İstanbul´daki Uruguay Başkonsolosluğu, Uruguay Eğitim - Kültür Bakanlığı ve Uruguay Dışişleri Bakanlığı´nın işbirliğiyle düzenlenen, Gerardo Mantero küratörlüğünde, tanınmış fotoğraf sanatçısı Oscar Bonilla´nın Schneidertempel Sanat Merkezi´ndeki ´Memories´ (Bellek) başlıklı sergisi, hüzün ve samimiyet dolu işleri ile izleyiciyi zamanda bir yolculuğa davet ediyor.
“Uruguaylı bir fotoğraf sanatçısı ile röportaj yapar mısın?” diye sorduklarında kilometrelerce uzak bir ülkeden bize bu kadar yakın biriyle karşılaşmayı beklemiyordum. Oscar Bonilla yaşını almış, hayatı hiç düz bir çizgide gitmemiş, yola veterinerlik ile başlayıp fotoğraf ile devam etmiş bir sanatçı. Yaşadığı zorlu yılları şiirsel bir dille, adeta bir masal gibi sükûnet ve nezaketle anlattı.
Şalom okuyucularına kendinizi tanıtır mısınız?
Uzun yıllar önce Montevideo’da (Uruguay) doğdum. Hiç düz bir hayatım olmadı, çok şeyler yaşadım. Uruguay çok ilginç bir ülke, 1973-1985 yılları arasında çok sert bir diktatörlük dönemi yaşamış olsa da güçlü bir demokrasiye sahip. Bu süre zarfında evlendim ve bir kızımız oldu. Kızım Cecilia altı aylıkken, öğrenci hareketlerinin içinde olduğum için Uruguay'ı terk ederek Buenos Aries'e gitmek zorunda kaldık, ama orası da korkunçtu. Bu sefer Birleşmiş Milletler aracılığıyla sığınma hakkı alarak İsveç'e geçtik. 1974-86 yılları arasında İsveç'te yaşadık ve ancak ondan sonra ülkeme geri döndüm.
Uruguay’dan ayrıldığımda üniversitede veterinerlik okuyordum. Ancak İsveç'te veterinerliğe ilgim azaldı ve yeni bir şeyler yapmak istedim. Küçük bir üniversite şehri olan Lund'da yaşıyorduk. Fotoğrafçılığı ve sanatı seviyordum, bunun üzerine Lund Üniversitesi Sosyoloji Enstitüsü'nde fotoğrafçılık ve iletişim okudum. 1986'da Uruguay'a döndüğümde bir ajans kurarak diğer fotoğrafçılarla birlikte fotoğraflar çektim. Güney Amerika'da bir hayli seyahat edip Avrupa'nın farklı ülkelerindeki müşterilerimize belgesel fotoğraflar ürettik. Daha sonra haftalık bir dergi olan Brecha Weekly’de sosyal ve kültürel konular hakkında fotoğrafçı ve yazar olarak çalışmaya başladım. Sonrasında ise Uruguay'da farklı üniversitelerde ve kurumlarda profesör olarak çalıştım. Kendi projelerime başladım; Uruguay, Arjantin, Brezilya, İsveç, Danimarka, Belçika, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Porto Riko, Kolombiya, Küba ve İspanya'da sergiler açtım.
Güney yarımkürenin güneyi Uruguay’dan kuzey yarımkürenin kuzeyi İsveç’e… Nasıl geçti bu yıllar?
Düşünsenize gitmek istediğiniz ülkeyi bile seçemiyordunuz. İsveç'te olmak bizim için tamamen sürpriz oldu. İklim, insanlar, kültür her şey farklıydı. Bizim kültürümüzde Yahudiler ve Hıristiyanlar vardı, oraya ise Luteryen bir kültür hâkimdi. İlginç yıllardı, diğer iki kızım da orada doğdular, yıllar içerisinde pek çok arkadaşım oldu. Aynı zamanda İsveçliyim. İsveçlilerden çok şey öğrendim ve bunun için çok mutluyum.
İsveç'te çektiğiniz ilk fotoğraflar ne türdeydi?
II. Dünya Savaşı’ndan sonra belgesel fotoğrafçılık, özellikle sosyal ve politik konularda çok güçlendi. Siyah beyazdı, renk yoktu. Her zaman mimariye ilgim vardı, fotoğraflarım hiçbir zaman yalnızca insanlarla ilgili olmadı. Uruguay'a dönüp dergide çalıştığımda basın fotoğrafçılığı yapmaya başladım. Ama aklımda her zaman sanatla ilgili kendi projelerimi üretmek vardı. Sekiz - dokuz yıl önce basından ayrılarak sadece kendi projelerimle ilgili çalışmaya başladım.
