Teolojik bakış açısından modern felsefeye hayvan sorusu
Levinas ötekinin filozofu olarak bilinir, peki insan-olmayan öteki olarak özellikle hayvan sorusuna ilişkin bize ne söylüyor? İnsanlar arasındaki etik ilişkiyi derinlemesine inceleyen Levinas, hayvanlar için nasıl bir çerçeve sunuyor? Levinas’ın insan merkezci düşüncesi, hayvanlara yönelik sorumluluklarımızı neden sınırlar?[1]
Levinas’ın Teolojik Bakışı ve Hayvan Sorusu
Levinas’ta temel sorun, birbirine bakan iki yüzün birbirine kötülük yapamayacağıdır. Ben ile ötekinin arasındaki bütün problemlerin iki gözün birbirine bakmasıyla aşılabileceğini düşünmüş. Peki, birbirinin yüzüne bakacak olan iki varlıktan birisi niye hayvan olmasın ve bunu niye dile getirmiş olmasın, Levinas?
Levinas’ın bu yaklaşımında teolojik bir perspektife sahip olması, bence ciddi bir şekilde rol oynuyor. Levinas özgürlüğü, Tanrı ile insan arasındaki eşitliğin özgürlüğü olarak düşünür. Yani burada mutlaka kutsalla olan ilişki vardır. Buradan hareket ettiğimizde, bu kutsalla olan ilişkinin temel aracı tabii ki kutsal kitabın kendisidir. Levinas kimi zaman kutsal kitabı kendine özgü yorumlasa da nihayet elindeki kutsal kitaptır; bu kutsal kitap da Eski ve Yeni Ahit yani Tevrat ve İncil’dir. Hıristiyanlık üzerine yapılan teolojik çalışmalar, insanın hayvan üzerindeki egemenliğinin doğal olduğunu ve Tanrı’nın istemine uygun olduğunu dile getirirler. Hayvanın bir alt sınıf varlığı olarak görülmesinde teolojik bakış açısını temel bir faktör olarak görebiliriz. Levinas’ta birbirine bakan iki gözden biri niçin hayvan olamadı sorusunun cevabını bu, veriyor bence.
Descartes’ın İlerlemeci Felsefesi ve Modern Dünyada Hayvanların Konumu
Descartes’ta da başka bir açıdan da olsa benzeri bir yaklaşım var. Descartes, modern zamanların büyük filozofu ve kurucusu. Modern zamanların temel felsefesi ilerlemeciliktir (progresivizm). Yani modern zamanların temelinde ilerlemeci, devrimci ve büyük aşamalar kaydedici bir öz olduğuna göre, bu özün oluşmasında tabii Descartes’ın ciddi bir payı vardır. Descartes zamanında iktisat bilimi yoktur fakat Descartes iktisat biliminin sahipleneceği temel kavramları düşünce dünyasına, daha sonra iktisat bilimine de ihraç etmiş görünüyor. Ne var bunun temelinde? Bunun temelinde, maddi olarak ilerleme sağlamak var. Bu da sonra başka düşünürlerin de gösterdiği gibi çoğu zaman sömürü gerektirir. Ve bu sömürülecek kaynakların içinde insan, tabii kaynaklar ve hayvan da olabiliyor. Bunlardan ne kadar çok verimlilik elde edilebilirse, o kadar çok üretim artışı ve karlılık sağlanacaktır.
Dolayısıyla Descartes da bir yanıyla teolojik görüşten beslense de, temelde, onun önereceği ve açacağı yol modern zamanlardır. Modern zamanlar da, söylediğim gibi, progresifisttir, ilerlemecidir. Ama ilerlemeciliğin temelinde genel olarak sömürü vardır ve ‘hayvan sömürüsü’ de bu sömürülerden biridir. Bu sömürü nihayetinde iktisadi olarak verimli olmalıdır. Hayvan sömürüsü üzerinden düşünürsek, hayvansal gıdanın verdiği enerji, otçul bir beslenmeyle alınamayacaktır. Hayvansal gıdanın kısa sürede vereceği enerjinin eşitini almak için, bundan kat ve kat daha fazla ot yemek gerekiyor. Doğada da bunu görüyoruz zaten. Etçil hayvanların büyük enerjisi, buna karşılık otçul hayvanların yavaşlığı ve sükuneti modern zamanların aslında düalizminin göstergesidir. Modern zamanların düalizmini bu iki beslenme türünde görebiliriz.
Levinas ile Descartes hayvanla ilgili olarak farklı bakış açılarından yola çıksalar da aynı yere varmaktadırlar. Descartes modernitenin özü ve felsefesini inşa ederken kaygılarından birisi olabildiğince rantabl (verimli) olmaktır. Olabildiğince hızlı ve olabildiğince yoğun üretip tüketmek Descartes için önemlidir. Öte yandan Levinas dünyaya teolojik bir bakış açısıyla baktığı ve felsefesini teolojik bir bakışla ördüğü için hayvanı öteki olma konumuna bile layık görmeyecektir. Çünkü teolojik bakışta, tersine ifadeler varsa da genel olarak insan tercih edilmiş yaratıktır.
Modern zamanlar her ne kadar ilginç bir şekilde Tanrı’yı yerinden ettiyse de insanın tercih edilmiş bir yaratık olduğu fikrinde bir devamlılık sağlanmıştır. Bu saptama bize zannediyorum ilginç bir şekilde hayvan sorununda birbirine zıt iki görüşün, aynı şeyi savunduğunun kanıtıdır.
Editörün Notu: Spinozyen düşünceler çerçevesinde konunun güncelliği ve Metin Sarfati’nin hayvan sorusuna duyarlılığı nedeniyle beş ay ele aldığı ve Spinoza’nın felsefesi ile bir bütünlük oluşturacağını düşündüğü “hayvanlar dizisi”, bu metinle sona eriyor. Ama anlıyoruz ki ister teolojik ister modern felsefi bir bakış açısıyla ele alınsın, antroposantrik yani insan merkezciliği anlayışı, insanı ayrıcalıklı ve tercih edilmiş bir varlık olarak konumlandırması nedeniyle hayvan hep ‘sorun’ olarak kalıyor. Hayvan, insanın kendi varlığını ve anlamını yeniden tanımlama sürecinde sürekli bir karşıtlık unsuru olarak kalıyor.
[1] Editörün Notu