•Arap ülkelerinin Filistin sorununa kayıtsızlığı bilinen bir gerçek. Belki Körfez´in petrol ve doğal gaz zenginleri zaman zaman kesenin ağızını açıp, gönüllerinden ne koparsa Batı Şeria ve özellikle Gazze´ye bağışlamakta kusur etmediler. Ama yardımların verimli yatırımlar yapılmasının veya fakir halkın refahı için kullanılıp, kullanılmadığının hesabını da sormadılar. Açıkçası hem batıdan, hem doğudan Filistin´e akan yardımlar hep Hamas ve Fetih liderlerinin cebini doldurdu. Onlar zenginleşti. Halk giderek yoksullaştı. İran ve kısmen Katar yardımları silah ve radikalleşme eğitimine katkıda bulununca, bunlar Filistinlileri daha çok İran´ın bölgesel emellerine alet etti. Mısır Filistinlilere hemen hiç kapı aralamadı. İhvan hareketini bir beka sorunu olarak gördüğünden onun uzantısı gibi kabul ettiği Gazze´ye sırt çevirdi. Gazze´den açılan tünellere zaman zaman lağım suyu pompalayarak geçişleri engelledi. Cömert Körfez Arapları da Filistin´den göç almamaya özen gösterdi. Katar Hamas´ın elebaşlarına ev sahipliği yapsa bile küçük gelişmiş ülkesini kitlesel Filistin göçünden hep korudu. Bunun nedenleri onlarca malum. Araplar, Filistin sorununu kendi sorumlulukları olarak görmedi; görmüyor. •Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu – www.muhalif.com.tr
https://fikirturu.com/jeo-politika/israil-lubnan-catismalarinin-tarihi/
Belgeler bilerek mi sızdırıldı? Muhtemelen evet, İsrail'in planlarını bozmak isteyen biri tarafından.
İran'ın büyük ve gelişmiş bir siber savaş yeteneği var, bu nedenle hackleme ihtimali de araştırılıyor.
Bu belgeler gerçekse, ki bu yüksek ihtimal olarak değerlendiriliyor, ABD ile İsrail arasındaki yakın savunma ilişkisine rağmen Washington'ın hâlâ kendisinden bilgi gizleneceği endişesiyle müttefiki hakkında casusluk faaliyetleri yürüttüğü anlamına gelir.
Belgeler İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'a karşı bir tür uzun menzilli saldırı düzenleme planlarının oldukça ilerlediğini ve İran’ın olası tepkisine karşı önlemlerin alındığını gösteriyor.
Kısacası, İsrail bu planları gerçekleştirirse ve gerçekleştirdiğinde, Orta Doğu’da bir kez daha tansiyon aşırı yükselecek.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c7565rzwrwlo
"Hükümetin durumu bir diğer ekonomi değerlendirme kuruluşu olan Standard & Poor's için de negatif yönde. Nereden bakılırsa bakılsın Netanyahu hükümeti halkın gözünde giderek daha çok oy kaybediyor ve çatışmalar kesinlikle sakladığı bu yapısal krizleri kapatamıyor. Savaş ise İran dahil olduğu sürece İsrail'in bitirebileceği kadar kolay değil. Tahran müdahil olduğu sürece çatışmaların sonu gelmeyecek. Netanyahu mevcut stratejisinde devam ederse başta ABD olmak üzere dostlarını da kaybedecek ve bu İsrail'in tek başına kaldırabileceği bir durum değil.”
Koltuğu sallanıyor, İsrail'de iç kargaşa başlar mı? - Resim : 2
Netanyahu hükümetinin, Gazze'deki katliamları sonucu 50 binden fazla masum sivil hayatını kaybetti.
