Yaşasın bilim, teknoloji ve sanatı yaşatan Cumhuriyetimiz!

Bu sene Cumhuriyetimizin 101. yılını kutluyoruz. Ancak onu kutlarken Cumhuriyet´in bize getirdiği esas kazanımları ön plana çıkarmadan, hatta parantez olarak anıyoruz. Cumhuriyet sayesinde millet olarak bilim, teknoloji ve sanat alanında kabiliyetini çok daha iyi kullanan ve bu alanlarda hızla gelişmeler sağlayabilen bir millet haline geldik. Artık bireysel özgürlüğü daha iyi yaşayabildiğimiz ve düşüncelerimizle var olabildiğimiz bir millet olmaya başladık. Cumhuriyeti yeni 100 yılında kutlarken bu kazanımlarımızı en çok haykırarak kutlamamız gerektiği kanaatindeyim.

Asım ŞENGÖR Kültür
30 Ekim 2024 Çarşamba

Türk Milleti’nin 2000 yılı aşan tarihine baktığımız zaman Cumhuriyetimiz nasıl bir yere sahip? Bence, bu soru, Cumhuriyetimizin yeni bir yüzyılına girerken geçmişte bıraktığımız yüzyılı anlamak ve geleceğimize iyi bakabilmek için düşünmemiz gereken önemli bir soru. Bu yıl Cumhuriyetimizin 101. yılını kutluyoruz. 101 yıl! Dile kolay. Bugün hâlâ yaşamını sürdüren cumhuriyetlerin ortalama ömrü 87,5 yıl ve bunun medyanı. 64 yıl. Kendi coğrafyamızda bu ortalama 51,52 yıla düşüyor ve Romanya (106 yıl) ile en uzun yaşamış iki cumhuriyetten biriyiz. Başka bir deyişle öyle veya böyle oldukça başarılı bir cumhuriyetiz.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Selçuklu İmparatorluğu ile yavaş yavaş vücut bulan bir devlet geleneğinin modern ve çağdaş yüzüdür; bin seneyi aşan bir geleneğin evriminin son adımıdır. Ancak bu geleneğin bugün kendini içinde bulduğu ortam, eskiden beri süregelen alışkanlığın devam ettirilmesine müsaade etmeyen bir ortam. Bizim geleneğimiz bugüne kadar ülke olarak iyi asker yetiştirip askerî beceriler üzerinden kazanım elde etmek üzerine kuruluydu ve bunda çok başarılıydık. Lakin özellikle 19. yüzyılda bilim ve teknolojinin şaha kalkmasıyla, askerî kabiliyetlerimiz teknolojik gelişme ve hatta inovasyonla desteklenemedikçe yetersiz kalmaya başladı. Tabii askeri sıkıntılarımızın yegâne sebebi bu değildi, askeri organizasyonumuz ve insani kaynak istihdamımız dahi ciddi sorunlarla boğuşmaya başlamıştı.

Benim için cumhuriyet bu değişimin fark edilmesi ve zaruri olan bilim, teknoloji ve sanat alanındaki gelişmelerin kaydedilmesi için Türk Milleti’nin, millet olarak işi ele alma adımıydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarındaki batılılaşma hareketleri buna tam olarak katmamamın sebebi bu hareketin halk ve kurumlar seviyesinde eşzamanlı ve birbirini destekleyen bir oluşum olarak başlamamış olmasıydı. Maalesef Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan batılılaşma ve modernleşme hamleleri tüm halka mal edilmek üzere organize edilmemiş veya edilememişti. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, Türk Milleti’nin bilim, teknoloji ve sanat alanında gelişme katetebilmesi için kendisini uygun bir şekilde organize etmesinin önemli bir adımıydı. Cumhuriyetimiz tarihimizde çok önemli bir bölümün başlangıcı oldu.

