“Karanlık Şarkılar hatırlamak üzerine bir oyun. Hatıralarımızı kaybedersek duygularımız da kaybolur mu? Yoksa içimizde var olmaya devam ederler mi?”
2019’da intihar, keder, soyutlanma gibi karanlık konulara aydınlık bir bakış açısı getiren ilk oyunu ‘Mayfly’ ile En Umut Veren Yeni Oyun Yazarı ödülünü kazanan genç İngiliz tiyatro ve senaryo yazarı Joe White’ın 2022’de yazdığı ‘Blackout Songs / Karanlık Şarkılar’, alkol bağımlılığının bir çift üzerindeki yıkıcı etkilerini kimi zaman mizahi kimi zaman da sevecen bir bakışla ele alıyor. Tiyatro Garlik’in ilk yapımı ‘Karanlık Şarkılar’ı Tuğrul Tülek yönetiyor, ışık tasarımını İsmail Sağır, müzik, ses ve efekt tasarımını Ömer Sarıgedik üstleniyor. Oyun boyunca isimleri verilmeyen ikiliyi Derya Artemel ile Orçun Soytürk canlandırıyor.
İlk defa katılacakları Adsız Alkolikler toplantısına girerken tesadüfen karşılaşan kadınla erkek, toplantıya girmekten vazgeçerek birlikte bir şeyler içmeye giderler. Erkek kırılgan, beş parasız bir akademi öğrencisidir; maddi sorunları olmayan, kendini “tekli yaşar, duble içerim” diye tanıtan kadın ondan yaşça büyüktür.
İkisinin arasında duygusal ve bedensel bir bağ oluşur. Buluşurlar, ayrı düşerler, önceki buluşmalarını nerdeyse unutmuşken tekrar karşılaşırlar, birbirlerine yeniden bağlanırlar vb… İkilinin içki tutkusuyla beslenen bu kararsız ilişkide giderek şefkat ve sevgi gelişir, içkiye olduğu kadar birbirlerine de bırakamama derecesinde bağımlılık başlar.
White bu inişli çıkışlı ilişkiyi kronolojiyi kırarak, kırılmaların ve boşlukların alkolik bellek kayıplarını aksettirdiği bölük pörçük, ikilinin dumanlı anımsamalarından yansıyan anekdotlar hâlinde aktarır. Sevgi, bağımlılık ve hafıza etrafında cesurca örülen öykü alkolizmin yıkıcı etkileriyle sürekli sınansa da tesadüfen karşılaşan iki hassas ruhun derin ve tutkulu bir aşka ulaşabilmeleriyle sonuçlanır.
İkilinin bağımlılığının nedeni belirlenmese de anlaşıldığı kadar, “kendilerini içkiye vermelerine” sebep olan bir travma ya da felaket yaşamış değildirler. Bu da günümüz toplumunun bireyselleşmiş ve iletişimsiz kalmış insanının çaresizlikle olmadık çıkışlara yönelmesini düşündürüyor.
Tuğrul Tülek, ‘Karanlık Şarkılar’ı oyuncuların öyküsel değişimlere, fondaki müziğe ve seslere bağlı olarak devamlı yer ve sırasını değiştirdiği iskemleler dışında hiçbir aksesuarın olmadığı boş bir alanda sahneliyor. Bu yalın soyutlama, izleyicinin İsmail Sağır’ın zamanlamayı yöneten usta işi ışık tasarımının sarıp sarmaladığı iki oyuncuya odaklanmasını sağlıyor.
Çakırkeyif, bellekleri hafif puslu da olsa, alkoliklerin hiçbir zaman sarhoş olamadığını bilen Tülek, kimyaları müthiş uyuşan Derya Artemel ile Orçun Soytürk’ü oyun boyunca içkili karakterleri canlandırmalarına karşın, tamamen ayık olarak oynatıyor. Samimiyetleri ve doğallıklarıyla ilişkilerinin mahremiyetine aldıkları seyirci, onlarla birlikte yaşadıklarının unuttukları bölümlerini anımsamaya, boşlukları doldurmaya, arada da tutkularına ve yaşam sevinçlerine ortak olmaya çalışıyor.
Bazen katı ve duygusuz, bazen göz yaşartıcı derecede duygusal, ama her an başarılı bir metnin ustalıkla sahnelenmiş ve oynanmış yorumu. Kaçırmayın.
6 Kasım 20.30 OPS, 15 Kasım 15.00 ve 19.00 DasDas, 21 Kasım 20.30 Boa sahne ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.
‘Dishwashers / Bulaşıkçılar’
“İnsanın hırsı, hayatının en son dakikasında uyandığı bir rüyadır.”
Dressler
“Hayatta kim daha mutludur? Sonradan kör olan bir adam mı, yoksa doğuştan kör olan bir adam mı?”
“İnsanın serbest zamanının olması var oluşunun bir ziyanıdır.”
Emmett Moss
Kanada’nın kendine özgü üretken yazarlarından, en iyilerinden biri olarak tanımlanan 1952 doğumlu oyun yazarı, yönetmen, oyuncu Morris Stephan Panych, çoğu kendi eseri olan yaklaşık yüz tiyatro ve opera yönetmiş. Tatavla Sahne’nin onuncu yılını kutlama programında prömiyer yapan, ‘Dishwashers / Bulaşıkçılar’ (2005) sanırım Panych’in Türkiye’de sahnelenen ilk oyunu.