“Başbakanların danışmanı” lakaplı Şalom Lipner, kaleme aldığı yazısında; İsrail'in Gazze ve Lübnan sınırı yakınlarındaki yüzbinlerce insanın halen roket saldırılarından etkilendiği ve Hizbullah'ın Tel Aviv'e ve askeri üslere kadar uzanan roketli saldırılarının halkta şok etkisi yarattığının altını da çizdi.
https://haberglobal.com.tr/gundem/koltugu-sallaniyor-israilde-ic-kargasa-baslar-mi-387408
İlk olarak İran’ın ulusal güvenlik ve askeri stratejisinin temeli, kademeli olarak bölgedeki devlet dışı askeri müttefiklere bağımlılıktan yeni bir caydırıcılık biçimine doğru kayıyor. Bu ciddi dönüşüm, İran’ın askeri organizasyonundaki kilit isimlerin değişiminden izlenebilir: İran’ın bölgedeki sınır dışı askeri operasyonundan sorumlu olan Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nün eski komutanı General Kasım Süleymani’den hava kuvvetleri komutanı General Emir Ali Hacızade’ye… Bu değişim, Hamas ve Hizbullah gibi devlet dışı müttefikler tarafından dolaylı çatışmaya öncelik veren İran’ın gri bölge stratejisinin artık tamamlayıcı bir yaklaşım haline geldiğini gösteriyor.
https://fikirturu.com/jeo-politika/iranin-degisen-israil-stratejisi/
Birçok İranlı, Nisan ayındaki karşılıklı saldırıların ardından İsrail-İran savaşından ve bu savaşın bölgeye yayılmasından endişe duyuyor.
Rejim yanlıları İslam Cumhuriyeti'nin savaştan korkmadığı ve İsrail'le askeri çatışmaya girmekten çekinmediği konusunda ısrarcı olsa da, pek çok kişi ülkenin yaptırımlarla sarsılan ekonomisinin yeni bir gerginlik döngüsünü kaldıramayacağından korkuyor.
Tahran'da yaşayan 65 yaşındaki Maliheh, "Her yüksek seste paniğe kapılıyorum ve gecenin bir yarısı İsrail'in saldırdığını düşünerek uyanıyorum. Karşılaştığımız tüm ekonomik ve siyasi sorunların üzerine hayatımız bu hale geldi" şeklinde konuştu.
Ekonomi analisti Saeed Laylaz, hükümetin büyük dalgalanmaları engellemek için döviz piyasasındaki arz ve talebi yönettiğini söyledi ve "Ülkeyi etkileyen psikolojik bir atmosfer olduğu kesin, ancak bu yeni çalkantılar İslam Cumhuriyetini bölgesel politikalarını sürdürmekten ya da herhangi bir İsrail saldırısına karşılık vermekten alıkoymayacaktır. İran ekonomisi siyasi krizlerle başa çıkmaya alışıktır" sözlerini kaydetti.
Bu açıklama bence İran'a bir limit verdi. Daha önce de uyarı yapmıştı Putin.
Rusya'dan göçen 1,5-2,0 milyon kişi İsrail'de yaşıyor. Bu toplumsal dinamikler de etkili olabilir.
https://x.com/gcinkara/status/1849484315916124181
Bu sorunun tam cevabı olmasa da bu yıl ve geçen yılki resmi nüfus raporlarının kabaca karşılaştırılması (doğum, ölüm oranları ve yeni göç edenler çıkarılınca) yaklaşık 200 bin kişiyi işaret ediyor.
https://x.com/FeritBelder/status/1849382170139267209
Fransa'nın İsrail ile ilişkilerinin bozulmasının temel nedeni, uluslararası hukukta itibarını koruma ve savaş suçlarına destek veren bir ülke olarak anılma riskini engelleme çabası olarak okunabilir. Güney Afrika'nın İsrail’in Gazze’deki katliamlarına ilişkin başvurusu Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından kabul edildi ve dava, İsrail’in askeri operasyonlarının soykırım riski taşıyıp taşımadığı konusunu ele alıyor. Fransa, aynı zamanda taraf olduğu, 2014'de yürürlüğe giren Silah Ticareti Antlaşması'nın (ATT) silah transferlerini ciddi insan hakları ihlalleri yaratabilecek durumlarda yasaklayan hükümlerini ihlal eden bir ülke olmak istemiyor.
Fransa'nın politika değişikliğinin esas nedeni ise kendisi için jeopolitik öneme sahip Lübnan’ı, İsrail ile İran’ın kollarına bırakmak istememesidir. Bir zamanlar Fransa’nın sömürgesi olan Lübnan, Orta Doğu'da stratejik bir merkez olmanın yanı sıra, Akdeniz'deki jeopolitik konumu ve gelecekteki gaz ve petrol rezervleri açısından da önemli bir ülke. Bu yüzden İsrail'in Lübnan’a saldırısı Fransa’yı ciddi şekilde endişelendirdi ve Macron acil bir kararla Lübnan'a destek için uluslararası bir konferans düzenleme kararı aldı.
