•Dünya Bankası verilerine göre İsrail ekonomisi geçen yol yüzde 0,1 daraldı. İsrail Merkez Bankası ise Temmuz ayına göre tahminini düşürerek bu yıl ekonomik büyümenin sadece yüzde 0,5´te kalacağını öngörüyor. Geçen yıl çoğu şirket eleman bulmakta zorlandı.Bunun sebeplerinden biri ordunun 350 binden fazla kişiyi askere çağırması oldu.Bu kişilerin çoğu terhis edilse de Lübnan´daki çatışmalar için 15 bin kişi daha çağrıldı.Ayrıca Gazze´den 220 bin kişinin de iş için ülkeye girmesi yasaklandı.Bu da yaklaşık 80 bin Filistinli´nin çalıştığı inşaat sektörünü zora soktu.Şimdi bu çalışanların yeri, Hindistan, Sri Lanka ve Özbekistan´dan gelen işçiler ile doldurulmaya çalışılıyor. Prof. Karnit Flug, savaş bitince İsrail´in yüksek teknoloji sektörü sayesinde ekonomik büyüme ivmesinin hızlanacağını vurguluyor; “Ancak bu savaş öncekilerden daha uzun sürdüğü ve daha büyük bir nüfusu etkilediği için toparlama daha zayıf ve yavaş olabilir” uyarısında da bulunuyor. •www.bbc.com/turkce
Bağımsız Yahudi sivil toplum kuruluşu Forward tarafından 15 Ekim'de yayınlanan bir ankette, kayıtlı Yahudi seçmenlerin yüzde 62'sinin Harris'e, yüzde 31'inin ise Trump'a oy vereceğini söylediğini aktaran Lubotzky, "Yahudi oylarının sadece yüzde 62'sini almak Demokrat adaylar için düşük bir oran. Yine de Yahudilerin çoğu Harris'e oy verecektir. Ancak bu oran Demokrat adayların olağan performansından oldukça düşük olabilir." dedi.
Pensilvanya nüfusunun yüzde 3,3'ünü Yahudilerin oluşturduğunu belirten Lubotzky, bu oranın Yahudilerin ABD nüfusu içindeki payına göre daha yüksek olduğunu söyledi.
Lubotzky, Michigan eyaletinde yaşayan kalabalık Müslüman nüfusa dikkati çekerek, "Michigan için Müslüman oyları neyse Pensilvanya için Yahudi oyları da o." şeklinde konuştu.
Kanal 12'nin yaptığı ankete göre, İsraillilerin yüzde 66'sı Trump'ı, yüzde 17'si Harris'i başkan olarak istediğini belirtti.
Netanyahu yanlıları ve aşırı sağcı görüşlülerin televizyonu olarak bilinen Kanal 14'te, Harris'e karşı doğrudan tehdit gözüyle bakılıyor.
Aşırı sağ ve Netanyahu hükümetine yakın görüşleriyle öne çıkan kanalda, yayınlanan bir tartışma programında, alt yazıda; "ABD'deki seçimlere bir haftadan az bir süre kaldı. Kudüs'te 'terör destekçisi' Kamala Harris'in ABD Başkanı seçilmesi korkusu." ifadelerine yer verildi.
Merkez basında, Netanyahu hükümetinin Trump'ı Beyaz Saray'da görmek isteyebileceğini, bölgede daha geniş bir alanda hareket edebileceğine inandığı yorumları yer alıyor. Buna karşın seçilmesi halinde Trump'ın İsrail'e savaşı bitirmesi konusunda daha sert baskı yapabileceğine muhalif basında dikkati çekiliyor. Harris'in ise Demokratlar içindeki İsrail'e eleştirel kanadı tatmin etmek isteyeceğini ve Netanyahu ile sorun yaşamasına kesin gözüyle bakılıyor.
New York Times'ın haberine göre, Netanyahu da bölgedeki çatışmalarda siyasi çözüme gitmek için ABD seçimlerinin sonuçlarını bekliyor. Gazze ve Lübnan'da ateşkes için çeşitli taslakların tartışıldığını paylaşan Amerikalı yetkililer, sürecin ümitsiz olduğunu belirterek Netanyahu'nun ABD seçimlerinin sonrasını beklediğini paylaştı.
Çatışmalar eninde sonunda sona erecek, ancak İsrail’in ABD’ye olan bağımlılığı öngörülebilir bir gelecek için yüksek kalmaya devam edecek gibi görünüyor. İsrailli planlamacılar önümüzdeki yıllarda savunma harcamalarını önemli ölçüde arttırmak zorunda kalacaklarını, özellikle de ekonomik büyüme yavaşlarsa bu harcamaları karşılamakta zorlanabileceklerini varsayıyorlar.
Trump’ın savunucuları İsrail’in özel bir durum olduğunu söyleyecektir. Diğer müttefiklerinin aksine, ABD’de Evanjelik Hıristiyanlar ve pek çok Yahudi arasında kendi içinden yetişmiş bir seçmen kitlesi var. Cumhuriyetçi Parti’de İsrail’e destek olmazsa olmaz bir unsurdur. Ama bu yeterli olacak mı?