‘Bulaşıkçılar’ı dekor tasarımını da yapan Berna Adıgüzel Alben yönetiyor, dramaturgiyi Filiz Adıgüzel, kostüm tasarımını Onur Uğurlu, ışık tasarımını Kemal Yiğitcan, müzikleri Behiç Karataş üstleniyor.
Hızla kavuştuğu parayı aynı hızla kaybeden genç Emmett (Ulukan Özpolat) umutlarını yitirmiş halde üst sınıf bir restoranın kirle buhardan geçilmeyen bir bulaşıkhanesinde çalışmaya başlar. Otuz yıllık bulaşıkçı başı Dressler (Eraslan Sağlam) “Yeni Çocuk” olarak adlandırdığı Emmett’le 100 yaşına merdiven dayamış, kaç senedir çalıştığının hatta yaşının bile farkında olmayan Moss’un (Zeki Yıldırım) yöneticisidir. Bu havasız ve kokulu yerde, düşük maaşla, neredeyse gün yüzü görmeden, izin almadan çalışmaktan mutlu, konumundan ve şartlarından şikâyet etmeyen Dressler için, bulaşık yıkamak bir sanat, bir uyanış ve erdem belirtisidir. Zengin nişanlısının böyle bir yerde çalıştığını öğrenmesinden çekinen Emmett’ten ve bunamanın kıyısında gezinen Moss’tan kendini üstün görse de bunu tahakkümle değil, gururlu gevezelikler ve kişisel değerler üzerine söylemlerle ifade eder. Yaşam tecrübesi, bilgi ve birikimiyle bulaşıkhanede felsefi bir dünya yaratan Dressler, bu dünyayı her koşulda korumaya çalışır, diğerlerinin de onunla aynı fikirde olmasını bekler; sınıf atlamak isteyen Emmett’e dünyanın gerçeklerini anlatarak, onu bulaşıkhanede kalmaya iknaya çalışır…
‘Bulaşıkçılar’, karakterler arası çatışmalar üzerinden, sınıf çatışması, iş yaşamından ayrılmış gerçek hayatın anlamı ve bizlerin ona verdiği değer gibi önemli sorunlara, yer yer de, iş yerlerinin durumu, işçi hakları ve işverenin çalışanlara bakışı gibi politik konulara değinir.
Anlatının kara komediye dayanan tonlaması absürt tiyatroya ve türün öncülerine de yakındır. Uçuk kaçık ‘referandum’ sahnesi İonesco’nun çığırından çıkmış anlarını anımsatır gibidir. Bodrumdaki bulaşıkhane bana, Beckett’in ‘Oyun Sonu’ndaki, dışarıda hiçbir şey olmayan mekânı, Titiz Dressler’in Moss’a bütün olarak ikram edip kendisininkini çatal bıçakla keserek hıyar yemeleri Vladimir ile Estragon’u düşündürdü.
Didaktik mesaj vermeyen, insan ilişkilerine inandırıcı, sevecen ve katiyen yargılamadan bakan bu trajikomik oyunun asıl heyecan verici yanı, gerek Panych’in gerek Tatavla Sahne ekibinin ruh karartıcı bir mekânda geçen, pek de iç açıcı olmayan öyküye üfledikleri büyüleyici atmosfer.
Berna Adıgüzel, özellikle tüm elemanları keskin çizgilerle ve metalden oluşturarak mekânın estetik yoksunu katılığını başarıyla yansıtır. Bulaşıkhane olgusu iki evye ve aralarındaki bir tezgâhla birebir aktarılır. Kirli tabaklardaki yemek artıkları tezgâhın gerisindeki bidona dökülür, sol evyede sabunlanan tabaklar sağ evyede durulanır, kurulananlar servise yollanır.
İki saat boyunca, konuşmalar, tartışmalar süregelirken bulaşık işlemi hiç aksamaz, kirli-sabunlu-durulanmış tabakların oluşturduğu üç yığına kimse yanlış tabak koymaz.
Adıgüzel metni yaylı çalgılar üçlüsünün çaldığı bir oda müziği gibi yönetir. Yaşamla ölüm arasında gidip gelen, çok başarılı bir Moss canlandıran Zeki Yıldırım, viyolonselin vakur ve dingin tonlamalarını, dinleyicinin içine oturan tınısını yansıtır. Uzun monologlar dillendirirken ıslanmış bezleri kurulamaya seren, yerleri süpüren, tüm dekorun durmaksızın tozunu alan Eraslan Sağlam parlak oyunculuğu ve kusursuz beden diliyle tabii ki birinci kemandır. Yaptığı işi beğenmeyişi, durmaksızın eski yükseklere çıkışını arayışı, tekrar yükseldiğindeyse bundan mutlu olamayışıyla Ulukan Özpolat, kimi zaman birinciye uyum sağlar görünse de farklı ve zıt temaları yeğleyen ustalıklı bir ikinci kemandır. Oyunun sonlarına doğru sahneye giren ‘Yeni yeni çocuk’ Yiğit Emrah Gürman’ın inandırıcı yorumunu da unutmayalım.
Sonuçta, çok iyi yönetilmiş, çok da iyi oynanmış, absürt tiyatroya parlak saygı duruşuyla usta işi bir kara komedi. Kaçırmayın derim.
2 ve 23 Kasım 20.30, 17 Kasım 19.00 ve sezon boyunca Tatavla Sahne’de…