10’lu yaşlarımın ortasındayım. Yaz gelmiş. Çanakkale, Dardanos’tayız. Otobüs durağının yakınındaki duvara bisikletimi dayıyorum, arkadaşlarımla Çanakkale’ye iniyorum. Saatler sonra döndüğümde kilitlemeden öylece bırakıp gittiğim bisikletim yerinde duruyor. Biniyorum, eve gidiyorum. Akşam az çok aynı yaşta olduğumuz arkadaşlarla kızlı erkekli toplanıyoruz, birbirimizi korkutacak hayalet hikâyeleri anlata anlata, bisikletlerle, o günün koşullarında bize göre uzak ve çok karanlık yerlere gidiyoruz. O sıralarda oralardan doğru düzgün araba geçmiyor, yol kenarında ışıklandırma yok, henüz o bölgelere yazlıklar yapılmamış, meyve bahçeleri var sadece. Şımarık çığlıklar ata ata gidiyoruz, yine çığlıklarla dönüyoruz. Gece 12 olunca herkes eve. Kimsenin ailesi de o saate kadar merak edip yollara çıkıp bizi aramıyor. Onlar da sohbette, çayda, okeyde, kâğıtta. Herkes gayet rahat, her şey ‘normal’.
20’li yaşlarımın başındayım. Üniversite çıkışı sık sık Taksim’e gidiyoruz. ‘Kız başımıza’ ya da erkek arkadaşlarımızla birlikte. İçiyoruz biramızı, şarabımızı, gidiyoruz sinemamıza, geziyoruz sergimizi, gece yarısı İstiklal Caddesini boylu boyuna yürüyoruz, sonra ben ‘karşıda’ oturan tek kişi olarak Atatürk Kültür Merkezi’nin yanından Bostancı dolmuşuna biniyorum, Bostancı’da iniyorum, ‘kız başıma’. Saat gece 1 olmak üzere. Evimle durak arası yaklaşık 15 dakika. Ara sokaklardan yürüye yürüye gidiyorum. Gayet rahatım. Anahtarımla giriyorum eve. Ertesi gün yine üniversiteye derse.
20’li yaşlarımın sonundayım. İlk kez tek başıma yurtdışına gidiyorum, Finlandiya’ya. Bir ay kalıyorum. Kızlı erkekli öğrenci köyünde keyfim yerinde. Yaz olduğu için güneş tam anlamıyla batmıyor, batarmış gibi bulutlar hafifçe kızarıyor sadece. Akşam saat 10’da ormanın içinde yürüyüşe çıkıyorum, ‘kız başıma’. Kimi zaman yanımdan insanlar geçiyor, kimi zaman dakikalarca kimseyi görmeden yürüyorum. Gayet rahatım. Gece 12’ye doğru orman yürüyüşümü bitirip odama dönüyorum.
30’lu yaşlarımın başındayım. Yine yurt dışına gidiyorum, bu kez İskoçya’ya, doktora araştırmam için altı ay kalmaya. Herhangi bir güvenlik sistemi olmayan pansiyonda ve çalışmamız için ayrılan binada yine kızlı erkekliyiz. Gece kapımı kilitlemiyorum. Kaldığım pansiyonla üniversite kütüphanesinin arası beş dakika. Pansiyondaki birkaç metrekarelik odam o kadar küçük ki, geceleri çalışırken çok sıkılıyorum. Gece 11 gibi çıkıyorum odamdan, yürüyerek kütüphaneye gidiyorum. Gece 3 gibi kütüphaneden çıkıyorum, yürüyerek odama dönüyorum. ‘Kız başıma’. Gayet rahatım.
30’lu yaşlarımın ortasındayım. ‘Kız başıma’ Atina’ya tatile gidiyorum. Kız erkek yaşanan bir evin, bir odasında kalıyorum. Ev epey büyük ama tabii ki zaman zaman evdeki diğer kişilerle karşılaşıyorum, balkonda sohbet ediyoruz. Gece uyurken kapımı yine kilitlemiyorum. Bazen akşamları dışarı çıkıyor, 11-12 gibi yürüye yürüye eve dönüyorum. Gayet rahatım. Aklımdaki tek şey acaba yarın nerelere gitsem, nereleri gezsem.