Trump gelecek hafta kazanırsa bir daha seçmenlerin karşısına çıkmak zorunda kalmayacak ve istediğini yapabilecek. Netanyahu ile şimdilik barışmış olabilirler çünkü siyasi olarak birbirlerine ihtiyaçları var ama Trump affedici bir tip değil ve meydan okumayı hafife almıyor. Eğer ikili İran, Filistin politikası ya da Suudi Arabistan’la normalleşme koşulları konusunda çatışırsa bu dostluk kolayca bozulabilir.
Trump’ın dış politika ekibinde İsrail’i seven ama İsrail taraf olsa bile ABD’yi Orta Doğu’nun sonsuza dek sürecek savaşlarına bulaştırmak istemeyen çok sayıda “Önce Amerika” destekçisi olması muhtemel. Danışmanları arasında daha aktivist bir ABD dış politikasını savunanlar Çin’e odaklanmış durumda. Biden yönetimi gibi onlar da İran’ı ikincil görüyor ve bu tehdide kaynak ayırmak istemiyorlar.
Netanyahu muhtemelen Trump’a içgüdüsel destek veren sıradan İsraillilerden daha hesapçı ve pragmatik. Başbakan, Trump’ı küstürmeyi göze alamayacağını ve Harris kazanırsa Biden gibi davranıp her türlü husumete rağmen İsrail’i desteklemeye devam edeceğini düşünüyor olabilir.
Kim kazanırsa kazansın, İsrail-ABD ilişkilerinin önümüzdeki dört yılı muhtemelen Biden’ın başkanlığı döneminden daha çalkantılı geçecek. Biden İsrail’in gerçek bir dostuydu ve bir kriz anında büyük bir siyasi bedel pahasına İsrail’e yardım etmek için uzun bir yol kat etmeye hazırdı. Beyaz Saray’ın bir sonraki sahibinin -ister Trump ister Harris olsun- aynı şeyi yapması pek olası değil.
https://harici.com.tr/foreign-policy-netanyahu-trumpi-destekliyor-ancak-pisman-olabilir/
ABD’deki Yahudi lobisinin siyaset, bürokrasi, iş dünyası, medya ve sivil toplum üzerinde çok etkili olduğu ve bu sayede Beyaz Saray’dan veya Kongre’den İsrail aleyhinde herhangi bir karar çıkmasının mümkün olmadığı yaygın olarak kabul edilen bir gerçekliktir.
Bu nedenle ABD başkanlarının da hangi partiden olduğundan bağımsız olarak İsrail’i destekledikleri bilinmektedir. Bunun en somut örneği ise Biden’ın, 7 Ekim 2023’ten bu yana devam eden Gazze saldırılarında 42 binden fazla Gazzelinin katledilmesine ve Gazze’de bir soykırım uygulanmasına rağmen İsrail’i hem askeri hem de siyasi olarak desteklemesidir.
Biden’ın İsrail’e yönelik bu koşulsuz ve sınırsız desteğine rağmen, Netanyahu ve aşırı sağcı hükümetinin aklının hâlâ 2016-2020 döneminde başkanlık yapmış olan ve bu dönemde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğuna dair karar ile Golan bölgesinin İsrail toprağı olduğu kararını kabul eden Trump’ta olduğu bilinmektedir.
Zira hatırlanacağı üzere Trump 2020’de sözde Yüzyılın Planını ortaya atmış ve akabinde de İbrahim Anlaşmaları sürecini başlatmıştı. Eğer Trump seçimi kazansaydı muhtemelen yapacağı ilk iş Batı Şeria’nın ilhak edilmesine onay vermek veya göz yummak olacaktı. Dolayısıyla Netanyahu ve şürekasının Trump ile yarım kalmış bir hesapları vardı ve bu hesabı kapatmak için de Trump’ın mutlaka seçilmesi gerekiyordu.
Keza 2020’deki seçimde Yahudilerin Biden’ı tercih etmesi nedeniyle yarışı kaybettiğini düşünen Trump’ın da, bu sefer işini şansa bırakmak istemediği ve bu nedenle İsrail’in hayal ettiği her şeyi vaat ettiği bilinmektedir.
Trump’ın kampanya sürecinde yaptığı bir konuşmada, “İsrail küçücük bir yer... Biraz daha büyütmenin bir yolu var mı?” diyerek İsrail’in sınırlarının genişletilmesinden bahsettiği unutulmamalıdır. Zira bu ancak başka bir ülkenin topraklarının işgal veya ilhak edilmesiyle mümkün olabilecek, tamamen hukuksuz bir söylemdir.
Ayrıca bir zamanlar Netanyahu’nun en büyük destekçisi olan kumarhaneler kralı Sheldon Adelson’un ölümünden sonra servetini yöneten dul eşi Miriam Adelson’un Trump’a, “Batı Şeria’nın İsrail tarafından ilhak edilmesine göz yumması karşılığında” seçim kampanyasına 1 milyar dolar bağış yapacağını söylediği ve Trump’ın da bu teklifi kabul ettiği Amerikan ve İsrail gazetelerinde haber olmuştur. Hatta Adelson’un şimdiye kadar Trump’ın kampanyasına 100 milyon dolar bağışladığı da bilinmektedir.