Fransız siyaseti Filistin meselesinde açıkça ikiye bölünmüş durumda. Siyasi yelpazenin sol kanadında kalan bazı partiler ve gruplar Gazze’de yaşananları “soykırım” olarak nitelendiriyor. Hatta temmuz ayı başında gerçekleşen yasama seçimlerinin önemli gündem maddelerinden birisi sol partiler için Filistin meselesiydi. Seçimlerde Macron ve hükûmet koalisyonunu yenen sol ittifak Yeni Halk Cephesi Filistin’in devlet olarak tanınmasını programlarına alırken, Emmanuel Macron bu ittifaka hükûmet kurma görevi vermemişti.
Fransa’da solun Filistin meselesindeki hassasiyeti sağ kanattan gelen asılsız “anti-semitizm” suçlamalarına da hedef oluyor. Bu bağlamda, EuroPalestine kurucularından Shahshahani, “Filistin sorunu bir dünya sorunudur. Evrenseldir ve bazı siyasi partilerin, örneğin Mélenchon’un Boyun Eğmeyen Fransa’sının, Filistin halkının haklarını savunmak için mümkün olan her yerde, yani Fransız Parlamentosu’nun içinde ısrar etmesi mantıklıdır.” diyor.
https://perspektif.eu/2024/10/23/fransa-savasin-birinci-yilinda-macronun-pozisyonu-degisiyor-mu/
Arap ülkelerinin Filistin sorununa kayıtsızlığı bilinen bir gerçek. Belki Körfez’in petrol ve doğal gaz zenginleri zaman zaman kesenin ağızını açıp, gönüllerinden ne koparsa Batı Şeria ve özellikle Gazze’ye bağışlamakta kusur etmediler. Ama yardımların verimli yatırımlar yapılmasının veya fakir halkın refahı için kullanılıp, kullanılmadığının hesabını da sormadılar. Açıkçası hem batıdan, hem doğudan Filistin’e akan yardımlar hep Hamas ve Fetih liderlerinin cebini doldurdu. Onlar zenginleşti. Halk giderek yoksullaştı. İran ve kısmen Katar yardımları silah ve radikalleşme eğitimine katkıda bulununca, bunlar Filistinlileri daha çok İran’ın bölgesel emellerine alet etti. Mısır Filistinlilere hemen hiç kapı aralamadı. İhvan hareketini bir beka sorunu olarak gördüğünden onun uzantısı gibi kabul ettiği Gazze’ye sırt çevirdi. Gazze’den açılan tünellere zaman zaman lağım suyu pompalayarak geçişleri engelledi. Cömert Körfez Arapları da Filistin’den göç almamaya özen gösterdi. Katar Hamas’ın elebaşlarına ev sahipliği yapsa bile küçük gelişmiş ülkesini kitlesel Filistin göçünden hep korudu. Bunun nedenleri onlarca malum. Araplar, Filistin sorununu kendi sorumlulukları olarak görmedi; görmüyor. Arada yüksek perdeden bireysel veya Arap Birliği olarak ses yükseltseler bile bu zaten fazla yankı yapmadı ve yapmıyor. Buna karşılık siyasi, jeo stratejik ve ekonomik çıkarları galebe çaldığında İsrail ile yakınlaşmakta tereddüt etmediler. Sırayla imzaladıkları Abraham anlaşmalarına hala hepsi bağlı. Belki ilişkileri geliştirmek için düzenlenen Necef zirveleri artık düzenli olarak yapılamıyor. Ama Abraham sürecinden Filistin uğruna vaz geçen bir imzacı Arap ülkesi henüz yok.
