İnsanlık tarihine bakıldığında su ile kurduğumuz ilişkinin derin ve çok eski olduğunu görüyoruz. Banyo yapmak, yalnızca bedensel temizlik değil, aynı zamanda zihinsel bir arınma ve içsel dinginlik sağlama aracı. Ne var ki, bu vazgeçilmez araçta sadece iyi ve masum insanlarla değil, katil, zorba ve diktatörlerle de kesişiyoruz. Bunlardan biri banyo takıntısı ile kendinden söz ettiren Adolf Hitler.
Hitler’in banyo alışkanlıkları sadece bir hijyen rutini değil, onun psikolojik yapısını ve yaşamındaki kontrol saplantısını anlamamızı sağlayan bir pencere aynı zamanda. Zira kişisel hijyenine gösterdiği aşırı titizlik, karakterinin ve zihinsel yapısının bir yansımasıdır.
Hitler, güne erken saatlerde yaptığı soğuk su banyosuyla başlardı. Bu ritüel, sadece vücudunu temizlemekle kalmaz, aynı zamanda derin düşüncelerine odaklanmak ve stratejilerini gözden geçirmek için bir fırsat sunardı. Diğer taraftan, hijyen konusundaki titizliği, sağlığına ve mikroplara karşı duyduğu korkularla yakından ilişkiliydi. Mikrop kapma fobisi nedeniyle sık sık ellerini yıkar, çevresini temiz tutmaya büyük özen gösterirdi. Gençlik yıllarında geçirdiği sağlık sorunları ve I. Dünya Savaşı sırasında maruz kaldığı zor koşullar, onun sağlık konusundaki kaygılarını artırmıştır. Hitler’in bu saplantılı hijyen anlayışı, psikolojik olarak kontrolü elden bırakmama isteğiyle de örtüşerek disiplinli bir yaşam tarzının ve kendini kontrol etme arzusunun sembolü haline dönüşmüştür. Öyle ki, Hitler savaşın en zorlu dönemlerinde dahi banyo yapma alışkanlığını sürdürmüştür. Özellikle önemli askeri kararlar aldığı zamanlarda bu ritüelini aksatmadığı bilinmektedir. Normandiya Çıkarması gibi savaşın dönüm noktalarında bile günlük banyo rutinine devam etmesi, kendini fiziksel ve psikolojik olarak güçlü hissetme arzusunun bir yansıması olarak değerlendirilir. Hitler’in sabah banyosu yapmaya devam ettiği sürece kendini güçlü hissettiği düşünülüyordu. Tarih, Hitler’e tam da bunu yaşattı; yenilgisi kendi küvetinde kayda geçti.
Savaşın sonlarına doğru Hitler’in titiz yaşam tarzı bozulmaya başladı. Nazi Almanyası’nın çöküşüyle birlikte, onun kontrol saplantısı da yerle bir oldu. Bu bozulmayı en iyi sembolize eden olaylardan biri, savaş fotoğrafçısı Lee Miller’ın Hitler’in Münih’teki evindeki banyosunda çekilen ikonik fotoğrafıdır.
30 Nisan 1945’te, Hitler’in intihar ettiği gün, Lee Miller ve fotoğrafçı David E. Scherman, Hitler’in Münih’teki evine girdiler. Miller çamurlu savaş botlarını Hitler’in küveti önüne yerleştirip Scherman’a poz verdi. Bu fotoğraf, hem Hitler’in kişisel alanına hem de Nazi rejiminin disiplin ve kontrolüne ironik bir meydan okuma olarak kabul edilir. Ardından Scherman da aynı küvette benzer bir poz vererek, bu sembolik zaferi pekiştirdi. Miller ve Scherman’ın fotoğrafları, Hitler’in hijyen takıntısı ve kontrol arzusunu yerle bir eder. Çamurlu postallar, savaşın kaosunu Hitler’in düzen ve hijyen takıntısının merkezine taşıyarak, sembolik bir zaferin altını çizer. Bu pozlar, yalnızca bir küvetin içinde verilmiş fotoğraflar olmanın ötesinde, Nazi rejiminin sona erişini ve Hitler’in güç arzusunun savaşın yıkıcılığı karşısında başarısız olduğunu güçlü bir şekilde simgeler. Miller ve Scherman, banyo ritüelinin anlamını ters yüz ederek Hitler’in titizlikle inşa ettiği kontrol ve disiplin imgesini altüst ederler.
Yazının sonunda Lee Miller’ın sıradışı hikâyesine de kısaca göz atalım istedim. Miller, 1920’de Paris’e gitmeden önce New York’ta aranan modellerden biridir. 1930’ların başında Vogue kapağında göründükten sonra Sürrealist sanatçı Man Ray’in ilham perisi olan Miller, II. Dünya Savaşı’nda Müttefik birlikleriyle birlikte görev alan az sayıdaki kadın savaş fotoğrafçısından biri olur. Vogue dergisine bağlı olarak çalıştığı bu dönemde benzersiz tarihi kayıtlara imza atar. 1977’deki ölümünün ardından oğlu Antony Penrose tavan arasında annesinden kalan belgeleri bulduktan sonra ‘Lee Miller’s War: Beyond D-Day’ adlı kitabı hazırlamaya başlar. Kitabın son sözünde, “Hâlâ Alsace çamuruyla kaplı haritalar, kâğıt parçalarına karalanmış notlar ve başlıklar, askeri emirler ve geçiş belgeleri, yağmalanmış hatıralar” bulunduğunu anlatan satırları dikkat çekicidir.
Miller’ın fotoğrafları ve raporları, 1944-1945 yıllarında Vogue dergisinde yayımlanır. Penrose dergideki tezatı, “Buchenwald’ın korkunç iskeletleşmiş cesetleri, güzel kadınların gösterişli elbiseler içinde hazırlayacağı hoş tariflerle birkaç sayfa arayla yer alıyordu” diyerek ortaya koyar. Savaş sonrasında Miller, bu dönem hakkında nadiren konuşur ve hayatının geri kalanını depresyon ve alkol bağımlılığıyla geçirir. Lee Miller ve David E. Scherman’ın bu pozları, bir zamanlar titizlik ve hijyenin simgesi olan Hitler’in küvetini, zaferin kutlandığı bir mekana dönüştürmesi bakımından ikonik kareler olarak tarihe geçer.
Kaynaklar
- Ian Kershaw, Hitler: A Biography, New York, W.W. Norton & Company, 2008.
- John Toland, Adollf Hitler: The Definitive Biography. New York: Anchor Books, 1992.
- August Kubizek, The Young Hitler I Knew, Green Books, 2006.
- Antony Penrose, The Lives of Lee Miller, Thames and Hudson, 1985.
- David E. Scherman, Witness to war: The WWII Photojournalism of Lee Miller, Little, Brown and Company, 1992.