New York´ta yeni açılan sergi, Nazilerden Vietnam Savaşı´nı protesto edenlere geniş skalasıyla üniversite kampüslerindeki antisemitizmin tarihçesinden en dikkat çeken anları gözler önüne seriyor.
New York Yahudi Tarihi Merkezi’nde (Center for Jewish History - CJH) açılan ‘Antisemitizmle Aktivizm Arasında’ adlı sergide, akademik kariyer seçen Yahudilerin yıllardır karşılaştıkları anti-siyonizm, soykırım ile ilişkilendirme ve sınırlamalar gibi çeşitli engeller gösteriliyor.
1969’da Columbia Üniversitesi’ne ait Morningside Kampüsünde Vietnam’daki savaşa karşı yapılan gösterilerde öğrenciler, bu savaşı çoğunlukla İkinci Dünya Savaşı süresince yaşanan soykırıma benzetmişti. Diğer yandan, okulda görev alan bazı Yahudi öğretmenler de bu gençliği ‘akademik Hitler gençliği’ olarak adlandırmıştı.
Bu unutulmaz anlar, günümüzde, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e 1200 kişinin katledilmesi ve 251 kişinin rehin alınmasıyla sonuçlanan saldırısıyla başlayan savaşı protesto eden öğrencilerle dolu Amerikan üniversitelerinde adeta tekrar yaşanıyor.
Bu tarihi paralellik, New York’ta bulunan Yahudi Tarihi Merkezi’nde açılan ve yıl sonuna dek açık kalacak ‘Antisemitizmle Aktivizm Arasında: Yahudi Üniversite Deneyimine Tarih Açısından Bakış’ adı verilen sergide ele alınan konular arasında bulunuyor. Yahudi öğrenci ve öğretmenlerin kampüslerindeki antisemitizmle yüz yıldan fazla bir süredir nasıl mücadele ettiklerini gösteren sergide, Yahudi akademisyenlerin kampüste kimliklerini nasıl korudukları, kurdukları dernekler ve programlar gibi olumlu tarihi gelişmeler de belgeleniyor.
CJH Başkanı Gavriel Rosenfeld, “Bu gün kampüslerde yaşananlara bakıp, bunların 1930’larda yaşananlar ile aynı olduğunu söyleyecek kişiler var. Biz bunu demesek de, tarihteki o günlerden bu günlere gelen bir hat olduğunu görüyoruz. 1933 yılı Mayıs başlarında Alman üniversite öğrencilerinin kitapları yaktıkları eylemler, günümüzde Yahudilerin kampüslerde yaşadıkları eziyete model olmaktadır,” diyor.
Rosenfeld’e göre, serginin beş bölümünden biri olan ‘Gamalı Haç Altında Ezilenler’ adlı kısımda, Nazi öğrencilerin 1933 yılında Viyana Üniversitesi Anatomi Enstitüsü’ne yaptıkları saldırı belgelenirken hemen yanında 2023 yılı Nisan ayında Columbia Üniversitesi’ndeki Hamilton Salonu’na saldıran öğrenciler gösterilerek serginin vermek istediği mesajın altı çiziliyor. Yine bu bölümde, Nazi Almanyasında Yahudi öğrenci ve öğretmenlerin maruz kaldıkları ırkçılık da anlatılıyor. 1300 kişinin üzerinde Ari ırktan olmayan akademisyenlerin, başta zorunlu emeklilik veya kovulma yoluyla üniversitelerden uzaklaştırılması ve Yahudi öğrencilerin okuldan kovulmaları ile ilgili belgeler bu bölümde sergileniyor.
‘Amerikan Akademisinde Antisemitizm’ bölümü, özellikle 1930 ve 1940’larda, aralarında Princeton, Dartmouth ve Columbia gibi elit üniversitelerin de bulunduğu okullarda getirilen Yahudi öğrenci sayısı kısıtlamasını ele alarak, kaydolmayı başaran öğrenciler ve öğretmenlerin Amerikalı üniversitelerde maruz kaldıkları ayrımcılığı gözler önüne seriyor.
1920’li yıllar öncesinde Columbia Üniversitesi’ne kayıt olan Yahudi öğrenci sayısı neredeyse yüzde kırk oranındayken, 1920’li yıllar sonrasında bu oran yüzde 14’ün altına düşüyor. 1960’lı yılların sonlarına kadar Yahudi öğrenci sayısına dair sınırlamalar geçerliliğini koruyor.
Sergide bu kısıtlamalar sonucu Amerikalı Yahudi öğrencilerin başta İllinois Üniversitesi veya MIT’nin de aralarında bulunduğu özel üniversiteler gibi diğer okullara yönlendikleri belirtiliyor. Sergide paylaşılan bilgiler ışığında, öğretmenlerin de bu sınırlamalardan etkilendikleri, 1930 yılında tüm ABD’de üniversitelerinde toplam sadece yüz Yahudi öğretmen bulunmasından anlaşılıyor.
‘Antisemitizmle Aktivizm Arasında’ ve ‘Öğrenciler, Pankartlar ve Sloganlar’ bölümlerinde ise sergi, konuşma özgürlüğü ve nefret söylemi arasındaki çizgiyi merceğe alarak günümüzde üniversite kampüslerinde Yahudi kimliğinde birinin yaşadığı deneyimi paylaşıyor.
Bu bağlamda sergilenenler arasında, 1933 Aralık’ında Columbia Başkanı Nicholas Murray Butler’ın Nazi Almanyasının Washington Elçisi Hans Luther’ı kampüste konuşma yapmak üzere davet etmesi de bulunuyor. Rosenfeld’e göre Avrupa’daki faşizme hayran olmasının yanında İtalyan diktatör Benito Mussolini taraftarı olan ve 1938 yılında İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain’in Hitler ile anlaşma yapmasını destekleyenlerden olduğu bilenen Butler’ın adı halen kampüsteki ana kütüphaneye verilmiş bulunuyor. 1933’te Luther’in üniversite ziyareti en çok Broadway’de dev mitinglerle protesto edilmiş. Bir grup öğrenci ve öğretmen Luther’e hitap edeceği bir platform verilmesine karşı çıkarken, buna karşı çıkmayarak Luther dahil Nazilerin de konuşma özgürlüğüne sahip olmaları gerektiğini savunanların arasında Yahudi gazeteci Meta Lilienthal da bulunmuş.
Konuşma özgürlüğü ile antisemit içerikli nefret söylemlerinin arasındaki fark 1960’lı yıllarda tekrar tartışma konusu olmuştu.
O dönem Columbia Üniversitesi Demokratik Toplum İçin Öğrenciler (Students for a Democratic Society - SDS) birimi başkanı olan Mark Rudd, ABD’nin Vietnam’daki varlığını Nazi soykırımına benzetmişti. Rudd daha sonraları aşırı solcu Marksist bir militan grubuna katılmış ve adı bir dizi bombalamaya karışmıştı.
Rosenfeld, “1960’lı yıllarda sol görüşlü öğrencilerin söylemlerinde hep bir soykırım ve Nazi etkisi sezilmiştir. Diğer yandan, bugün gerçek bir Nazi soykırımı kurtulanı Amerikan Kongresi’nde bu yeni sol akımın kendisine binaları işgal eden Nazileri anımsattığını ifade etmektedir,” dedi.
Eylemciliğin alt katmanlarındaki Nazi etkisi 1960’lı yıllarla sınırlı kalmadı. Henüz geçtiğimiz ocak ayında, Harvard Üniversitesi Başkanı Claudine Gay, Pensilvanya Üniversitesi ve MIT başkanları ile birlikte, Amerikan Kongresi’nde karşısında kampüslerindeki antisemitizmi nasıl ele aldıklarına dair ifade vermişlerdi.
Rosenfeld bu konuyla ilgili olarak, “Gay aslında Harvard kampüsünün ortasında birinin gelip Yahudilerin soykırıma uğraması gerektiğini düşündüğünü söyleyebileceğini ve bunun cezalandırılmayacağını söyledi. Bu sözleriyle çok tepki topladığı doğru fakat henüz bu konunun çözüme ulaştığını söyleyemeyiz,” diye konuştu.
Serginin büyük çoğunluğu antisemitizm konusuna odaklanmış olsa da Yahudi öğrencilerin aktivizmi de bazı belgelerle gösteriliyor. Sergide 1970 yılında Kent Devlet Üniversitesi’nde Ulusal Muhafızlar’ın vurdukları dört öğrenciden üçünün Yahudi oldukları gösteriliyor. Ayrıca, 1964 yılında Berkeley Üniversitesi Konuşma Özgürlüğü Hareketi’ni başlatan yönetim kurulunun çoğunluğunun Yahudilerden oluştuğu görülüyor.
Sergide “Kampüste Yahudiliğini Gerçekleştirmek” konu başlığı da ele alınıyor. Bu bölümde, antisemitizmin Yahudileri kampüste daha aktif ve tanınır hale gelmeye mecbur bıraktığı, bu amaçla kurulan Yahudi kardeşlik derneklerinden, ‘Hillel’ gibi Yahudi merkezleri anlatılıyor.
1923’te Illinois-Urbana-Champaign Üniversitesi’nde ilki kurulan Hillel, ABD’deki ilk Hillel merkeziydi. Günümüzde tüm ülke çapında üniversitelerde toplam yüz elli Hillel bulunuyor. Bunun yanısıra son yıllarda farklı kampüs grupları da yeni merkezler oluşturarak kampüs ortamında hem antisemitizmle mücadele ediyor, hem de Yahudi kimliğini koruyacak imkanları öğrenci ve öğretmenlere sunmaya çalışıyorlar.
Sergiyi anlatan Rosenfeld sözlerine son verirken, “Aktivizm tarihimizin uzun olduğunu ve Yahudi öğrenciler ile öğretmenlerin tanınmak ve haklarına sahip çıkmak için uzun zamandır mücadele verdiklerini söyleyebilirim,” diyor.