Bunların yanı sıra, Trump’ın, Biden ve Harris’in aksine İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini vurmasına sıcak baktığı ve yaptığı bir konuşmada, “Eğer İran nükleer silaha sahip olursa yapacağı ilk şey İsrail’i ve ardından da ABD’yi vurmak olacaktır. Bu nedenle İsrail’in öncelikle İran’ın nükleer tesislerini vurması ve İran’ın nükleer silaha ulaşmasını engellemesi gerekir” şeklindeki sözleriyle tam da Netanyahu’nun istediği bir profil çizdiği unutulmamalıdır.
https://kriterdergi.com/dis-politika/netanyahunun-gazze-politikasinin-abd-secimlerine-etkisi
İsrail Merkez Bankası’nın eski başkanı olan Prof. Karnit Flug, hükümetin yaklaşık 10 milyar dolar bütçe kesintisi ve vergi artırımlarına giderek bütçe açığını kontrol etmeye çalışacağını tahmin ediyor.
Ancak bu planlara sendikaların ve bazı koalisyon üyelerinin itiraz edeceğini de ekliyor.
Kudüs’teki İbrani Üniversitesi’nden Prof. Esteban Klor ise askeri stratejiye eşlik eden bir ekonomik stratejinin olmadığı notunu düşüyor.
Dünya Bankası verilerine göre İsrail ekonomisi geçen yol yüzde 0,1 daraldı.
İsrail Merkez Bankası ise Temmuz ayına göre tahminini düşürerek bu yıl ekonomik büyümenin sadece yüzde 0,5’te kalacağını öngörüyor.
Geçen yıl çoğu şirket eleman bulmakta zorlandı.
Bunun sebeplerinden biri ordunun 350 binden fazla kişiyi askere çağırması oldu.
Bu kişilerin çoğu terhis edilse de Lübnan’daki çatışmalar için 15 bin kişi daha çağrıldı.
Ayrıca Gazze’den 220 bin kişinin de iş için ülkeye girmesi yasaklandı.
Bu da yaklaşık 80 bin Filistinli’nin çalıştığı inşaat sektörünü zora soktu.
Şimdi bu çalışanların yeri, Hindistan, Sri Lanka ve Özbekistan’dan gelen işçiler ile doldurulmaya çalışılıyor.
Prof. Karnit Flug, savaş bitince İsrail’in yüksek teknoloji sektörü sayesinde ekonomik büyüme ivmesinin hızlanacağını vurguluyor; “Ancak bu savaş öncekilerden daha uzun sürdüğü ve daha büyük bir nüfusu etkilediği için toparlama daha zayıf ve yavaş olabilir” uyarısında da bulunuyor.
https://www.bbc.com/turkce/articles/c87xxzrlx9eo
Türkiye’nin İsrail’i resmen tanıdığı 1949 yılından bu yana diplomatik, ticari ve turistik ilişkilerin hiç bu kadar yerlerde süründüğü, hasmane demeçlere yol açtığı ve Meclis kürsüsünden “Anadolu topraklarına tehdit” olarak tanımlandığı bir dönem olmamıştı. Hatta 1980 darbesi sonrasında dahi diplomatik düzeyin en alta indirilmesine rağmen ticaret durmamış, medya bugünkü oranda İsrail düşmanlığını abartmamıştı.
İlişkilerin eskisi gibi canlı ve olumlu olmasını arzu eden Türk ve İsrail vatandaşlarına yüksek nispette kötümserlik hakim. Yapılan küçük anketlerde uçak seferlerinin ve ticaretin yeniden başlamasının uzun yıllar alması, neredeyse bu durumun artık hiç değişmeyeceği, öngörülüyor.
İşin temeline inelim: Türkler ve Yahudiler (gerek “millet” ve sonra TC vatandaşları, gerekse İsrail vatandaşları) arasında tarihsel husumet var mıydı? Yani Rumlar (Yunanlılar) ve Ermeniler gibi Anadolu topraklarının kadim halkları misali Türklerin (Osmanlıların) egemen üstünlüklerine tehdit oluşturdular mı geçmişte? Veya Kürt bölgeleri gibi çoğunluk oldukları yerlerde özel haklar isteme noktasına geldiler mi?
Türkler hiçbir zaman Yahudiler ile kavgaya tutuşmadılar. Aksine tarihte birkaç kez iki halk bir araya geldi ve birbirlerinden etkilendiler.
Haaretz'in 27 Ekim'de Londra'da organize ettiği konferansta konuşan Amos Schocken, "(Netanyahu hükümeti), İsrail'in terörist olarak adlandırdığı Filistinli özgürlük savaşçılarına karşı savaşırken (yasa dışı) yerleşimleri savunmanın her iki tarafa da maliyetini göz ardı ediyor" açıklamasında bulunmuştu. İsrail ordusunun saldırıları altındaki Gazze'de ve İsrail işgali topraklarda yaşananlara değinen Schocken, "Şu anda işgal altındaki topraklarda ve Gazze'nin bir kısmında yaşananlar bir anlamda ikinci bir Nekbe'dir" demişti.
Tel Aviv hükümetinin Filistinlilere karşı yürüttüğü politikayı eleştiren Schocken, "Netanyahu hükümeti, Filistin halkına zalim bir apartheid rejimi dayatmayı umursamıyor" diye konuşmuştu. Ayrıca Schochen, "Bir Filistin devleti kurulmalıdır. Bence bunu başarmanın tek yolu İsrail'e, ona karşı çıkan liderlere ve yerleşimcilere karşı yaptırımlar uygulamaktır" ifadelerini kullanmıştı.
