Canan Nacar
Ekim 1938… Almanya’da yaşayan Polonyalı Yahudiler, bir sabah kendilerini hiçbir açıklama yapılmadan trenlere bindirilirken buldu. O sabah herkes, her zamanki gibi güne başladı; ama saatler ilerledikçe normal bir gün olmadığı anlaşıldı.
Alman hükümeti, Polonya kökenli Yahudileri sınır dışı etmeye karar vermişti. Kimse ne olduğunu bilmiyordu, sadece birkaç parça eşya almalarına izin verilerek Almanya’nın sınırına doğru yola çıkarıldılar. Çocuklar, yaşlılar, aileler… Hepsi, hayatlarının alıştıkları düzeninden, evlerinden, yurtlarından koparıldı. Artık Almanya onları istemiyordu; bir umut Polonya sınırına ulaştıklarında ise Polonya da onları kabul etmedi.
İki ülke arasında sıkışıp kalan bu insanlar, günlerce açık alanda bekletildi. Gecenin soğuğuna, açlığa, susuzluğa karşı korunmasızlardı. İnsanlık dışı koşullara direnmeye çalışıyorlardı. Birçoğu bu koşullara dayanamadı ve hayatını kaybetti. Sınırda ölenler, hiçbir mezara konulamadan geride bırakıldı. Diğerleri ise bu şartlarda hayatta kalmak için mücadeleye devam etti lakin umutlar yavaş yavaş tükeniyordu. Hiçbir yerin vatandaşı olmadan kaderlerine terk edildiler. İki ülke arasında çaresiz kalmış bu insanlar, insanlık onurundan yoksun bir biçimde, tüm dünyanın gözleri önünde acı çekiyor ve dünya buna kayıtsız kalıyordu. Yahudiler yalnızdı ve bu durum Almanya’daki Yahudi toplumu için sonun başlangıcıydı.
Acı dolu haber, Paris’te yaşayan 17 yaşındaki Herschel Grynszpan’a ulaştığında, öfke ve çaresizlik içinde, ailesine yardım edememenin acısıyla harekete geçti. Polonya sınırında açlıktan ve soğuktan ölüme terk edilenler arasında ailesinin de bulunduğunu öğrenen Grynszpan, bu duruma bir tepki olarak Paris’teki Alman Büyükelçiliği’ne giderek önüne ilk çıkan yetkili Alman, Konsolos Yardımcısı Ernst vom Rath’a derdini anlatmaya çalıştı, aldığı ters cevap karşısında elleri titreyerek silahına sarıldı ve ateş etti. Rath, birkaç gün sonra aldığı yaralar nedeniyle hayatını kaybetti. Nazi Almanyası, bu olayı Yahudilere karşı başlatacağı kıyım için bir bahane olarak kullandı. Grynszpan’ın bireysel olarak gerçekleştirdiği bu saldırı, Nazi propagandası tarafından bir Yahudi komplosu olarak lanse edildi. Hitler’in sağ kolu Joseph Goebbels, bu olayı kullanarak Alman halkını Yahudilere karşı kışkırttı. Goebbels, bu suikastın Alman ulusuna yapılmış bir hakaret olduğunu ilan etti ve Alman halkının Yahudilerden intikam alması gerektiğini söyledi. Yahudilere karşı arada sırada yapılan saldırıları öven Goebbels, partisinin bu tür saldırı girişimlerinin olmayacağını, ancak bu tür olayların olması halinde asla müdahale edilmeyeceğini basın yoluyla duyurdu. Sivil ajanların da halkı kışkırtmasıyla Kasım'ın 9'unu 10'una bağlayan gece kanlı saldırılar başladı.
Kristal Gece veya ‘Kasım Kıyımı’ olarak bilinen bu olaylar sırasında, Almanya ve Avusturya genelinde Yahudi evlerine, sinagoglara ve işyerlerine yönelik organize saldırılar başladı. Binlerce sinagog ateşe verildi, yüzlerce Yahudi mezarlığı tahrip edildi ve Yahudi işyerleri yağmalandı. Polis ve itfaiye kasıtlı olarak olaylara müdahale etmedi. Sokaklar kırık cam parçalarıyla dolup taştı; geceyi aydınlatan bu cam kırıkları kristal gibi parladığından, o geceye Kristal Gece adı verildi. Bu süreçte, 7 ile 13 Kasım arasında toplam 400 Yahudi öldürüldü. 1400 sinagog yakıldı. Yahudilere ait çok sayıda dini veya sivil toplantı mekanı, binlerce işyeri, dükkan, ev ile birlikte Yahudi mezarlıkları talan ve yağma edildi. 10 Kasım'dan sonra 30 bin Yahudi, toplama kamplarına gönderildi, yüzlercesi bu kamplarda ya da kamplarda gördükleri muamelenin etkileri sonucu öldü.
Kristal Gece yalnızca birkaç gece süren bir saldırı değildi; aynı zamanda Holokost’un başlangıcıydı. Bu kıyım, Yahudi halkını toplumsal hayattan silme ve Nazi ideolojisine uygun bir ‘ırksal temizlik’ gerçekleştirme amacının somut bir adımıydı. Yahudiler, bu geceden sonra işlerinden, evlerinden, sosyal haklarından mahrum bırakıldılar. Nazi rejimi, onları Alman toplumundan tamamen dışlamak, adım adım çökertmek ve sistematik bir şekilde yok etmek istiyordu.
Kasım ayının hüznü, her yıl bize sadece doğanın döngüsünü değil, Yahudi tarihinin en karanlık gecelerinden birini de hatırlatır. Düşen yaprakların sarı örtüsü, kristal gibi kırılan o kara gecenin izleriyle birleşir. Kristal Gece’deki çaresiz insanların çığlığı, sadece bir halkın evlerinden, işyerlerinden, sinagoglarından yükselen bir ses değil, insanlığın adalet arayışının yankısıdır.