Abraham anlaşmalarının tohumlarının 2020 den önce atıldığını biliyoruz. Uzun zamandır umulan Arap-İsrail barışı, Mısır ve Ürdün parantezinden çıkıp gerçeğe dönüşünce bunun en büyük sevabı Trump’a çıkarılmıştı. Birleşik Arap Emirlikleri’nin(BAE) 2019’u “hoşgörü yılı” ilan etmesi tesadüf müydü? Ama izleyen yıl yani 2020 de İsrail’i Dubai’de başlayan Dünya 2020 Fuarına davet etmesi ve Papa ile “İnsanlık Kardeşliği Belgesi”( Document of Human Fraternity) ne dayanarak aynı anda Dubai’de bir Katolik kilisesi ve bir de Sinagog açılmasına yeşil ışık yakması, BAE nin Abraham barışına gönüllü olması olarak değerlendirildi. “Abraham’ın Aile Evi” (Abrahamic Family House), Kudüs’ten daha yeni ve tartışmasız bir Kudüs olarak 15 Eylül 2020 de BAE ve Bahreyn’in İsrail ile normalleşecek ilişkilerinin somut bir sembolü olarak kabul edildi. Zaten sonrası çorap söküğü gibi geldi. İsrail gibi bir teknolojik güç ile ilişkileri geliştirmeyi önce Sudan (Ekim 2020), sonra Fas (Aralık 2020) kabul etti. Umman zaten halen İsrail ile ilk ikili anlaşmalar imzalayan ülke olduğu için “Abraham Evi”, Maşrık ’ta, Irak, Katar, Suriye ve Suudi Arabistan, Mağripte ise Cezayir, Libya ve Tunus dışında tüm MENA ülkelerinin İsrail ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini, güvenlik işbirliğini geliştirmek için bir araya gelebilecekleri bir mekân adayı oldu. Buna rağmen Necef toplantılarının Fas’ta düzenlenmesi, İsrail’in Fas’a verdiği Sahel güvencesine atfedildi. Trump’ın deyimi ile “ Yeni bir Orta Doğu Şafağı”( Dawn of a New Middle East) ne kadar sürerdi?
https://www.muhalif.com.tr/makale/savasa-serbetli-abraham-barisi-3649
7 Ekim saldırılarını stratejik açıdan daha keskin zekalı bir Hamas ve daha insancıl bir Sinvar gerçekleştirse ve çok farklı bir şekilde yönetseydi, Gazze halkının durumu nasıl olurdu hayal edin.
Hamas, İsrail'in güneyini koruyan son derece sofistike sınırı aşarak İsrail ordusunu utandırmışken yollarına çıkanları katletmek, tecavüz etmek ve sakat bırakmak zorunda değildi. O gün ele geçirilen rehineleri hemen serbest bırakmak, Hamas'a iki dramatik avantaj sağlardı. Terör kurbanı olduğu için dünyadan İsrail'e gelen sempati dalgasını engellerdi. Aksine Hamas, kendisini siyasi düşmanının masum sivillerini bağışlayan taraf olarak gösterebilirdi.
Bu, Binyamin Netanyahu'nun başbakanlığını da mahvederdi. Halihazırda yolsuzluk suçlamaları ve yargıçların seçilme yöntemini değiştirmekle ilgili tartışmalı planları sebebiyle büyük bir ulusal baskıyla karşı karşıya kalmış Netanyahu'nun "Bay Güvenlik" olma iddiası utanç verici bir şekilde ifşa edilirdi. Onun için daha da kötüsü, sivillerin rehine travması başlamadan derhal serbest bırakılması, krizi ele alışının meşruiyetinin büyük bir kısmını ortadan kaldırırdı.
Ancak Sinvar, kendi çıkarı için bile bu "cömertliği" hayal edememişti.
Sinvar'ın ailesi, İsrail ordusu yüzünden acı çekmiş ve bu, onun intikam arayışının fitilini ateşlemişti. Hiçbir şey, İsrailli doktorların orada hapisteyken Sinvar'ın beyin tümörünü alması bile bunu hafifletememişti. İntikam kanseri onu tüketiyordu ve 7 Ekim'den bu yana onbinlerce kişiyi daha öldürdü.
Elbette "ya olsaydı" demek yaşananlara dair hiçbir çözüm sunmuyor. Ancak Filistinlerin, İsrail'e ne kadar öfke duysalar da Sinvar'ın yaklaşımının kendilerine intihar derecesinde zarar verdiğini ve halihazırda içinde bulundukları enkazdan çıkmak için farklı bir yol izlemeleri gerektiğini kabul edip etmediği, artık asıl soru.