Haaretz gazetesi tarafından yapılan bir araştırma, popüler spor uygulaması Strava üzerinden gerçekleştirilen bir istihbarat operasyonunu ortaya çıkardı. Sahte bir hesap kullanılarak, İsrail Savunma Kuvvetleri’ne (IDF) ait askerlerin kimlikleri ve hassas bilgileri toplandı. Bu durum, muhtemel bir yabancı aktörün Strava’yı sistematik bir şekilde kullanarak, İsrail ordusunun güvenlik açıklarını keşfettiğini gösteriyor. Sahte kullanıcı, Strava'nın sunduğu özellikleri manipüle ederek, birçok askerin kimliğini ve görevlerinin adreslerini açığa çıkardı. Bu durum, IDF'nin güvenlik açığına dair kaygıları artırdı ve konu hakkında bir soruşturma başlatıldı. Haaretz’in bulgularını duyurmasının ardından, Savunma Bakanlığı hızlı bir şekilde konuyu ele aldı ve kapsamlı bir inceleme başlattı.
Hizbullah’ın aldığı ölümcül darbelere rağmen bu kadar dayanıklı bir örgüt olması herkesi şaşırtıyor. Hizbullah, askeri gücünün yanı sıra ülkedeki Şii toplumuna dayanan bir kitle desteğine de sahip. Örgütün yaşadığı kayıplar, kitle desteğinin daha da pekişmesine neden oluyor ve üyelerinin savaş motivasyonunu yükseltiyor. Bu bağlamda çatışmanın seyrinin nasıl süreceğini tahmin etmek kolay olmasa da Litani Nehri’nin kuzeyine çekilip çekilmeme kararında dış ve iç baskılar değil Hizbullah’ın yeni lider kadrosunun ve İran’ın tavrının belirleyici olacağını söylemek mümkündür. Hizbullah’ın silahlarının elinden alınması ve Lübnan iç siyasetini dizayn etme girişimleri konusunda ise örgüt asla taviz vermeyecektir.
https://fikirturu.com/jeo-politika/hizbullah-israil-catismasi-ve-lubnanin/
İran ve İsrail, gerilimin bu safhasını sıcak çatışmaya girmeden geçtiklerinde, orta vadede gerilimin tekrar bu düzeye çıkmaması için müzakereye kapı aralayacaklardır. Bununla kastedilen, gerilimi azaltmaya dönük bir temastır. Değilse iki ülke arasında görünür bir gelecekte herhangi bir “normalleşmenin” olmayacağı açıktır. Bu aşamada ABD-İran müzakerelerindeki birikim önemli bir zemin oluşturacaktır. Şahsi kanaat ve gözlemim de İran’da ABD ile olduğu gibi İsrail ile de gerilimi azaltma yönünde güçlü bir eğilimin bulunduğudur. Yine ABD-İran hattında olduğu gibi bu sürecin açık diplomatik kanallarla değil gizli müzakereler şeklinde ve başlangıçta ara bulucular kanalıyla yürümesi beklenebilir. Lübnan ile İsrail arasındaki Mavi Hat ve BM Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı kararı uyarınca Hizbullah’ı Litani Nehri’nin kuzeyine çekme konusu, önemli çıkış noktalarından biri olacaktır. ABD’nin Mayıs 2018’de çekildiği ve nükleer anlaşma olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı’na tekrar dahil olması ya da taraflar arasında büsbütün farklı bir anlaşmanın imzalanmasıyla İran’ın nükleer programının tekrar kontrol altına alınması durumunda bu süreç daha da güçlenecektir. Her halükarda, süreçte ABD’nin pozisyonu hayati önemde olacaktır. Ancak 5 Kasım’daki başkanlık seçimlerinden Donald Trump’ın galip ayrılması, İran açısından işleri içinden çıkılmaz hale getirebilir. Bu nedenle her ne kadar İranlı yetkililer Kamala Harris ile Trump arasında bir fark görmediklerini söyleseler de İran, başkanlık koltuğunda Harris’i görmeyi umuyor. Bu sayede ABD ile İran arasında Joe Biden yönetiminde çekingen ve kararsız şekilde yapılan müzakereler, daha güçlü bir zemine oturacaktır. Ve böylelikle İran, İsrail dahil farklı dış politika krizlerinde de diplomasiyi işletebilecektir. İran-İsrail ilişkilerinin geleceğini belirleyecek olan da tam olarak budur.
UCM’deki süreç, Birleşik Krallık’ın Temmuz 2024’te başlattığı hukuki hamleyle yeni bir gecikme sürecine girdi. Birleşik Krallık’ın Filistin’in devlet statüsünü sorgulayarak UCM’nin yargı yetkisine itiraz etmesi ve daha sonra bu süreci takip etmeyeceğini açıklamasına rağmen, UCM’nin bu itirazı işleme alması domino etkisi yarattı.
Mahkeme, Birleşik Krallık’ın başlattığı sürecin ardından 64 farklı kişi, kurum ve ülkeden gelen benzer talepleri de kabul ederek incelemeye aldı. Bu durum, hâlihazırda 5 aydır bekleyen tutuklama talebinin daha da gecikmesine yol açtı. Birleşik Krallık’ın başlattığı ancak kendisinin bile takip etmediği sürecin, soruşturmayı yavaşlatmak için bir araca dönüştüğü görülüyor.