“Varlığımız ve bu dünyadaki yerimiz hafızaya borçludur; bu bağlamda, fotoğraf silinmez bir rol üstlenmiştir”
Fotoğraf sizin için ne anlama geliyor?
Zamanın akışı boyunca özenle toplanmış, farklı zamanlardan ve kökenlerden gelen albümlerle çalışmak, gizem dolu, anlatılmamış hikâyelerle yüzleşmemi sağladı.
Benim için fotoğraf ile hafıza arasında güçlü bir bağ var ve bunların da hayatımla önemli bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Örneğin, 13 yıl boyunca Uruguay dışında, ailemi görmeden yaşadım. Annemi ve babamı bu zaman zarfında sadece iki kez gördüm. Kız kardeşim ise ben İsveç'teyken öldüğünde yalnızca 32 yaşındaydı. Elimde yalnızca fotoğrafları vardı.
Bir sanatçı olarak hafıza sizin için ne anlama geliyor?
Bence, biz kişiler olarak hafızayız. Ben bir hafızayım, sen bir hafızasın, o bir hafıza... Biz bir bilgi, kültür, aile birikimiyiz, biz her birimiz birer hafızayız.
Ben aynı zamanda bir profesyonelim. Fotoğraf konusunda uzun yıllardır dersler veriyorum. Öğrencilerinize bir şey verirken daima düşünmeli ve düşüncenizin yansımasını almalısınız. Bugün sahip olduğumuz dünya ve teknoloji ile çok ilgileniyorum. Hep aynı şeyi söylüyorum, örneğin babamın kuşağıyla benim aramda, çocuklarımla aramda olandan daha fazla kültürel temas var. Peki, ne değişti? Özellikle teknoloji değişti ki, bu çok önemli. Bu sergimde aile albümleri ile çalıştım. Benim zamanımda aile albümleri çok önemliydi. Bir arkadaşınıza gittiğinizde oturur ve aile albümüne bakardınız. Bu normaldi, iletişim kurmanın bir yoluydu, bugün ise bu yok oldu. Her şey çok hızlı gelişiyor. Bu sergide yer alan albümleri ya farklı yerlerden aldım ya da buldum. Bazılarını çöpte buluyorum bazılarını da internetten satın alıyorum. Fotoğraflardakilerin kim olduklarını bilmiyorum ama bu resimler aslında birileri için önemli.
Bir şeyleri günümüze taşımak ve onlara yeniden hayat vermek de sanatın bir yolu bence. Örneğin bu fotoğraflardaki insanları gördüğümde iki şey hissediyorum. Saygı ve benim için bir gizem taşıdıklarını görüyorum. Çünkü onlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Buradaki bazı fotoğraflar, Uruguay'daki eski göçmenlik bürosundan. Uruguay'a zamanında farklı ülkelerden gelen göçmenlerden. Hatta fotoğraflardan birinde Yidiş bir yazı var.
Fotoğraflarda tül gibi bir şey var, bu nedir?
Bu tam olarak, zamanında fotoğraf albümünde sayfalar arasında kullandığımız ince kâğıt. Orijinal resimlerin bir kısmını örtmek için kullandım. Daha gizemli olsun diye. Ve tabii biraz da estetik nedenlerle. Gördüğünüz gibi bu sergideki fotoğraflarda birçok kadın var. Kadınların toplumda çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu fotoğraflarla onları onurlandırmak istiyorum.
Türkiye ile herhangi bir bağlantınız var mı?
Aslında biliyor musunuz ilk eşim Sefarad'dı. Kendisi Uruguaylı, Uruguay'da doğmuş, babası da öyle ama dedesi ve büyükannesi Sakız Adasından ve İzmir'den. Dolayısıyla Yahudi kültürüyle yakın bir temasım oldu. Dindar olmasalar da biliyorsunuz kültür Yahudiler için her zaman çok önemliydi.
İstanbul'u nasıl buldunuz?
Çok ilginç, mimari ve insan çeşitliliği çok olan bir yer, bu da çok ilgimi çekti. Ziyaretim sırasında birçok fotoğraf çektim. İstanbul'la ilgili çok sevdiğim bir diğer şey de kediler, hepsi çok güzeller. İstanbul'da olmaktan ve çalışmalarımı burada sergilemekten dolayı çok mutluyum.
Yaşına rağmen, Oscar Bonilla bundan sonrası için “elimde kırk - elli projem var” dediğinde, fotoğrafın ve sanatın kendisi için ne kadar önemli olduğunu, insanın yaşının rakamda değil ruhunda olduğunu bir kez daha anladım. Sonbahara girdiğimiz bu günlerde yolunuzun, herkesin kendinden bir şeyler bulacağı aile albümlerinin olduğu, bu özel sergiye düşmesini dilerim.