark edersem
İhtiyaçlarını, hayallerini, arzularını duyarsam… Verebileceklerimi verip veremeyeceklerimde yetişkin halimden destek alırsam…
Belki o zaman bana emanet bırakılmış birine gösterdiğim özeni göstermeye başlamış sayabilirim kendimi.
Alışmak lazım…
Çocuğu fark etmek lazım.
Kucaklamak, sarılmak, okşamak lazım.
Her zaman da doğrucu, kuralcı, odaklı, verimli, üretken, motive olmamaya da OK olmak lazım…
İçindeki çocuğa sarıl,
Sana insanı anlatır!
Çünkü
Masum değiliz
Hiçbirimiz…