Kitap'ta Türkiye için çok fazla bir şey söylenmiyor. Ama Arap liderlerinin Katar, Mısır, Suudi Arabistan dahil Hamas'tan kurtulmaya çalıştıkları ve İsrail ile arayı düzeltmek istedikleri çok açık.
https://x.com/ProfHilmiDemir/status/1850646957577974077
Ata Şahit@AtaSahit
🔗İsrail’in İran’a gerçekleştirdiği saldırıda hangi hususlar öne çıkmaktadır?
1/İsrail’in İran’a gerçekleştirdiği hava saldırısı ile ilgili dikkat çeken ilk husus bu saldırının Tel Aviv için askeri bir başarıdan ziyade Washington için diplomatik bir kazanç olmasıydı.
2/Görünen o ki ABD, Netanyahu’yu saldırıyı çok sınırlı tutmaya zorlayarak İran’ı misillemeye yöneltmemeyi başardı. Başka bir deyişle Amerika bu yöntemle bir kez daha İran’la savaş istemediğini göstermiş oldu.
3/İran’da hedef alınan yerler bu saldırının ardındaki siyasi niyetlere dair de çeşitli soru işaretini gündeme getirmiştir. Bu işaretlerin başında gelişmelerin perde arkasında bir tür arka kanal diplomasisinin var olabileceği yönünde güçlü işaretler bulunmaktadır.
4/Saldırının gerçekleşmesindeki gecikme ve medyada öne sürülen iddiaların aksine daha düşük yoğunlukta ve sınırlı kapsamda yapılması, tarafların doğrudan bir çatışmadan kaçınarak diplomatik çözüm yollarına yönelme çabasında olduklarını düşündürmektedir.
5/Bu gerilim azaltma çabalarının ardında uluslararası baskıların artışı, geniş çaplı bir savaşın yol açacağı muhtemel sonuçlara dair endişeler veya bölgedeki siyasi dengeleri koruma arzusu gibi çeşitli faktörler bulunabilir.
6/Özellikle, büyük güçlerin doğrudan savaş istememeleri veya bölgedeki istikrarsızlığın kendilerine zarar vereceği öngörüsü, bu tür diplomatik girişimlerin önemini artırmaktadır.
7/Bu bağlamda, çatışmanın askeri bir tırmanışa dönüşmesi yerine, tarafların diplomatik çözüm arayışında oldukları ihtimali güç kazanmaktadır.
8/Burada dikkat çeken en önemli soru İsrail ve İran arasında gerçekleşen karşılıklı saldırılar, tam anlamıyla bölgeyi etkileyen geniş çaplı bir savaşa dönüşmeden önce kaç tur devam edebilir? sorusudur.
9/Gerçek şu ki İsrail’in Gazze ve Lübnan’daki saldırıları sürdüğü sürece, İsrail ve İran arasında yeni bir çatışma her an patlak verebilir. Ayrıca bir sonraki çatışmaların öncekilerden daha şiddetli olacağı öngörülebilir.
https://x.com/AtaSahit/status/1850105220631511384
Kısa vadeli düşünecek olursak, Sinvar’ın ölümü Netanyahu için büyük bir zafer demek. Yaz ayları boyunca Sinvar ile bir rehine ve ateşkes anlaşması yapması gerektiğini söyleyenlere karşı büyük bir “ben demiştim” mesajı vermiş oldu. İsrail’in çok daha güçlü, Hamas’ın ise önceye nazaran çok daha zayıf olduğu bir noktada askeri operasyonların sonlandırılması muhtemel duruyor. Ancak rehinelerin sağlığıyla ilgili kaygılar pek yakında İsrail kamuoyunu yakından ilgilendiren bir mesele olarak öne çıkacak ve bu da koalisyonunun sonraki adımlar üzerinde anlaşmaya varmasını zorlaştıracak. Pek çok kişi Netanyahu’nun siyasi kariyerinin aylar önce sona erdiğini düşünüyordu. Fakat [beklenenin aksine] siyaseten yeniden dirildi ve Sinvar’ın öldürülmesi onun en büyük zaferi şimdi…
https://harici.com.tr/amerikan-dusunce-kurulusu-csise-gore-yahya-sinvarin-olumu-ne-anlama-geliyor/