40’lı yaşlarımın başındayım. İstanbul’da, Feneryolu’nda oturuyorum, şehrin keşmekeşine karışmamak için, mümkün olduğunca mahallemin dışına çıkmıyorum. Pandemi ve ülkedeki dibi görülmeyecek denli derin ekonomik kriz sebebiyle, beş senedir yurt dışına da çıkamadım. 4,5 yaşında bir kızım var. Artık haberlere bakamıyorum, televizyon zaten yıllardır seyretmiyorum. Gece tek başıma dışarı çıkmayalı yıllar oldu. Kızımı parkta, havuzda, denizde, kesinlikle yeni tanıştığım birine emanet etmiyorum, gözüm hep üstünde. Çocuğunu parkta, denizde bana bırakıp “nasıl olsa başka bir anne ilgileniyor” diyerek kendisi telefonuna dalan ebeveynleri şaşırarak izliyorum. Kızımı nasıl koruyacağım, ona kendisini korumayı nasıl öğreteceğim, ona bir kadın olarak nasıl rol model olacağım derken mideme ağrılar giriyor, umutsuzluğa kapılıyorum. Nasıl da mutlu, nasıl da masum, nasıl da oyunbaz, nasıl da komik ve nasıl da hiçbir şeyden habersiz. Onun bu saflığı olmadık zamanlarda sinirlerimi bozuyor bazen, gözlerim doluyor.
Ona da hepimize söyledikleri zehirli yalanları söyleyecekler çünkü. Cumhuriyet’in yüzüncü yılını geride bıraktık, sene oldu neredeyse 2025, ama ona öğretecekler ki, “Erkek olmak daha değerli”; “Erkek olursan ailenin ve toplumun seni kayırma ihtimali daha fazla”; “Kadınsan kadınlığını bilecek, edepli olacaksın”, “Gece vakti hele de dekolte falan giymiş halde dışardaysan, e sen de aranıyorsundur!” “Çok dikkatli ol, erkeklerin tek istediği vardır, unutma, kendini koru!” “Kadınla erkek arkadaş olamaz, vardır orada bir şey, beraber yemek, bir şey üretmek, aynı evde kalmak, aynı öğrenci evi falan, aman ha!” “Eğlenilecek kadın olma, evlenilecek kadın ol”; “Evlenmezsen ortada kalır, öyle orta malı olursun valla, evlen ki başında bir erkek olsun, evini bil”; “Kocanı elinde tutmaya bak, gözü başkasına kaymasın, yuvana sahip çık”; “Kızım, içkisi yoksa, kumarı yoksa, kadın peşinde değilse, daha ne istiyorsun, sürdür gitsin işte”; “Çocuk şart, çocuksuz kadın olmaz, yap bir tane, gerçek bir aile olun.” “Annelik kutsaldır, kocanın gözünde merteben yükselir çocuk yaparsan”; “Sen annesin, cennet ayaklarının altında, çocuğun için sürdür evliliğini, çocuk hırpalanmasın”; “Erkekler aldatabilir, sen her koşulda yuvana sahip çık, ne demişler, yuvayı dişi kuş yapar”; “Çocuğunu gerçekten önemseyen, gerçekten anneliği tatmak isteyen kadın normal doğum yapar, sen sezaryen yapmak isteyenlere bakma, sık dişini, herkes yapıyor, sen de yaparsın”; “Sen artık annesin, işin ikinci planda, çocuğu ihmal etme, bakıcıların eline bırakma”; “Sen artık annesin, öyle canın isteyince gezmek yok”; “Ama çok kilo aldın bak, biraz kilo ver, spora falan git”; “Bak yüzün yıpranmaya başlamış, yaptır bir gençlik aşısı, botoks falan, toparlansın yüzün gözün”; “Bu yaştan sonra yeni sevgili/yeni eş falan bulamazsın, elindekiyle yetin, macera arama.” Ve daha niceleri…
Bu ülkede kadınlar susmayacak. Ne cinayetler, ne yasaklar, ne bunlara çanak tutanlar, ne şuursuzca çekilmiş kamu spotları, ne bile isteye yaratılan bu cehennem ortamı. Kadınlar susmayacak. Bu da böyle bilinsin.