Türkiye Nobel'den ne ders çıkarmalı

Toplum
23 Ekim 2024 Çarşamba

Dr. Emre Akanak

Normal bir ülkenin on yılda deneyimlediği gündemi tek bir güne sığdırabilen bir ülke olarak Türkiye’nin Nobel Ekonomi ödülü ile meşgul olmasını, ya da bu ödülü tartışmasını beklemek çok mantıklı ve rasyonel değil. Ancak politik söylemlerini gizleme gereği duymayan, bilinen ve hatta iktidar tarafından geçen senelerde hedefe konan, Ermeni bir Türk vatandaşının bu ödülü alması haliyle ödülün – gerçek bağlamından kopup magazinleşerek – ülke gündeminde olmasını sağladı.

Daron Hoca’nın ödülü almasına ilişkin ilk değerlendirmelerden birini yazmış biri olarak, diğer haberlerde birçok ekonomist ve gazetecinin değerlendirmesini okurken – onların adına – utandığımı ifade etmek isterim (daha sonra da bu kimselerin entelektüel sayılıp, medyada yer bulması nasıl arkaik bir toplumsal yapının ve düşünsel yapının Türkiye’yi esir aldığını bir kez daha gösterdi). İçlerinden bir tanesi “Neo-Liberallerin Yeni Akıl Hocası” gibi bir tabir bile kullandı. Biraz izlediğimde profesör unvanı taşıyan bu akademisyenin aslında teoriyi tam olarak anlamadığını fark ettim. Bir diğer yazı daha da fecaatti. “… Acemoğlu mu Şimşek mi?” gibi absürt bir başlığa sahipti. İçeriği okuduğumda yazarın(?) ekonomist olmadığını anladım ancak siyasal bilimlere dair de klasik Marksizm’in söylemlerinin ötesinde bir bilgisi ya da perspektifi olmadığı açıktı (aslında Türkiye’nin akademide de ne denli bir çöl olduğunu tekrar görmemizi sağladı).

İlginçtir Türkiye’deki muhafazakâr ve Sosyalist cenah Daron Hoca’nın hemen hiçbir çalışmasına dair herhangi bir çözümlemeleri ve fikirleri olmaksızın, birden eleştiri(!) sırasına girdiler. Sırf bu konu dahi, Türkiye’de kendi ideolojilerinin haricinde, ideolojilere değil, temel değerlere yönelik çıkarım ve analizlere, hatta bilimsel çalışmalara objektif bakamayacak ideolojilerin saplantılarını gösterir nitelikte. Hal böyleyken, bu cenahların hiçbirinden rasyonel analizler ya da çözüm önerileri beklemek mümkün görünmüyor.

Türkiye entelektüel anlamda o derece ciddi bir çöle dönüştü ki, yazarından, entelektüeline, akademisyeninden gazetecisine herhangi bir konuyu anlama gereği duymadan görüş(?) beyan edebilme rahatlığını sergileyebiliyorlar. Belki de rahmetli Aziz Nesin’in tabiri ile Türkiye’de rezil olmanın mümkün olmaması nedeni ile. Ya da bu niteliksizleşmenin kendisi her ne olursa olsun rezil ol(a)mayan kitleler yaratıyor. Aslında birbirini besleyen simbiyotik bir ilişki.

