Yüzümüzü Atatürk'e dönelim!

Mete YAYLALI Spor 1 yorum
23 Ekim 2024 Çarşamba

“Mes sana in corpore sano.”

Latince bir söz. Anlamı “Sağlıklı bir vücutta sağlıklı bir zihin.”

MS 2.yüzyılda yaşamış Romalı bir şair olan Decimus Iunius Iuvenalis ya da Juvenal’in Saturae (Yergiler) adlı eserinden alınma bir sözdür.

Cümlenin tamamı Orandum est ut sit mens sana in corpore sano. Yani Türkçesi “Sağlıklı bir vücutta sağlıklı bir zihin için dua etmelisin.”

Juvenal’in bu sözünü biz Atatürk’e atfedilen “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur” olarak duyduk. Atatürk’ün böyle bir sözü var mı bilmiyoruz çünkü O’na atfedilen o kadar çok söz var ki kaynağı belirsiz.

Biz yine de Atatürk çok okuyan birisi olduğundan Juvenal’in bu sözünü alıntılamış olduğuna inanabiliriz.

Atatürk’ün spora ve sporcuya büyük önem verdiğini anlamamız için çok örnek var aslında.

Sosyal medyada defalarca paylaşılan güzel bir yazı var; bir pasajı buraya alayım:

“100 küsür sene önce, tenis maçı izlerken fotoğrafı var. Yüzerken fotoğrafı var, sahilde kumda otururken, kürek çekerken, at binerken, konser izlerken, zeybek oynarken, dans ederken, heykel incelerken fotoğrafı var.

Salıncakta çocuk gibi gülerek sallanırken bile fotoğrafı var. O dönemin kıyafetlerine, ayakkabılarına bakıyorsun, sanırın dünya moda ikonu. Hayvanlarla fotoğrafları var, çocuklarla, delikanlılarla, cephede askerlerle, komutanlarla, dahası köylülerle, şairlerle, yazarlarla, sanatçılarla...

Aşık olmuşluğu da var, oturup rakı içmişliği de. Dua etmişliği de var, vaaz vermişliği de. Bana yeniden üniformamı giydirmeyin deyip ültimatom vermişliği de var. Tek bir ağacı kesmemek için koca köşkü yürütmüşlüğü de var, bozkır Ankara'ya Atatürk Orman Çiftliğini kurmuşluğu da.

Kalbine kurşun yemişliği de var ülkesi için. Savaştan savaşa koşmuşluğu da. Tam yirmi iki yılını cephede geçirmişliği, o ayaklarını asker potininden çıkarmamışlığı, askeri tayınını yemeden sofraya oturmamışlığı da var. Birçok ülke liderini sofrasında ağırlamışlığı da var.”

Şimdi burada bir detay var. Atatürk tenis maçı izliyor. Peki nerede izliyor ve kimin maçını izliyor?

20 Mayıs 1928 tarihinde, zamanın Afgan Kralı Amanullah Han ve eşi Kraliçe Süreyya, Türkiye’yi ziyaret ediyorlar. Bu yazının kapak fotoğrafı işte o ziyaret sırasında 24 Mayıs tarihinde Ankara’da çekilmiş ve devlet arşivlerinde yer alıyor. Fotoğrafta tebessüm ederken görülen Atatürk, Afgan Kralı Amanullah Han ile İsmet Paşa arasındaki tenis maçını seyrediyor (Cemal Işıksel, Atatürk Gazi Mustafa Kemal, TTK Basımevi, Ankara, 1969, s.33). O yıllarda Türkiye'de devletin önem verdiği sporlardan biriydi tenis. Örneğin, Atatürk'ün 1930'lardan itibaren kurduğu Sümerbank fabrikalarının spor tesisleri arasında tenis kortları da vardı.

 

Büyük Şef ve tenis

Buradan anlıyoruz ki 1928 yılında İsmet İnönü tenis oynuyor, ilginç değil mi?

1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen biten savaş, 1923’te Lozan Antlaşmasıyla girilen barış dönemi ardından geçen beş yılda tenis oynayan bir Milli Mücadele kahramanı Büyük Şef görüyoruz.

Türk sporunun duayeni sayılacak rahmetli Fahri İkiler’in albümlerinde de yine İsmet İnönü’nün tenis oynadığı görülüyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tenis oynayan ilk ve belki de tek cumhurbaşkanıdır İsmet İnönü.

İsmet İnönü’nün tenis oynadığını belgeleyen en önemli kaynak, Yapı Kredi Yayınları’ndan kitap olarak çıkan, İsmet Paşa’nın günlükleri.

İnönü’nün, Kurtuluş Savaşı’nın ve Batı Cephesi’nin önemli komutanı iken tenise de vakit ayırdığını görüyoruz. Günlükteki ilk not:

03 Temmuz 1922 Pazartesi

Akşam tenis. Mösyö Laport bana raket ve top göndermiş.”

İnönü’nün söz ettiği Mösyö Laporte, Fransa konsolosu. O yıllarda tenis raketi, top, tenis filesi bulmak mümkün değil. İsmet Paşa’nın tenis oynadığı yer, Konya Tayyare Mektebi (Tayyare İstasyonu) 1920 yılında kurulmuş. Burada bir hangarda tenis kortu oluşturabilmek, mali olmasa da malzeme, bilgi ve deneyim olarak yardıma ihtiyaç duyulan bir konu. Bu yardım da Mösyö Laporte’dan gelmiş olmalı.

O yıllarda radyo yok, televizyon yok. Tenisin ne olduğunu, nasıl oynandığını ancak yerli ve yabancı gazete ve dergilerden öğrenebilirsiniz. Bir de İstanbul, İzmir ve Ankara’da yaşayan yabancılardan.