Türkiye Cumhuriyeti, dünyada bilimsel ve sanatsal anlamda birçok engelin aşıldığı, tabuların yıkıldığı ve sınırların ulaşılması gereken bir sonraki adıma dönüşmeye başladığı yıllarda kuruldu. Cumhuriyet kurulmadan 20 yıl önce, insan havadan ağır vasıtalarla uçmaya başlamış, 19 yıl önce canlıların temelini oluşturan genetik bilginin hücre içinde tam nerede olduğu anlaşılmış ve de ‘gen’ diye bir terim ortaya çıkmış, teknolojik gelişmeler sayesinde meydana gelen endüstri devrimiyle toprak ağalarının tahtları sallanmış, Dünya ilk defa topyekûn bir harbe girmiş ve bununla beraber sanatta eskiden süregelen kalıplar bir bir yıkılmaya başlamış ve hatta ahlak kurallarının bir kısmı değişmeye başlamıştı. Dünya eski dünya değildi. İnsanlık artık kendisine yepyeni bir sayfa açmış, doğa kanunlarını anlayıp, onu yaratıcılığıyla birleştirdiğinde inanılmaz kabiliyetlere ulaşacağını anlamış ve bunun peşinden heyecanla koşuyordu. Sanatını dahi eskiden süregelen ve mükemmellik fikri etrafında ortaya çıkan birçok sanatsal yaklaşımdan uzaklaşarak dünyayı bambaşka algılamaya başlamıştı. Birçok yerde tanrıyı ve onun kurallarını dahi gerisinde bırakan bir insanlık vardı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, bu zamanda Türk Milleti’nin bu koşuda, hatta yarışta, ‘Ben de varım!’ demesinin en güçlü haykırışı oldu. Bu sayede ülkede fabrikaların sayısı hızla arttı ve halkın başını çektiği bir sektör halini alabildi. Türkiye, bir iki üniversitesi olan bir ülkeyken bundan 20 sene sonra kendi uçaklarını üretip ihraç edebilecek bir ülkeye dönüşebildi. Yurtdışına gönderip birer kıvılcım olan gençleri Türkiye’ye döndüğünde alevlenmişlerdi ve bu kıvılcımlar ülkenin her tarafından geliyordu: Ekrem Akurgal, Sedat Alp ve İhsan Ketin bu kıvılcımların en güzel örneklerindendi. Akurgal, Hayfa halen Osmanlı toprağı iken orada görevli İstanbullu bir devlet memurunun çocuğu olarak dünyaya gelmiş, Ketin Kayseri’de bir hademenin oğlu olarak, Alp de Rumeli’de Karaferyeli bir göçmen ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Üçü de Cumhuriyet’in yarattığı kapsayıcı ve ilerici inkılap ve politikalar sayesinde yeteneklerini keşfedip kendilerini birer aleve dönüştürme fırsatı ve heyecanı bulabildiler. Bir diğer taraftan, Türk Milleti Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla orta çağdan süregelen fikirlere hapsolmuş bir şekilde ülke nüfusunun yarısını, yani kadınlarını, insan olarak dahi görmeyen bir millet olmaktan tüm bireylerini evrensel insanî değerlerle kucaklayabilen bir millete dönüştü. Bunun neticesinde havacılık tarihinin ilk kadın pilotu bir Türk oldu! Türkiye Cumhuriyeti doğanın kurallarını daha iyi anlayarak hem daha hümanist hem de uluslararası arenada daha kompetan bir ülke halini aldı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla tarihimiz de bambaşka bir türde yazılabilir hale geldi. Bugüne kadar fetihlerimiz ve kurduğumuz devletlerle anlattığımız tarihimizi artık adım adım bilim, teknoloji ve sanat alanında yarattığımız ürünlerimiz, geliştirdiğimiz fikirlerimiz ve keşiflerimizle yazmaya ve yazabilmeye başlıyoruz. İyisiyle kötüsüyle üniversitelerimiz dünyadaki gelişmelere katkıda bulunmaya başladı. 50’li yıllardan itibaren İTÜ gibi kurumlarımızın eğitim dünyanın lideri üniversitelerden MIT gibi yerlerde inanılmaz saygı görebildi. Evet, cumhuriyet tarihimiz dahi inişli çıkışlı bir eğilim izlese de bahsettiğim alanlarda dünyada ses getirebilme kabiliyeti kazandık.

Benim için Cumhuriyet işte budur: toplumun tamamına insanlık adına iyi şeyler yapabilme fırsatı veren, tüm bireylerine insancıl yaşama fırsatı tanıyan ve insan medeniyetine katkılarıyla tarihini anlatan bir yönetim ve yaşam sistemi. Artık beşerî evrimimizde bu noktaya geldik. Cumhuriyetle beraber, kendi hikayemizi, kurduğumuz devletler ve onların başındaki hükümdarlar üzerinden değil, geliştirdiğimiz teknolojiler, yaptığımız keşifler, ürettiğimiz yeni düşünceler ve yarattığımız sanatsal değerlerimizle anlatabilir hale gelme fırsatımız çok daha kuvvetli. İkonlaştırdığımız insanlar yerine insanlığı konuşalım ve onu hem yaşatıp hem de geliştirelim. Tarihimizi ve hikayemizi de böyle anlatalım.

Bu vesileyle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk ve hem silah arkadaşlarını hem de Türkiye’nin bilim, teknoloji ve sanat alanında gelişmesine katkıda bulunan tüm arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyorum.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün