Küratörlüğünü Mehmet Birkiye´nin yaptığı, 28. İKSV Tiyatro Festivali´nin uluslararası misafir oyunlarını bir başka tarihe bırakarak, ilk haftanın yerli oyunlardan söz edeceğim.
‘Müfettişler’
“Adam: Ama biliyorum, müfettişler her şeyi duyar, her şeyi gözler, her şeyi izler ve sonunda yargılarlar insanı. Yeni evimize yalnız başımıza gidebilecek miyiz?”
“(...) Kadın: Bak bu hiç hoşuma gitmedi. Belleğin zayıflarsa ne yaparız? Yeni bir yaşama hazırlanıyoruz. Geçmişi unutursak nasıl başarırız bunu. Haydi bakalım. Topla kendini.”
28. İstanbul Tiyatro Festivali, Melih Cevdet Anday’ın 1972’de yazdığı dört ‘uyumsuz’ oyundan ‘Müfettişler’in TiyatroİN tarafından yapılmış yeni yorumuyla açıldı.
Oyunu TiyatroİN’in kurucusu Engin Hepileri yönetmiş, dekor ve ışık tasarımlarını Cem Yılmazer, kostüm tasarımını Çevren Günger, müzik tasarımını Kenan Doğulu üstlenmiş. Hareket tasarımı Büşra Firidin’e, görsel tasarım ve afiş Bülent Şengül’e ait.
Sadece yarım yüzyıl öncesinde değil, günümüzde de çağının ötesinde olan, absürdün büyük ustası Anday, şiirde olduğu gibi, tiyatroda da sürekli ‘yeni’yi aramış, şiirsel adaletin izini sürerken daha iyi bir dünyanın olasılıklarını sorgulamıştır. Karakterlerin düştüğü açmazların, şüphelerin, varoluşsal sorgulamaların ışığında çağımızı ve dünyamızı irdelemiş, başka bir dünyanın mümkün olup olmadığını düşündürmüştür.
Her ne kadar uyumsuz görünse de, Anday’ın beynindeki bir rahatsızlığın iyileşme sürecinde, yaşam ile ölüm kavramlarını irdelediği bir dönemde yazdığı, 1971 muhtırası öncesi toplumun genel durumunu yansıtan, kutuplaşma, sıkışmışlık ve çözümsüzlüğe odaklanan ‘Müfettişler’ temaları açısından son derece gerçekçi bir yapıt.
‘Müfettişler’de düşledikleri sahildeki evi alabilmek için evlerini satılığa çıkaran orta yaşlı çift (Aslıhan Gürbüz & Erkan Kolçak Köstendil) hem kendilerini hem de on gündür dışarıda bekleyen emlakçıyla alıcıyı sorgular. Dışarıdakilerin (müşteri Kadir Çermik & emlakçı Burak Altay) eve girmesiyle, ev sahiplerinin kendilerini de sorgulatmaya hazır oldukları farklı bir boyut oluşur. Ev satıldığında hayallerine kavuşacağının bilinciyle gelenlerden memnun olan kadının sorgulanmasına gerek yoktur. Buna karşın hep sorgulanmaktan korkan adam açısından gelenler hemen acımasız müfettişlere dönüşürler.
Anday’ın çok katmanlı metninde evin satılması hem arzu edilen hem istenmeyen bir ikilemi açığa çıkarır. Ev satılırsa, bu insanların hem geçmişi hem de geleceği olan anıları da birlikte satılacaktır. Satılmak istenenle taşınılmak istenen evler, geçmiş ile gelecek olarak simgelendiğinden bu ikilem bir bakıma anılar aracılığıyla kendini sorgulamaya dönüşür.
Bu sıkışmış insanların özlerine dönebilmek için eyleme geçmek üzere olduklarını hissettiren Anday, eylemi zafere, yenilgiye ya da herhangi bir duyguya bağlamaz, izleyiciyi cevaplardan çok sorularla baş başa bırakır…
Minimal dekorunda, mahrem bir anlatı olarak gelişen öyküyü ustalıkla sahneleyen Engin Hepileri, özellikle oyunculuklara odaklanmış; absürt ve gerçeküstünü tamamen metne bırakarak tüm ekibinden doğal ve gerçekçi bir yorum elde etmeyi yeğlemiş. Kadir Çermik ve Burak Atay müşteri ya da müfettiş olarak çok başarılılar. İnişli çıkışlı duygularını tüm oyunculuğuna ve bedenine ustalıkla yansıtan Erkan Kolçak Köstendil’in yorumu hem inandırıcı hem etkileyici. İlk kez sahnede izlediğim deneyimli dizi ve sinema oyuncusu Aslıhan Gürbüz’ün performansı ise dört dörtlük.
52 yaşına rağmen taptaze, güncel, çok sağlam bir metin, absürdün tadını ustalıkla yansıtan bir sahneleme, başarılı oyunculuklar, mutlaka izleyin diye bitirmek isterdim ama, oyunun Maximum Uniq’deki sancılı izleme deneyimimi aktarmak zorundayım.
‘Çok Amaçlı Performans Merkezi’ diye adlandırılan, ‘amaç’ olarak tiyatroya hizmeti son derece tartışmalı gösteri alanında, taşınır mikrofonlara rağmen, salonun arkalarıyla balkonuna ses pek ulaşamadığından oyuncular son derece yüksek sesle oynamak zorunda.
