2013 yılında bu sayfaya yazdığım ilk yazı Rafael Nadal hakkındaydı. Uzun bir sakatlıktan geri dönmüştü ve ‘King of Clay’in geri dönüşü’ diyerek onun önündeki turnuvaları değerlendirmiştim. İdolün kimdi sorusunun cevabı benim için her zaman Rafael Nadal’dı, hala da öyle. Bu yüzden de bu sayfaya yazacağım ilk yazının konfor alanım olması, benim için duygusal bir bağı olması çok önemliydi. Geriye dönüp baktığımda da iyi ki yazmışım diyorum. O yazının üzerinden 11 yıl geçti ve bu 11 yıl içerisinde Nadal’ın kırdığı rekorlara, kazanmaya devam ettiği turnuvalara, maalesef devam eden sakatlıklarına, evliliğine ve en son da baba oluşuna şahit olduk. Şimdi ise bir gün ‘o gün’ün geleceğini bildiğimiz ama o haberi aldığımızda nasıl hissedeceğimizi, nasıl tepki vereceğimizi bilmediğimiz o ‘anlara’ şahitlik ediyoruz. Rafael Nadal, “Hayal edebileceğimden çok daha uzun ve başarılı geçen bir kariyere son vermek için uygun bir zaman” diyerek emekliliğini açıkladı… Onu son bir kez daha Kasım ayında İspanya adına mücadele ederken Davis Kupası Finallerinde izleyeceğiz.
Rafael Nadal’ın emekliliğini açıkladığı videoyu izledikten sonra düşünmeye başladım. İnsan, idolüm dediği, izleyerek büyüdüğü bir sporcuya nasıl veda edebilir? Veda doğru kelime mi onu da bilmiyorum açıkçası. “Teşekkür” de diyebiliriz buna. Düşünürken aklıma 10 yaşında sırtında kocaman tenis çantasıyla Türkiye’yi gezen Meyzi geldi. O zamanki küçük tenisçiden, şu anda 26 yaşındaki Meyzi’ye kadar gelen yolda Rafael Nadal’ın bana öğrettiği çok şey var. İşte idolüm Rafael Nadal’ın bana öğrettiği ve hayatımın her anında benimle birlikte olacak 3 şey:
“Ben neyi seviyorum?” Bir insanın kendine en çok sorduğu sorulardan biri olabilir belki de. “Ben ne yapmak istiyorum, neyi seviyorum?” Bu sorunun cevabını vermek hiç de kolay değil. Denemek, yanılmak, bazı şeylerden vazgeçmek gerekiyor. Zor bir kararın eşiğine geldiğinde ya da huzurlu olduğunu düşündüğün ve hiç beklemediğin bir anda cevabınla yüzleşebiliyorsun. Rafael Nadal kariyeri boyunca o kadar çok sakatlık yaşadı ki, sakatlıksız geçirdiği sezonların sayısı sakatlandıklarından daha az. Çok erken bir yaşta başlayan diz sakatlığı onu her geçen yıl daha da zorlarken o kendini daha da geliştirerek, farklı tedaviler ile kendi sözleri ile “sol dizi yüzde 100 hissetmese de, ağrısını kontrol edebilmeyi” öğrenerek oynamaya devam etti. Nadal’ı izlediğimiz 20 yıllık periyotta, farklı sakatlıklarla mücadele etmesini izledik. Onun iyileşme sürecinde neler yaşadığını, fiziksel ve mental olarak nasıl zorluklar atlattığını dinlediklerimiz üzerinden tahmin edebiliyoruz. Bütün bunlara şahit olurken hep şunu düşündüm: “Rafa Nadal, tenisi ne kadar seviyor olmalı ki, her seferinde bir öncekinden daha güçlü ve istekli olarak kortlara geri dönüyor?” Sevdiğin şeyi yapmaya devam edebilmek için mücadele etmek, onca acıya rağmen çok büyük bir motivasyon. “Ben neyi seviyorum?” sorusunun birden fazla cevabı var evet, ama Nadal için bu cevaplardan en temelinin ‘tenis’ olduğu her zaman ortadaydı. Onun bu oyuna verdiği emek, kattığı karakter ve duruşu da bana hayatta örnek olan ve sevdiğim şeylerin peşinden koşma motivasyonu veren çok önemli bir faktör.