Aslında KKM, para politikası, bütçe yönetimi, vs. başta olmak üzere, tüm ekonomi yönetimini günü kurtarmaya yönelik (ve amiyane tabirle köylü kurnazlığından ibaret) garabet uygulamalarla yürüten bir ülke vatandaşının 2024 Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görülmesi oldukça ironik. Hatta son dönemde devletin en üst kademesinden “İsrail’in Türkiye’yi hedef aldığı” yönünde açıklama yapıp, sonra da bu açıklamanın hemen ardından Dünya’da emsali görülmemiş bir şekilde kredi kartlartı limitlerinden 750 Lira vergi isteyen bir ülke söz konusu olup, bu haksız vergiyi ödemek istemeyenleri de “Ermeni” ilan eden bir ülke için durum daha da bir ironik. Ancak tüm bu kakafoni arasında, durup tarihe not düşmek gerektiği ve Nobel’in fısıldadıklarını dinlemek gerektiği kanaatindeyim. Bu nedenle özellikle ekonomi bölümünde okuyan öğrenciler ve zamanında dersini aldığım hocalarım dahil, ekonomistler ve ekonomiye ilgi duyanlar, ya da dünyayı okumaya çalışanlar için bu yazıyı kaleme almak istedim. (Yazıyı yazarken Z’L Metin Hoca’yı (Prof. Dr. Metin Moshe Serfati) anmadım değil, hayatta olsa kuvvetle muhtemel yazıma karşılık eleştiri niteliğinde – P. Baran ve K. Polanyi atıfları ile keskinleştirdiği – bir yazı kaleme alırdı, ki keşke yaşasaydı da eleştirisini Şalom’dan okumak nasip olsaydı, ama yokluğunda sağ olsun, Türkiye’de Ekonomi teorisinin duayenlerinden Hüseyin Hoca’dan (Prof. Dr. Hüseyin Özel), arayıp eleştiri ve görüşlerini alma şansına sahibim).

Her şeyden önce 2024 Nobel Ödülü gecikmiş bir ödüldü ve aslında her yıl ödülün Daron Hoca’yı pas geçmesini konuşurduk. (Şahsen ben birkaç yıl daha bekletirler diye düşünüyordum, bu konuda en isabetli tahmin Seyit Hoca’dan (Prof. Dr. Seyit Cılasun) geldi. Aramızda Daron Hoca’nın ödülü bu yıl alacağını tahmin eden bir tek o oldu.

Çok da uzatmadan ve okuyucuyu yormadan bu ödülün neden önemli olduğunu ve ödülü almasını sağlayan teorinin Türkiye için anlattıklarını kısaca bir kez daha açıklamaya çalışayım. Aslında bu konu Cüneyt Hoca ile (Dr. Cüneyt Akman) uzun zamandır konuştuğumuz bir konu idi ve ödülün ekonomi bilimi açısından önemini, ödülün anlattıklarını başka bir yazımda genel olarak kısmen açıklamıştım. Bu yazımda Daron Hoca’nın çalışmalarının Türkiye’ye dair anlattıklarından bahsetmek istiyorum.

Sanıldığının aksine Daron Hoca’yı Nobel’e götüren Ulusların Düşüşü Kitabı değildir. Bu kitap, tıpkı Dar Koridor, İktidar ve Güç gibi teorinin – farklı boyutlarının – topluma anlatılması için yazılmış, sadeleştirilmiş ve basitleştirilmiş kitaplardır. Daron Hoca, özellikle derinlikli ekonometrik analizleri de kullanarak birçok bilimsel çalışmaya imza atmıştır. Bu yazıda teorinin içeriği ya da derinliğine ilişkin çözümlemelere girmeyeceğim, amacım teoriyi analiz eden bir bilimsel analiz yazmak ve ekonomi teorisi dahilinde açıklama yapmak değil. Amacım günlük yaşam içerisinde bu ödüle dair haberlere rast gelen okuyucuların, ödüle ve Daron Hoca’ya dair daha net bilgilere sahip olmasını sağlamak, kısmen teorinin vurguladığı ana konuları özetlemek ve teorinin ortaya koyduğu model dahilinde Türkiye’yi nelerin bekleyebileceğini özetlemek.

Bu konuda okuyucu, Daron Hoca’nın hayatı ve bilimsel çalışmalarına dair enfes bir özeti de doktora öğrencisi ve benim bir yirmi yıl içerisinde Nobel’e aday gösterilecek veya Nobel alabilecek olduğunu düşündüğüm Ufuk Hoca’dan (Prof. Dr. Ufuk Akçigit) okuyabilir. Yazı, Daron Hoca’nın çalışmalarına ve teorinin ana hatlarına dair çok iyi bir açıklama sunuyor (burada bir not olarak düşmek isterim ki bir on yıl içerisinde Prof. Dr. Dani Rodrik’in bir yirmi yıl içerisinde de Prof. Dr. Ufuk Akçigit’in Nobel Ekonomi Ödülü’ne aday gösterileceklerini ve Nobel alacakları tahmin ediyorum).