Ön sıralarda oturduğum açılışta, dekorun ve oyuncuların mahremiyetini cüceleştiren aşırı geniş bir sahnede o güzelim metni, mikrofonları çın çın çınlatan bir bağırış çağırış olarak dinledim, Buna rağmen yukarıdaki eleştiriyi kaleme almışsam, anlaşılan Engin Hepileri bayağı başarılı bir iş çıkarmış. İlk fırsatta daha müsait bir mekânda tekrar izleyeceğim. Size gelince şansınıza oyun artık, 10 Kasım’da Fişekhane’de, 29 Kasım ZorluPSM’de, 6 Aralık Moi Sahne’de, başta İstanbul olmak üzere, sezonda Türkiye’nin çeşitli sahnelerinde. Kaçırmayın derim.
‘Gecediyarı’
“Biz ülkelerimizin geçmişte yaptıklarından sorumlu olabilir miyiz? Ya bugün yaptıklarından? Şahsen yapmadığımız şeylerin yükünü ve vicdan azabını taşıyabilir miyiz? Peki, o geçmişin ülkeye kazandırdıklarından hâlâ faydalanıyorsak?”
2005’te Çağrı Şensoy, Salih Bademci, Güneş Sayın, İmer Özgün Bademci, Hüseyin Sevimli ve Emir Uğurçağ tarafından kurulan Siyah, Beyaz ve Renkli topluluğu, Marius von Mayenburg’un 2022’de Berliner Schaubühne’de prömiyer yapan, Young Vic’te övgüler toplayan son oyunu ‘Nachtlnd / Gecediyarı’nı Türkiye’de ilk kez Festival’de sahneledi.
Almanya’nın önde gelen dramaturg ve oyun yazarlarından, her oyunuyla gündem olan, 1972 doğumlu Mayenburg, ‘Ateş Yüzlü’, ‘Taş’, ‘Çirkin’ ve ‘Bi Parça Plastik’ oyunlarını beğeniyle izleyen Türk seyircisinin tanıyıp sevdiği bir yazar. 1999’dan beri Thomas Ostermeier’in Berliner Schaubühne am Lehniner Platz tiyatrosunda dramaturgi, sanat yönetmenliği ve oyun yazarlığı yapıyor; yazdığı oyunların çoğunu Schaubühne’de sahneliyor. Mayenburg tüm oyunlarında, şaşırtıcı derecede komik ve keskin bir hiciv anlayışı ve hınzır bir mizah duygusuyla toplumsal ya da kişisel sorunlara son derece ciddi ve sert eleştiriler getiriyor. Ancak kahkahalar durulduktan sonra, seyirci izlemiş olduğu müthiş rahatsız edici ve huzur bozucu gerçekleri fark etmeye başlıyor.
‘Gecediyarı’, ölen babalarının eşyalarını toparlamak amacıyla kızı Nicola (Güneş Sayın) ile kardeşi Philipp’in (Çağrı Şensoy) eşleriyle birlikte babadan kalma evde her şeyi tasfiye sürecinde başlar. İçlerinden biri tavan arasında özelliği olmayan suluboya bir tablo bulur. Resimden daha güzel buldukları çerçeveyi çıkardıklarında sağ alt köşede ressamın imzası ortaya çıkar: A. Hitler.
“O Hitler mi” der Nicola’nın kocası (Hüseyin Sevimli). Çirkin resim değer kazanmaya başlar; Nicola iyi para getireceğini düşünür; Philipp babalarının anısı olarak elde tutmayı hayal eder ama öncelik ressamın ‘o Hitler’ olup olmadığını anlamaktadır. Buldukları, büyükbabası Hitler’in küratörlüğünü yapmış eksper (Yağmur Kaşifoğlu) resmi Hitler’in yaptığını onaylar, hatta alıcı bile bulur.
Hayallerini gerçekleştirmeye yetecek para kazanma olasılığı Philipp’i satmaya yöneltir ama önce şaşıran, sonra hakarete uğramış hissederek saldırganlaşan Yahudi eşi Judith’in (İmer Özgün Bademci) etik açıdan resmin yok edilmesi gerektiğini ısrarla savunması olayları alt üst eder.
Yapıtın Nazi karşıtlığıyla hep övünmüş bir ailede nasıl bulunduğunu sorgulanması karanlık aile sırlarının, derinlere gömülmüş dürtülerin ortaya dökülmesine, altlarda yatan inkârın açığa çıkmasına sebep olur. Babası Alman, o güne kadar Almanlığından hiç şüphe edilmemiş aile bireyi Judith anında Yahudi’ye / öteki’ye dönüşür.
Nicola, “Holokost’tan söz etmeden sanatı tartışamaz mıyız?” diye homurdanır ama geçmiş hiçbir zaman geçmişte kalmadığı için galiba mümkün değildir bu. Hatta tarihi tartışmak bile antisemit davranmadan olanaksızdır. Yazarın sonsuz karanlıktan oluşan bir mekânı anlatmak amacıyla icat ettiği oyunun adı da, bu bağlamlarda yadsınamaz bir gerçekliğe kavuşur.
‘Gecediyarı’nı izleyicilerin ilk uzun metrajlı filmi ‘Taksim Hold’em’ ve yazıp yönettiği ödüllü oyunu ‘Fanatik’ ten tanıdığı Michael Önder yönetiyor. Sahne tasarımını Cemre Bulak, ışık tasarımını Önder Arık, kostüm tasarımını Naz Özturna yapmış.
İzleyicilere hayattaki duruşlarını ve kimliklerini kahkahalar eşliğinde sorgulatan, ‘Gecediyarı’ çok parlak bir metinden yola çıkan, iyi sahnelenmiş, iyi yorumlanmış bir oyun. Sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. Kaçırmayın derim.