“Devam et”. Hayatta hep kazanmayacağız ya da işler hep istediğimiz gibi gitmeyecek. Bunu kabullenmek bazen can yakıyor ama deneyimledikçe alışıyoruz sanki. Rafael Nadal’ın da kariyerinde yenildiği anlar oldu. Bazıları beklenmedik yenilgilerdi, bazıları ise çok zor maçlar sonunda geldi. Fakat bu yenilgiler, onun devam etmesine ya da daha fazla motive olmasına engel değildi. 2009’da, üst üste beşinci şampiyonluğu için geldiği Roland Garros’ta hiç beklenmeyen bir şekilde dördüncü turda turnuvaya veda ettiğinde bu onun toprak kort ekspertizinden, dominasyonundan ve şampiyon kişiliğinden hiçbir şey eksiltmedi. Bir sonraki yıl Paris’e tekrar geldi ve beş yıl üst üste Roland Garros kortlarında yenilgisiz olarak kupayı kaldırdı. 2022’de, Avustralya Açık finalinde setlerde 2-0 gerideyken belki de birçok kişi artık yaşlandığını ve maçın buradan dönemeyeceğini düşündü. Rafael Nadal o maçı kazanarak şampiyonluğa ulaştı. Maçı izlerken sürekli “devam et, yapabilirsin” dediğimi hatırlıyorum. Onun birçok şampiyonluğuna, 5 saat 53 dakika boyunca kortta her şeyini vererek mücadele ettiğine ekran başından şahit oldum, fakat ilk defa 2022’de finalde çoğu kişinin onun maçı çevirmesine imkansız gözüyle baktığını gördüm. O maçı döndürüp geri gelmesi, kupayı kaldırması kariyeri boyunca bize izlettiği mücadeleci ruhu ve ne olursa olsun “devam eden” karakterini bir kez daha görmemizi sağladı. Kendi hayatım içinde bazı durumların içinden nasıl çıkacağımı bilemediğimde ya da gücüm yok gibi hissettiğimde her zaman aklımda olup, bana yol gösteren en önemli şeylerden biri de Nadal’ın bu daimi dik duruşu ve mücadeleyi bırakmayan ruhu oldu.
“Kurduğum hayaller.” Hayal kurmak insanı o kadar özgür hissettiren bir şey ki... Bir sınırı yok, seni mutlu hissettiren itici bir güç oluyor; seni sen yapan en önemli parçalardan biri haline geliyor. Nadal’ın da kariyeri boyunca kurduğu hayaller, kendine koyduğu hedefler vardı. 16 yaşında verdiği bir röportajda en çok kazanmak istediği turnuvanın Wimbledon olduğunu söylüyor. Bu isteği için de çok çalışacağını belirtiyor. Nadal bu röportajdan sonra, ikisi Wimbledon olmak üzere toplamda 22 Grand Slam şampiyonluğu yaşadı. Sevdiği şeyin peşinden gidip, pes etmeden devam ederken kurduğu hayaller ona bir yol gösterici oldu. Bazen imkansız olduğunu düşündüğümüz şeylerin hayalini bile kurmaya korkuyoruz, “zaten olmaz” diyerek aklımıza bile getirirken tedirgin oluyoruz. Hayal kurmak her şeyin başlangıç noktası belki de. O hayalin peşinden koşmak, hedeflerimize ulaşırken attığımız adımları temsil ediyor. Böyle bir şampiyonu izleyerek büyümek bana her zaman hayal kurmaktan korkmamam gerektiğini gösterdi. Yapmak istediğim şeylerin peşinden koşmak, onları yapabilecek gücün bende olduğunu fark etmek ve günün sonunda da hayalini kurduğun şeyi yaşamak ya da en azından onun için çabalamak benim için hep çok değerli oldu. Olmaya da devam ediyor.
Tam 11 yıl önce bu sayfalara Nadal ile ilgili yazdığım ilk yazıdan sonra, şimdi aktif tenis hayatını sonlandırmadan onunla alakalı bu sayfaya bıraktığım son yazı. Büyüdüğümü hissederken, aynı zamanda kortlarda izlemekten en çok keyif aldığım, tenis oynarken her zaman örnek alıp, “onun gibi” olmak istediğim kişiye veda etmek hiç kolay değil. Beni ben yaptığın ve bana yol gösterdiğin için teşekkür ederim Rafael Nadal. Ben sırtında sana benzemek için Babolat çantası ve raketleriyle gezen o küçük Meyzi’yi hiçbir zaman kaybetmeyeceğim. Vamos Rafa. Gracias Rafa.