UCM’deki soruşturma sürecini etkileyen bir diğer unsur da ABD’nin mahkemeye doğrudan tehdit ve baskıları. ABD Senatosundan yapılan açıklamalarda, İsrailli yetkililer hakkında tutuklama kararı çıkarılması durumunda UCM görevlilerine yönelik yaptırımlar uygulanacağı uyarısı yapılıyor.
Bu tehditler, UCM tarihinde bir ilk olmaktan uzak. Nitekim ABD, Afganistan soruşturması sırasında eski Başsavcı Fatou Bensouda ve iki yardımcısı hakkında ülkeye giriş yasağı koymuş ve mal varlıklarını dondurmuştu. Benzer yaptırımların mevcut savcılık çalışanlarına da uygulanabileceği tehdidi, Mahkemenin bağımsız çalışma kapasitesini ve tarafsızlığını tehlikeye atıyor.
https://perspektif.eu/2024/10/29/netanyahuya-yonelik-tutuklama-talebinde-son-durum-ne/
“Ortadoğu coğrafyasından bahsettiğimizi unutmamalıyız. Her an her şey gelişebilir. İsrail’in İran’ı ne şekilde vuracağı, nasıl bir saldırı yapacağı veya vuracağı yerleri ne kadar ağır vuracağı ile ilgili Washington ve Tel-Aviv arasında pazarlık olduğu, Amerika’nın baskı yaptığı yönünde haberler vardı. İsrail yönetiminin birtakım şeyleri ölçüp biçtiği konuşuluyordu. Saldırı sonrasında da bu tür söylentilerin yersiz olmadığı görüldü. İki taraf da birbirinin kayıplarını daha çok, kendininkini daha az gösteriyor. Her yer için geçerli bir kuraldır bu. İran’ın ‘hiçbir şekilde etkili olmadı’ açıklamasına da, İsrail ve İsrail yanlısı uydu görüntüleri paylaşanların aktardıklarına da dikkat etmek lazım.
Gazeteci olarak bugüne kadar bu türden haberlerdeki tecrübemize bakarsak, İsrail’in İran’ın savunma sistemlerine büyük zarar verdiğini veya İran’ın stratejik noktalarına zarar verdiği kanaatinde değilim. İsrail gerçek zarar vermek istememiş olabileceği gibi zarar verememiş de olabilir. Bu İran’ın başarısı mı yoksa gerçekten de bu iş çok büyümesin diye, baskıların sonucu olarak Netanyahu’nun imajını kurtarabilmek için yaptığı bir saldırı mıydı? Bunu bilmiyorum. Netice ne olursa olsun İsrail’in çok şiddetli bir saldırı yapmadığını biliyoruz. Veya etkisi çok ağırsa, İran da bunu gizlemeyi iyi biliyor demektir. İsrail resmi açıklamalarına bakarsak, en azından devlete yakın kaynaklara bakarsak, çok büyük zarar verdikleri iddiası yok. Tabii ‘öncelikli hedef buydu’ diyorlar. S-300 hava savunma sistemlerini vurduklarını ve ‘İran’ın çıplak kaldığını’ söylüyorlar. ‘İstersek İran’ı daha ağır vurabiliriz’ mesajı da veriliyor.
Bu saldırının çok aşamalı olduğu iddiası ne kadar gerçekçi? Bunu bilmek mümkün değil ama olasılık olarak kenarda durabilir. İranlılar da cevap haklarını saklı tuttuklarını ve orantılı bir şekilde yanıt verebileceklerini söylüyor. Ama İran basınında da genel olarak İsrail’in İran’ın gücünü dikkate alması şeklinde uyarı babında açıklamalar var.”
“İleriyle ilgili bir öngörüde bulunacaksak, İran’ın vereceği cevap beklenebilir. İran illa ki füze atmayabilir ama beklemek gerekiyor. Naim Kasım, Hizbullah’ın yeni lideri olarak seçildi. ‘İran bizi destekliyor’ dedi. Ben Naim Kasım’ın seçilmesinde İran’ın çok etkili olduğunu düşünüyorum. Lübnan’daki gelişmeler, Filistin’deki gelişmeler ve İsrail’in saldırılara devam edip etmeyeceği de çok belirleyici olacak. Sadece İsrail ve İran arasındaki bir krizden bahsetmiyoruz. Birçok bileşeni olan bir durum var ve hangi bileşenin gelişeceğine göre taraflardan daha net bir tavır görebileceğimizi düşünüyorum.”
https://anlatilaninotesi.com.tr/20241030/1089854639.html
Ortadoğu'da savaş artık ülkeler arasında yaşanıyor; Vekil güçler devre dışı, İran ve İsrail doğrudan birbirlerini hedef almaya başladılar. 5 Kasım'da yapılacak ABD Başkanlık seçimleri öncesinde Washington'u "kızdırmamak için" olsa gerek, İsrail yönetimi geçen hafta yaptığı saldırıda çok sınırlı vurdu İran topraklarını. Hedeflerin ayrıntıları ortaya çıktıkça, bunun bir "ön saldırı" olma ihtimali güç kazanıyor. İsrail, İran'ın nükleer çalışmalarını yürüttüğü Parchin askeri üssünü koruyan füze savunma sistemlerini vurdu. Yine İran'ın füze üretim tesislerinin yer aldığı düşünülen Khojir askeri üssü de hedefler arasındaydı.
Ancak İsrail'in vurduğu en stratejik hedefin, İran'ın Rusya'dan almış olduğu uzun menzilli hava savunma sistemleri olan S-300 füzelerinin durduğu alanlar olduğu uluslararası basına sızdı. İran'ın elindeki dört S-300 füze bataryasından biri İsrail'in Nisan ayında gerçekleştirdiği saldırıda vurulmuştu. İsrailli yetkililer geçen haftaki saldırıda da kalan üç S-300 füze bataryasının etkisiz hale getirildiğini öne sürüyorlar.
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/ortadoguda-kontrollu-tirmanma/776914#google_vignette
İsrail’in iddiası, Gazze’de 12 bin çalışanı bulunan UNRWA’nın 14 çalışanının, 7 Ekim’de Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırıya karışmış olduğu… Wall Street Journal’ın aktardığı bazı belgelere göre, UNRWA’nın 10 çalışanından birinin terörist örgütlerle bağlantıları var.
Bunun üzerine birçok Batılı ülke, kuruma verdikleri finansman desteğini kesme kararı alırken, Kanada, Avustralya, Güney Kore gibi birçok ülke, Knesset’in bu kararına dair endişelerini paylaşarak, ajansın bölgeye temel bir insani yardım sağladığını vurguladı.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise, “UNRWA’nın Finansmanı Çalışma Grubu Başkanlığını yürütmekte olan Türkiye, söz konusu Ajansı siyasi ve mali olarak desteklemeyi sürdürecektir” şeklinde bir açıklamada bulundu.
ABD Dışişleri Bakanlığı da, bu yasakla birlikte insani açıdan İsrail’in “doldurmakla sorumlu olduğu bir boşluk” doğacağına işaret etti. Zira BM’nin net bir müdahalesi olmaksızın milyonlarca Filistinli mültecinin artık sağlıktan eğitime, gıda yardımına dek birçok hizmete erişimi imkânsız hale geliyor.
Filistin ise, İsrail’in, UNRWA’nın faaliyetlerine son verilmesine yönelik kararının ardından konuyla ilgili BM’de oturum düzenlenmesi için harekete geçeceğini duyurdu.
…
BM zaten saldırılarda yer aldıkları iddia edilen dokuz UNRWA çalışanını Ağustos ayında görevden almıştı. Ayrıca, UNRWA çalışanlarının tarafsızlık ilkesinden sapmaksızın çalışmalarını sürdürmeleri için BM’nin bağımsız bir paneli tarafından da bir süre önce 50 maddelik bir tavsiyeler listesi hazırlanmış, UNRWA’nın yönetimindeki okullarda kullanılan ders kitaplarında “İsrail’e nefret aşıladığı ve antisemitizmi yaydığı iddia edilen iki tane problemli içeriğin” gözden geçirilmesi ve kurum çalışanlarının siyasi görüşlerini ifade etmesinin yasaklanması gibi öneriler getirilmişti.
Örneğin geçen ay Güney Lübnan’da UNRWA çalışanı bir öğretmen olan Fatah Sharif’in bir İsrail saldırısı sırasında ailesiyle birlikte öldürülmesi, ardından kendisinin uzun zamandır gizli tutmasına rağmen kıdemli bir Hamas kumandanı olduğunun ortaya çıkması, bu sürecin tuzu biberi oldu. Bununla birlikte UNRWA Başkanı Lazzarini, Sharif’in Hamas’la bağlantısının ortaya çıktığı Mart ayından beri ücretsiz olarak görevinin askıya alındığını ve kendisine dair bir soruşturmanın zaten açılmış olduğunu açıkladı.
https://www.perspektif.online/unrwa-filistin-halki-ve-naci-en-palestina/
Nachala Hareketi'nin lideri Daniella Weiss, toplantıda Yahudi yerleşimcilerin radikal planlarına dair şunları söyledi:
“Şimdi size şunu söylemek istiyorum; bir yıldan kısa bir süre içinde beni arayıp 'Hayalinizi gerçekleştirmeyi başardınız mı?' diye sorabilirsiniz. Cevabım 'Evet' olacak... Her biriniz Yahudilerin Gazze'ye nasıl gittiğine ve Arapların Gazze'den nasıl yok olduğuna tanıklık edeceksiniz.”
Weiss, Gazze'deki Filistinlilerin çeşitli ülkelere dağılacağını da öne sürdü. Guardian'ın analizinde, İsrail ordusunun Gazze'ye saldırılarıyla bu tür aşırılıkçı yerleşim hareketlerinin daha da güçlendiğine dikkat çekiliyor.
https://adanatorosgazetesi.net/yahudiler-neden-basarilidir/
Kandanos, Yunanistan genelinde 120 kadar “şehit köyü” arasında yer alıyor. Alman işgalciler, partizanların işgalci askerlere yönelik her saldırısına köylere yönelik “misilleme” katliamları ile karşılık veriyordu.
…
Alman Cumhurbaşkanı köyü “Almanların utanç yeri” olarak tanımladı ve “bir Alman Cumhurbaşkanı için buraya gelip konuşmanın zor bir yol” olduğunu savundu.
Steinmeier, “Alman işgalcilerin vahşeti, zalimliği, insanlık dışı davranışları, özellikle bugün nefesimi kesiyor. Yine de bize uzlaşma elini uzattınız ve bunun için size minnettarım,” diye ekledi.
Steinmeier ayrıca Almanya’nın “işlenen suçları cezalandırma konusunda on yıllar boyunca ayak sürüdüğü” ve savaş sonrası hükümetlerin “görmezden geldiği ve sessiz kaldığı” için de özür diledi.
https://harici.com.tr/almanya-cumhurbaskani-yunanistandaki-nazi-suclari-icin-af-diledi/
Bu, Madrid'de Cadılar Bayramı için Yahudi kılığına girmiş ve bunun sadece İsrail ile ilgili olduğunu iddia eden biri. Bu saf ve kadim bir antisemitizm.
https://x.com/HeidiBachram/status/1852391222586818655
Siyonizm'in başlangıcından günümüze kadar kibbutzimler en önde durarak, son saban izine kadar ısrarla saban sürerek, toprağa, toprağa, ülkeye ve halka karşı tavizsiz bir sevgi göstermişlerdir. Ekim ayının korkunç yedinci gününden bu yana ortasında bulunduğumuz zorlu ve acı verici harekatta, kibbutzimler bir kez daha Batı Negev'de ve Kuzey'de ön cephe haline geldiler ve yanlarında korkunç bir yas yükünü taşıdılar. travma ve kahramanlık.
Ekim ayındaki Şiva saldırısında ve savaşta katledilen kibutz hareketlerinin şehitleri ve öldürülenleri anısına, Mishmar HaEmek ormanındaki kibutz anıtındaki anma duvarının temel taşının döşenmesi törenine bu sabah katıldık. Bu anıt sessizliğiyle mirası, korumayı, kahramanlığı ve yerleşimi örüyor. Hatıraları mübarek olsun.
https://x.com/Isaac_Herzog/status/1851932558176461303
Almanya'da Yeşiller, Hür Demokrat Parti ve Sosyal Demokrat Parti'den oluşan koalisyon hükümeti ve muhalefetteki Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partileri bir yıl süren tartışmaların ardından ülkedeki Yahudi yaşamının korunmasına yönelik bir taslak metin üzerinde anlaştı. "Bir daha asla, şimdi: Almanya'da Yahudi yaşamını korumak, muhafaza etmek ve güçlendirmek" başlıklı dört sayfalık taslağa ulaşan Spiegel, metinde antisemitizmin her türlü biçiminin kınandığını ve Federal Hükümetin yanı sıra yerel yönetimlerin de Yahudi düşmanlığına karşı önlemler almaya çağrıldığını belirtti.
…
Metinde ayrıca İsrail'in Gazze'de Hamas'a karşı operasyonlarına atıfla, "ülkenin uluslararası hukuka aykırı saldırılara karşı kendini savunma hakkı" yeniden vurgulanarak, yine uluslararası hukuktan doğan vatandaşlarını teröre karşı koruma yükümlülüğü hatırlatıldı. Bu bağlamda Federal Hükümet de Alman dış ve güvenlik politikasının temel bir ilkesi olarak "İsrail Devleti'nin varlığını ve meşru güvenlik çıkarlarını aktif bir şekilde savunmaya devam etmeye ve iki devletli bir çözüm yönünde çabalarını yoğunlaştırmaya" çağrıldı.
Alman-İsrail Toplumu düzenlemeyi memnuniyetle karşıladığını bildirdi. Dernek Başkanı Volker Beck, grişimin, demokratik partilerin Yahudi yaşamının güvenliği konusunda Almanya'nın özel sorumluluğunu kabul ettiğini gösteren "önemli bir işaret" olduğunu söyledi.
https://www.dwturkce1.com/tr/almanyada-antisemitizmle-m%C3%BCcadele-d%C3%BCzenlemesi/a-70668379
Özoğuz vakası, Almanya’da siyasilerin İsrail söz konusu olduğunda nasıl kaygan bir zeminde hareket ettiğini göstermesi açısından oldukça çarpıcı bir örnek. Her türlü aşırılıkçı siyasetin eleştirilebildiği demokratik bir siyasi kültürde, İsrail’in aşırı sağcılardan oluşan ve en üst düzey yetkilileri hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) nezdinde tutuklama talebiyle dava açılan mevcut yönetimine yönelik dile getirilen eleştiriler antisemitizm olarak etiketleniyor. Böyle bir atmosferde öldürülen Filistinli sivillerle dayanışma göstermek bile terör sempatizanlığı olarak yorumlanabildiği gibi, kamuya açık alanlarda Filistinlilerin yasını tutmak bir suç eylemine dönüşebiliyor.
İsrail ve Yahudiler için hangisi iyi?
Jüdische Allgemeine, ABD Başkanlık Seçimi adaylarını tartışıyor.
Bir yanda Trump dönemi dış politikasında; Kudüs’ün başkent olarak kabul edilmesi, Golan Tepeleri’nin İsrailce ilhakının tanınması ve İbrahim Anlaşmalarıyla Arap devletleriyle dostane ilişkiler dönemine atıf yapılıyor.
Harris ise zaten ‘Yahudi partisi’nin adayı. Nitekim Yahudi seçmenlerin de çoğunluğu bu yönde oy verecek. Şimdi Biden-Harris yönetiminde, tüm eleştirilerine rağmen, İsrail’i İran’a karşı yalnız bırakmadılar.
Peki Amerikan demokrasi nolacak?
Trump dünyayı antisemit komplo teorileriyle açıklayanlarla yakın ilişkide, diğer yanda Harris bunu aşırı sol perspektiften yapanlarla…
https://x.com/IpekMayaSaygin/status/1853005196374233488
“Bazı öğrenciler yazdıklarıma çok öfkelendi ama bazıları da bana teşekkür etti. Bazı meslektaşlarım benimle tartıştı, hatta biri Facebook’ta öğrencilerin derslerime artık katılmamalarını umduğunu yazdı. Ancak, bana katılanlar da oldu ve bazıları da söylediklerimin kendilerine düşünme fırsatı verdiğini dile getirdi. Bana katılmayan, ama en azından soykırım suçlamasının antisemitizmle motive olmuş saçma bir iddia olmadığını kabul eden insanlar da oldu.”
https://emrekose.substack.com/p/israilli-tarihci-amos-goldberg-bu
https://www.indyturk.com/node/748085/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/kuzey-afrikada-yahudi-n%C3%BCfusu
https://www.youtube.com/@despertaredu
1980’lerdeki Lübnan savaşından hemen sonra, çiçeği burnunda bir ole hadaş olarak okumaya gittiğim Amerika’dan İsrael’e geldim. Toyluğuma, bilgisizliğime, içinde yaşadığım toplumun etkisine, “solcu” ve hümanist bir eğilimim olmasına verin, İsrael Arap çatışmasına yaklaşımım “İsrael’in yeteri kadar toprağı var, Filistinlileri işgale ve yerleşimlere son verip, onlara huzurlu bir gelecek umudu verirsek barış olur” çizgisindeydi ve savaş halinin devamında kusurun çoğunu İsrael ‘de bulurdum. “Biraz iyi niyet göstersek…”
40 küsur senedir yaşadığım İsrael ’de, -barış yaptıklarımız dahil- komşularımızdan devamlı kör bir nefret ve düşmanlık; sayısız Gazze operasyonları ve yaşananlar, ikişer körfez ve kanlı intifada geçirdikten sonra 1980 ler’deki kendimle konuşabilsem o gün düşündüklerimden çok değişik bir görüş açısı sunacağım şüphesiz. Ama 40 sene önceki ben bunu dinler miydi bilemem.
Yaşadığım değişim bir süreç ve tabi ki tek bir olaya bağlı değil. Oslo barış ümitlerimi ve düşüncelerimi canlı tutmuştu. Arkasından yaşadığımız inanılmaz terör, Arafat’ın Camp David’de istediği her şeyi elde etmesine rağmen barışı reddetmesi, Olmert’in Abbas’a Barak’tan bile fazla taviz vermesine rağmen gene anlaşma olmaması, Obama devrinin Orta doğuya getirdiği yıkım bütün İsrael halkı gibi beni de git gide daha sağ bir görüşe doğru itti. Yanlış anlamayın. Hala yerleşim politikasının yanlış olduğunu düşünürüm, fakat barışın önündeki tek ve en büyük engelin bu veya sınırlar olmadığına ikna olmamdan epey zaman geçti.
https://www.biracemiyolcu.com/post/i-srail-den-lezzetler-hami-n-cholent
Ekimin son günlerinde kısa bir Plovdiv seyahati sırasında şehirdeki sinagogu da ziyaret fırsatı bulduk. Şehir büyük değil, sinagogun bulunduğu sokağı bulmak hiç zor olmadı. En büyük yardımcımız sokağın ismi😊
200 civarında Yahudinin yaşamasına, sadece Cuma akşam/Cumartesi sabah ve bayramlarda açık olmasına karşın önünde bekleyen polis arabası sayesinde sinagogu hemen bulduk. Bizi görünce arabanın içindeki polislerin günlük rutini de azıcık renklendi 😊 Sinagog kapalı ancak, hoş tesadüf, sorumlu Alberto Behar o sırada karşımızda bitiverdi ve polislerin kendisini aramasına gerek kalmadı, Türkiye’den geldiğimizi söyler söylemez Ladino sohbete başladık. Karşı taraf akıcı, bizim Ladino “eh, idare eder”, ama harika anlaşıyoruz. Pasaportlar polise verildi, Türkiye’den gelenlerde Portekiz pasaportu olması kısa bir şaşkınlığa yol açsa da kapı açıldı ve içeri girdik.
Sohbet koyulaştı, 200 civarında kalan cemaat, daha çok yaşlı, sinagoga ilgi az, karışık evlilikler çok fazla, ancak antisemitizm yok, rahatlar. Dua edildi, mum yakıldı, Alberto Behar’ın Ladino deyimleri arasına sıkıştırdığı İbranice kelimeler konuşmaya renk kattı. Hepimiz memnun, birbirini yıllardır görmeyen tanıdıklar gibi vedalaştık.