Öncelikle belirtmeliyim ki Daron Hoca’nın çalışmalarından iki tanesi, (birçok çalışmasında olduğu gibi) teorisi ile de ilişkili. Daron Hoca’nın 2023’te NBER’de (National Breau of Economic Researches) yayınlanan (Hans Koster ve Ceren Özgen’le birlikte kaleme aldığı) Robots and Workers: Evidence from the Netherlands (Robotlar ve İşçiler, Hollanda’dan – edinilen – Kanıtlar) ile 2022’de yine NBER’de yayınlanan (Jonas Loebbing ile birlikte yazdığı) Automation and Polarization (Otomasyon ve Kutuplaşma) makaleleri teorisindeki, özellikle de Dar Koridor’daki analizlerle oldukça ilişkilidir.

Çok teknik detaya girmeden ve okuru çok yormadan çalışmasında otomasyonun şirket karlılığını ve şirket değerini arttırdığını, otomasyonla çalışan kesimin verimliliğini arttırıp olumlu etkilerken, sadece fiziki işler gerçekleştiren kesim için ise negatif sonuçlar doğurduğunu göstermiştir. Automation and Polarization (Otomasyon ve Kutuplaşma) çalışması ise net bir şekilde otomasyonun belirli bir spesifik uzmanlaşmaya sahip olmayan çalışanların ücretlerinde negatif etkiye sahip olduğunu göstermiştir. Bu konuda, 6 Haziran 2022’de benim de katıldığım Fiscaoeoconomia’nın bir seminerinde Daron Hoca bu çalışmasına konu olan araştırmasını daha detaylı açıklamıştı.

Daron Hoca’nın ekonomi teorisine katkısı şu anda anlaşılandan çok daha büyük, ancak çalışmalarının net olarak ortaya koyduğu sonuçlar Türkiye tarafından yorumlanarak okunduğunda, Türkiye’nin ivedilikle içine düştüğü toplam faktör verimliliğinin düşük olduğu, düşük ücret ve düşük teknolojiye dayalı, verimsizlik ve niteliksizliğin birbirini beslediği, büyüme modelinden çıkması gerekiyor (bir başka Nobel Ekonomi ödülü sahibi Amartya Sen’in ortaya koyduğu üzere her büyüme ekonomi için olumlu sonuçlar doğurmaz, toplumun geneli aleyhine, hatta fakirleştiren büyüme tipleri mevcuttur. Türkiye’deki büyümenin ise özellikle son yirmi yıldır oldukça sağlıksız ve toplumun genelini fakirleştiren bir büyüme olduğu net bir şekilde görülebiliyor). Daha açık söylemek gerekirse Türkiye Dünya’nın en büyük havalimanı, Dünya’nın en geniş otoyolu, Dünya’nın en büyük şehir hastanesi gibi “en” mega projelere odaklandıkça, kaynak israfı niteliğinde olan, yüksek maliyetlere inşa edilen ve her yıl eğitime ya da bilime aktarılması gereken kaynaklardan, milyarlarca dolar ödeme gerçekleştirilen yolcusuz havaalanları, gelişmiş ülkelerde araç çöplüklerine atılan aynı model ve yıl araçların ikinci ellerinin kredi çekilerek alınabildiği araçlarla dolu yollar, doktorsuz hastanelerin olduğu bir ülkeye dönüşmeye devam edecek. Oysa 1950’lere hatta 1960’lara kadar Türkiye’den çok daha kötü durumda olan Kore, Tayvan ve hatta İsrail gibi ülkeler bugün Türkiye’nin çok daha ötesindeler. Tayvan (Çin’in işgalci politikalarına karşın) tüm Dünya için çip üreten merkezlerden biri olmaya devam ediyor. Kore ise, yanı başındaki Kuzey Kore tehdidine karşın Dünya’nın en önemli endüstri devlerinin merkezi durumunda ve bugün Japonya ile yarışır halde. İsrail sürekli savaş ve teröre karşın nVIDIA, Microsoft, Google gibi öncülerin Ar&Ge merkezi konumunda.