İsmet Paşa’nın günlüklerinde diğer notlar şöyle:

07 Temmuz 1922 Cuma

Akşam tayyare mektebinde tenis.”

09 Temmuz 1922 Pazar

Akşama tenis.

21 Temmuz 1922 Cuma

Akşam tenis.

24 Temmuz 1922 Pazartesi

Akşam muvaffakiyetli tenis. İki parti.”

Görüldüğü gibi tenis oynanan günler birbirine çok yakın. Günlüğün bundan sonraki bölümlerinde tenis var mı, var da tekrar olmaması için kitaba alınmadı mı bilmiyoruz. Günlüklerde yer aldığı kadarıyla İsmet İnönü’nün tenis oynadığının en sağlam kanıtları.

Geliyoruz 04 Ağustos 1922’ye. Paşa, şöyle not etmiş:

04 Ağustos 1922 Perşembe

Akşam tenis. Tevfik Beyle beraber.”

Büyük taarruzun üç hafta öncesi.

Batı Cephesi komutanı, Türkiye’nin kaderini değiştirecek Büyük Taarruz öncesinde sporu, tenisi ihmal etmemiş. Burada, tenis oynayacağını belirttiği bir topçu subayı olan Tevfik Bey’in, o yıllarda Batı cephesinde görevli olduğunu, Lozan Barış Konferansı’na katılan heyette askeri danışman olarak görev alan, 1924’te de cumhurbaşkanlığı genel sekreterliğine getirilen Mehmet Tevfik Bıyıkoğlu olduğunu düşünüyor Fahri İkiler.

Mudanya Mütarekesinden sonra barış anlaşması yapmak için Lozan’a giden İsmet Paşa, Paris’te bulunurken Oto (Auto) spor gazetesinin muhabiri kendisiyle ilginç bir görüşme yapar. Görüşmede İsmet Paşa, bir soru üzerine şu cevabı verir:

"Biz ikimiz de (diğeri Erkan-ı Harbiye Reisi Tevfik Bey) hareketli sporculardanız. En büyük eğlencemiz tenistir."

Atatürk’ün 1928 yılında İsmet Paşa ile Afgan Kralı Amanullah’ın gösteri niteliğindeki bir maçını izlediğini biliyoruz ama bundan öncesi de var.

24 Haziran 1926 tarihinde Atatürk ve İsmet Paşa Karşıyaka Spor Kulübüne bir ziyaret yaparlar. Burada çekilen fotoğraf da kulüp oyuncularının bir antremanı ya da maçıdır.

Hayatı savaş meydanlarında geçmiş bir kurucu lider neden spora bu kadar önem vermiş?

Çünkü spor çağdaşlıktır. Elbette sağlıktır, disiplindir, mental olarak güçlü insanlar demektir. Fakat dünya sahnesine çıkacak Türk sanatçıları ve Türk bilim insanları kadar Türk sporcuları da ülkenin değişen çehresini temsil eder.

Savaştan çıkmış, yıkılmış bir toplum yeniden inşa edilirken sanat ve spor ön saflarda yer almalıdır.

Neden tenise ağırlık vermiş?

Çünkü tenis adlı adınca bir Batı sporudur, kralların sporudur, uygarlığın sporudur. Yüzünü Batı’ya dönen bir ülke için en önemli zıplama taşlarından biridir tenis. Bırakın İngiltere ve Fransa’yı, 1928 yılının Afganistan’ında kral tenis oynuyor! Benzer şekilde o zamanın İran’ında da Şah Rıza Pehlevi ve ailesi tenis oynuyor.

Bu ivme sonucunu göstermiş ve Türk tenisçiler tarihte ilk defa Avrupa’ya çıkmış, 1930 Balkan Tenis Şampiyonası’na katılmış ve çiftlerde Sedat Erkoğlu-Vahram Şirinyan Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya karşısında galip gelerek birinci olmuşlar.

Peki sonra ne olmuş?

Atatürk sonrası her şeyde olduğu gibi bu sporda da ilk ivme ile gelişme yukarı doğru gitmiş. Fakat tenis bireysel bir spordur, taraftarı olmaz, seyircisi vardır. Neticede kortta en fazla dört sporcu oynar. Halbuki ülkenin “taraftara ihtiyacı” vardır. Böylece futbol öne çıkmaya başlar. Tribünde seyirciler vardır, sahada 22 sporcu vardır, temas vardır, kavga vardır yani seyirci doyar!

Bugün de farklı değil. Futbol birinci sıradadır ama Türk futbolu ve Türkiye ligleri Avrupa’da sayılmaz. Son yıllarda yükselen kadın voleybolu Türk sporcusunu aslında futboldan daha iyi temsil etse de futbol seyircisi ile futbol taraftarı başkadır.

Atatürk’ün spora bakışındaki temel öğeleri gerçekte bugün kadın voleybolcularımız temsil ediyor fakat yine de futboldan kimse kopamıyor.

Sonra bir gün siyaset sporu keşfediyor. Spor kulüplerine yerleşiyor, spor federasyonlarına yerleşiyor, sporcuların aklına bile yerleşiyor.

Ve bugünlere geliyoruz.

Artık spor kulüplerinde ve tribünlerde sadece siyaset değil mafya yapılanması da var. Federasyonlar siyasetin kontrolunda, federasyon başkan ve yönetimleri de siyasi partilere yakın olursa seçilme şansı buluyor.

Elbette bunlar bir dönem ve elbette bir gün her şey güzel olacak.

O zamana kadar biz yüzümüzü Atatürk’e dönelim ve Metin Oktay’ın şu sözüne kulak verelim:

Yazı tura atıldığında ben hep tura derim. Varsın gelmesin. Benim tek derdim, Mustafa Kemal Atatürkün yüzü yere gelmesin!

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün