Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Emily Cooper’ın Paris’te kalması için mücadele etmesi ile ilgili bir haber çıktı basında geçtiğimiz ay.
Bir ülke cumhurbaşkanının Netflix dizisinin yeni sezon çekimlerini yapmayı seçtiği bir başka güzide Avrupa şehri belediye başkanı ile karşı karşıya kalması ilgimi çekti.
Popüler kültürden uzak kaldığım bir nokta baş gösterdi ve hemen ekran karşısına geçtim. Ne menem bir şeymiş şu Emily? Paris’te mi kalsın Roma’ya mı gitsin? Ben de fikir sahibi olmalıyım dedim ve işte bu motivasyon ile devirdim dört sezonu iki haftada!
Bir nevi Sex and the City… (ki Emily in Paris’in prodüktörü bir zamanlar Sex and the City ve hatta Beverly Hills gibi sevilen dizilerin prodüktörü Darren Star – benzerlik tesadüf değil!)
Abartılı ve renkli kıyafetler, nefis Paris sokakları, lüks hayat, keyifli müzikler, ağız sulandıran yemekler ve tabii biraz aşk biraz entrika…
Sabun köpüğü tadında…
Peki neden Macron vermek istemiyor Emily’i Roma’ya?
Çünkü yeni nesil pazarlama harikası bir karakter Emily. İzleyen herkesin şöyle bir Paris’e gidesi geliyor.
Chicago’dan dilini hiç bilmediği ama romantizmiyle hayaller kurduran Paris’e bir yıllığına gelen genç bir sosyal medyacı Emily. (Diziyi izlemeyenler için spoiler içerebilir)
Gençlerimizin evlerinden çıkıp başka ülkelere öğrenci olarak gitme oranlarının tavan yaptığı günümüzde bir de bu gözle baktım diziye. Onlara nasıl ilham olabilir diye düşündüm:
İlk ilgimi çeken kavram motivasyon. Orada bulunmayı gerçekten istiyor ve önemsiyor olmak. Bu durumu sıradan bir sonraki adım olarak görmek yerine bir fırsat olarak görmek insanın elindeki şartları en iyi şekilde değerlendirmesini destekliyor. Fırsatlar biz onları ‘fırsat’ olarak gördükçe fırsata dönüşürler yoksa kaçırmak ya da yakalamak dediğimiz şey tamamen bakış açısında gizli. Emily özelinde bu bir yıllık değişimi ilk sezon boyunca fırsat olarak gördüğü tartışılmaz. Umuyorum gençlerimiz de benzer bir motivasyonla gittiler yeni şehirlerine. Herkesler gidiyor diye değil, buralar benim için fırsatlarla dolu diyerek.
İstedik oldu. O zaman uyumlanman gerek. Yabancısı olduğun ve dilini dahi konuşmadığın bir kültüre saygılı olmak, gözlem yapmak ve dahil olmak insanı büyütüyor. Farkları fark etmek, yargılamak ve değişime ayak diremek, sadece şikâyet ve dolayısıyla olumsuzluk yaratıyor. Yeni lezzetler, yeni sokaklar, yeni insanlar, yeni arkadaşlar, yeni dersler… Her şey alışılmışın dışı… Emily hemen uyumlanıyor bulunduğu ortama. Dil kursu, Fransızca konuşma çabaları, ofisteki uyumsuzluğunu dönüştürmesi yaşamı nasıl da kolaylaştırdığını görüyoruz. Uyumlanmanın hemen uzantısı olarak esneklik çıkıyor karşımıza. Son dönemde üstünde çok durduğum bir kavram. Esnek olanlar daha tatminkâr ve başarılı oluyor çünkü esneklik özgürlük getiriyor. Değişim kaçınılmaz. Her an beklemediğimiz sorunlar belirebilir ve her şeyi aynı tutma çabası böylesi durumlarda kişiyi paralize edebiliyor. Problem çözme ve stresle baş etme becerimiz esneklikle doğru orantıda gelişiyor. Her bölüm karşılaştığı sayısız soruna yaratıcı ve çeşitlilikle karşılık veren Emily en ‘utanç verici’ durumlarda bile olana bitene takılmadan devam edebilmeyi de gösteriyor izleyicisine. Yeni bir ülkede değişimin tam da göbeğindeyken esneklik kişiyi güçlü yapıyor ki güç benim sözlüğümde yılmazlık, yani rezilyans olarak okunuyor. Çoğunlukla iş arkadaşlarından acımasızca ve hatta zaman zaman kaba bir şekilde gelen eleştiriler karşısında hayata küsmeyen, kavga etmeyen yaptığı iş ve ‘inadıyla’ mücadele eden bir karakter Emily. Dizideki ‘eleştirilerin’ senaryo olmaları sebebiyle abartıldığını düşünüyorum. Ama gerçek şu ki değil eleştiriyi bilinçli verilen geribildirimleri bile duymakta zorluk çeken bir genç nesille karşı karşıyayız. Yapıcı geribildirimi verebilmek de duyabilmek de öğrenilebilir. Unutmayalım ki küçükken çok eleştirilen çocuklar yaş aldıkça ebeveynlerden gelen uyarı ya da geribildirimlere karşı daha tepkisel oluyorlar. Gençlerimizin uyumlanma, esneklik yılmazlık ve geribildirim alabilme becerilerine de bir göz atmakta fayda var. 10 üzerinden kaç verirsiniz gerçekçi bir değerlendirme yaparsanız?
İlişki ve iletişim de sosyal varlık olan insanlar için önemli. Emily sosyal bir kelebek. Yeni insanlarla tanışma ve arkadaşlık kurabilme ve ilişkiyi sürdürebilme becerisi ilham verici. Tabii senaryo bu yönde yazılmış. Yalnızlığıyla kavga eden bir festival filmi değil izlediğimiz sonuçta J
Yetişkin dünyasında çok sevdiğimiz ‘networking’ olgusu da bu ilişki, iletişim, bağlantıda kalma ile gelişiyor. Networkün bir sonuç olduğu ve amaç olarak kullanıldığında samimiyetten uzak, sahte ve işe yaramaz olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Her limanda başka sevgili gibi her ortamda ve ihtiyaçta başka arkadaşlar yerine olanları tutabilmek, samimi ve gerçek ilgi alaka göstermek beklentilerin en aza indirgendiği ortamlarda sosyalleşmek ve kendinin dışında insanların yaşadıklarına karşı farkındalık ve duyarlılıkla yaklaşmak. İlişkileri canlı ve gerçek tutmak 10 üzerinden kaç?
Kafa karıştırıcı bir diğer kavram da denge. İş hayatı ve dinlenmenin sınırlarının net çizilmesi dizide sıkça tekrara ediyor. İşi işte bırakmak, hafta sonu çalışmamak ve hatta iş konuşmamak… Bu da Emily için ‘farklı’. Otomatik olarak her ortamda parlak projelerini paylaşıyor ve Fransız çalışma arkadaşları tarafından uyarılıyor. Ben tabi kantarın topuzunu ters tarafa koyacağım. Gençler ebeveynlerinden uzak yaşadıklarında bazen hangi sebepten orada olduklarını unutabiliyor. Hele ki bulundukları şehirde eski arkadaşları da varsa… Hayır diyebilmek zor ama mümkün. İşte bir gelişim alanı daha. Partilere, maçlara, sosyalleşmeye ayırdığın zaman ile derslere, okula ayırdığın zaman arasında kurduğu dengeye bakmak şart. Neyi neye feda ediyor? Partilediği için ders çalışmaya az vakti kalan ve tutuşup geceleri hiç uyumayanı da gördüm, kafasını derslerden, ödevlerden, okumalardan kaldır(a)mayıp sıfıra yakın sosyalleşmeyle yalnızlığın derin sularında boğulanı da… Denge önemli. Planlama ve önceliklendirme becerileri gelişmiş olmalı. Siz değerlendiriverin.
Emily’nin bir başka ilham olduğu şey de moda bence. Modanın bendeki tanımıyla hem de: kendini tarzınla özgürce ifade edebilme becerisi. Bu sadece kılık kıyafetle olmuyor tabii ki. Otantik ifade çok da cesaret istiyor. Emily bunu kıyafetleriyle yapıyor da tek yol bu değil tabii ki. Prototiplerin yaratılmasının sosyal medya ile bu kadar kolay olduğu günümüzde otantik olmak moda olsa keşke!
Son olarak altına kalın kalın çizmek istediğim şey EYLEM. Emily her davete katılıyor. Aşırı düşünerek fikirlerini değersizleştirmiyor.
Aklına geleni hemen hayata sokuyor ve karşılığını alıyor. Ne demişler?
Evren hareketi alkışlar.
Yapmayı vaat ettiklerin değil yaptıkların seni anlatıyor özellikle yetişkin dünyasında. Hele ebeveynin korumacı kanatlarından bir miktar uzaktayken.
Sizce Macron haklı mı Emily’i yollamam Roma’ya dediğinde?
Ne dersiniz?