Demokrasi olmadan da ekonomik büyüme olacağını savunan görüş, özellikle Daron Hoca’nın başını çektiği Yeni Kurumsal Ekonomi ekolünün Çin’e ve diğer otokratik ülkelere karşı getirdiği eleştirilerden oldukça rahatsız. Ancak Çin özelinde baktığımızda, şu andaki Çin büyümesini Komünizm’i terk etmesine borçlu. Bir anlamda Çin, Mao Zedong sonrası klasik Maoist politikaları terk edip, serbest piyasa ekonomisine üretim ile eklemlenme politikasını benimseyen Deng Xiaoping politikaları ile ekonomik büyüme gerçekleştirdi. Ancak büyüme gelişme anlamı taşımaz. İlk pusula, kağıt, baskı makinesi, büyük yelkenli gemilerin de Çin’de icat edildiği, ancak Avrupa’da köklü ekonomik, sosyal, kültürel ve politik dönüşümler yarattığı, teknolojinin inovasyon ile beslendiği, dönüştüğü dikkate alınırsa Çin’in teknoloji üretebilmesinin gelişmişlik anlamı taşımadığı daha net anlaşılacaktır. Benim doktora çalışmamda verilerin ortaya koyduğu sonuç, teknolojinin ticarileşme ile gelişebildiği, ancak ticarileşmenin işleyen ve hem birey hem de piyasa üzerinde baskı yaratmayan, bağımsız adalet mekanizması ile denetlenebilen bir devlet mekanizması ile içselleştiği ve derinleştiği yönünde. Bu yönü ile Daron Hoca’nın Çin hakkındaki görüşleri aslında oldukça önemli.

Yıllardır Batı’daki Endüstri Devrimi ve gelişmeye karşılık ortaya konan ve gelişme için demokrasinin ya da kapsayıcılığın ön koşul olmadığını savunan 50’li yılların saplantılı Stalinizmi üzerine kurulmuş, sol açıklamalar ya bilgi yoksunluğundan ya da ideolojik körlükten sürekli tekrarlanır. Ancak hem Sovyet Atılımı hem de Çin Atılımı aslında sanıldığı kadar harikalar yaratmamıştır. Sanıldığının aksine Sovyetler, Marksizm ile değil, Leninizm ile kurulmuş, daha sonra, çok kısa bir süre sonra 1921’de gerçeklerle yüzleşen Lenin’in NEP’i (NEP: New Economy Policy, НЭП: Новая экономическая политика) ilanı ile sonuçlanmıştır. Ayrıca Sovyet’ler bu dönemde kurumsal niteliksizlik nedeni ile bürokratik oligarşinin oluşması, devlet mekanizmasının çürümesi, ekonominin verimsizleşmesi gibi birbirine bağlı birçok nedenle 1989’de tamamen çökmüştür.

Dünya tarihinde en ağır ve en fazla insanın açlık nedeni ile hayatını kaybettiği, kitlesel açlık vakaları Stalin Dönemi SSCB’de ve Mao dönemi Çin’inde görülmüştür. İronik bir şekilde eşitsizlikleri gidereceği ve toplumun refahtan en az payı alan işçi ve köylülere refah getireceğini iddia eden bir sistem, niteliksizlik ve ideolojik saplantılar nedeni ile tarihteki en büyük açlık olaylarına neden olmuştur.

Ancak, buna mukabil Japonya, Kore ve İsrail gibi son derece başarılı örnekler, kapsayıcı ve işlevsel kurumların toplumlarda nitelikli refah yaratabileceğini kanıtlamıştır. 21. Yüzyıl’da teknolojik gelişimin de kurumların kalitesi ile ilişkili olduğu net olarak görülmektedir.

Daron Hoca’nın teorisi, diğer ekonomik modellerin kapsamadığı kadar tarih, sosyoloji ve antropoloji bilgileri ile desteklenmiş olmakla birlikte, tarihin tüm dönemlerinde tüm uygarlıklar arası gelişmişlik farklarını açıklayabilen bir model değil. Yalnız Endüstri Devrimi sonrası Batı ile Doğu toplumları arasındaki gelişme farklılığını açıklayabilen bir teori ve bunu yaparken kurumların yapısı üzerinden açıklıyor. Ancak modelde kurumların toplumla entegrasyonu ve toplumun mu kurumları yarattığı yoksa kurumların mı toplumu yarattığı sorusuna bir cevap verilmiyor ve bu da aslında modelin asıl önceliği değil. Kore ve Türkiye örneklerinin model içerisinde açıklaması zayıf, zira Kore örneğinde de görüldüğü üzere, bazı ilerici kurumlar toplumun talebi olmaksızın yönetici elit tarafından oluşturuluyor. Daron Hoca bu konuyu Dar Koridor Kitabı’nda Zenci Türk, Beyaz Türk kısmında (Türkçe baskısı sayfa 486 – 492) ele alıyor ve benim de katılmadığım, teknik olarak son derece eleştiriye açık bir şekilde açıklıyor. Zira tarihin belirli dönemlerinde, özellikle devrimlerin olduğu durumlarda toplumu biçimlendiren elit (gücü elinde tutan yönetim), toplumun talep etmediği ilerici kararlar alabiliyorlar. Bu Fransız Devrimi’nde de, Japonya’nın Meiji Restorasyonu içerisinde de görülüyor, ancak bu durum teoriyi kıymetsiz ya da yanlış, veya etkisiz kılmaz. Üstelik teori hala gelişme aşamasında. Benim 2019 itibariyle tespit ettiğim en önemli eksikliğin Dar Koridor’un iki boyutlu olmasıydı ve doktora tezimde bu soruna çözüm getirmek için üç boyutlu, matematiksel bir sistem geliştirdim (doktora tezimde mevcut Twilight Teorisi). Ancak daha önce de ifade ettiğim gibi, modeller gerçek dünyanın simülasyonlarıdırlar ve tamamen gerçeklikle örtüşmezler. Bu nedenle tüm modellemelerin eksik ve açıklamadığı taraflar vardır ve Daron Hoca’nın teorisi oldukça ayakları yere basan, oturmuş ve ciddi bir teori.

Daron Hoca’nın, bu konuda çalışmalarda bulunan diğer bilim adamlarının ve benim de çalışmalarımdan elde ettiğim bulgular, emek yoğun üretimin otomasyondan çok daha fazla etkileneceğini ve bu durumda düşük teknoloji gerektiren üretimlerin de gelişmiş ülkelere kaymakta olduğunu gösteriyor. Daha açık ifade etmek gerekirse eskiden beş bin işçiyle yapılabilen bir üretim için elli kişilik bir çalışan ekip yeterli olacak. Bu durum hem maliyetlerin düşmesine ve aynı ürünün (otomobil, ayakkabı, tekstil ürünleri, mobilyalar, beyaz eşya, vs. ve aklınıza gelebilecek hemen tüm tüketim ürünleri) çok daha ucuza, hızlı ve verimli üretilerek piyasaya sunulmasına yol açıyor. Yakın bir zamanda (önümüzdeki on yılda), bunun etkileri ekonomide görülmeye başlanabilir. Bu durum özellikle Türkiye gibi düşük teknolojiye ve düşük eğitime sahip ülkelerde kitlesel işsizliğin oluşmasına ve buna bağlı olarak ekonomik problemlerin, ciddi sosyal problemlerle birleşmesine neden olabilir. Türkiye’nin kalkınma sorunsalı ve değişen teknoloji de dikkate alındığında, Türkiye için durum sanılandan çok daha kritik.

Özetle, Daron Hoca’nın teorisi, devlet mekanizmasının bağımsız yasalarla denetlenebildiği, devletin insanların hayat tercihlerine, yaşam tarzlarına karışmadığı, yolsuzluğun bürokrasiye sirayet etmediği, güçlü ve işleyen, vatandaşlarını etnik kökenleri, dini inançları, yaşam tarzları nedeni ile dışlamayan kurumların olduğu ekonomilerin gelişebileceğini, diğerlerinin ise belirli kısa süreli refah deneyimleri yaşasalar da sefalete sürükleneceklerini anlatıyor (okuyucu bu konuda Venezüella, Sovyetler, İran, Lübnan gibi ülkeleri düşünerek kısa bir düşünce egzersizi yapabilir).

Türkiye’de Daron Hoca’nın tepki toplamasının önemli nedenlerinden bir tanesi de aslında bu. Yıllarca tüm sorunların çözümünü, hiçbir yol haritası ve detaylı plan sunmaksızın, yalnız sistem değişimine bağlayan kesim kendi ideolojilerinin konfor alanlarının bilimsel çalışmalarla tehdit edildiğini fark ettiklerinde genel olarak aynı tepkiyi verdiler. Verilen tepkiler, açıklamalar ve Nobel Ekonomi Ödülü’ne dair yazılanlara baktıkça hem akademinin hem de basının Türkiye’deki yoksulluğunu daha net görmek mümkün (açıklamaların seviyesi gerçekten patetik).

Bu arada belirtmeliyim ki, teoriler modeller üzerine inşa olurlar ve modeller gerçek dünyanın simülasyonlarıdırlar. Her şeyi kapsamaları mümkün değildir. Tüm teoriler gerçekliğin bir parçasını açıklarlar. Bu yönüyle hiçbir ekonomi teorisi tamamen ekonomiyi açıklayamaz. Bir teoriye karşı herhangi bir eleştiri, teorinin fonksiyonel niteliğini açıklayıp, bias üreten ya da fonksiyonelitesi düşük olan birleşene alternatif üreterek ya da tamamen işlevsel bir antitez üreterek yapılır. Yani bir teoriyi eleştirebilmek için o teoriyi anlayabilecek nitelikle olmak ve daha sonra o teoriyi incelemek, işlevsel sorunları, model içi sorunsalları formüle etmek ve test ederek açıklamak gerekir. İdeolojik söylemlerle, bir bilimsel teoriye saldırmak meczup müritleri tatmin etse de gerçekte yalnız daha fazla kaybetmeye neden olur. Ve 21. Yüzyıl’ın ilk çeyreği biterken, Türkiye’de toplumun bilimle inanç, birey olmakla mürit olmak, arasında tercih yapmasını izleyeceğiz gibi duruyor. Yozlaşmanın, düşünsel tutsaklığın panzehri “düşünce”dir ve düşünme “sorular”la başlar, sistematik düşünme ile felsefe ve bilim gerçekleşir. Kendini yenileyebilen toplumlar soru soran bireylerin, sorgulayan bireylerin yetişebildiği ve nefes alabildiği toplumlardır. Soran, sorgulayan bireylere yaşam alanı sunmayan toplumlar ideolojileri ve yönetim biçimleri ne olursa olsun çürürler (tıpkı 20. Yüzyıl’da Sovyetler, 21. Yüzyıl’da İran gibi). Daron Hoca’nın anlatısının detayında, bu gerçekliğin somut örneklerini göreceksiniz (bu kapsamda yalnız kitaplar değil, bilimsel makalelerini de okumak gerekir). Tüm bunlarla birlikte düşününce ödülün Daron Hoca’ya verilmesi gerçekten bir ironi, ancak anlamak gerekir ki, ironiler çelişkilerin su yüzüne çıkan sembolleridirler ve çelişkiler hayatın diyalektiği ve dinamizminin katalizörleridir. Ancak sorgulayan beyinler çelişkileri fark ederek seçimlerde bulunabilirler ve seçimlerinin sorumluluklarını alabilirler.

 Daha çok bilim konuşabileceğimiz, güzel günlere

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün