•Bu yeni başkanlık döneminde Trump´la dostluğun sınırlarını test edeceklerin başında ise İsrail Başbakanı Netanyahu´nun geleceğini tahmin etmek zor değil. Seçim kampanyası sırasında Trump´ın Netanyahu´ya gönderdiği mesajlar Gaze Savaşı´nın sona erdirmesi yönündeydi. Trump´ın Netanyahu´ya verdiği süre göreve başlayacağı 20 Ocak´ta doluyor. Fakat İsrail-Filistin müzakerelerini yakından takip eden uzmanlardan bazıları Netanyahu´nun sınırları daha fazla zorlamayacağını ve Trump´ı dinleyeceğini düşünüyor. Zaten Sinvar´ın ölümünden sonra İsrail´in Gaze´de savaşacağı bir güç de kalmadı. Bundan sonrası bir Filistin Yönetimi´nin oluşturulması, ki bu hedef Trump´ın yeni başkanlık döneminde bu kez ilk ziyaretini İsrail´e yapmasına da vesile olabilir. Doğrusu, Körfez´in bu plana itiraz edeceğini düşünenlerin sayısı yok denecek kadar az. Yani, Ortadoğu´da ´Yüzyılın Anlaşması´ yeniden canlandırılabilir. Arzu Yılmaz – www.artigercek.com
Fanatizmin ne kadar büyük bir felaket olduğunu, Ortadoğu bir kez daha derinden gözlemliyor.
Dünyada en fazla Nobel alan, bilime, bilgiye en fazla önem veren bir toplumun, Yahudi toplumunun “siyasi fanatikleri” IŞİD fanatiklerinden farklı olmadıklarını kanıtlamak için her şeyi yapıyorlar.
İsrail, Suriye’de son olarak Osmanlı’dan kalan “kültürel miras” niteliğindeki bir binayı bombalayarak yıktı.
Ama o ne ki, İsrail uçakları ve bombaları haftalardır düzenli saldırılarla, Lübnan’da, Baalbek’teki binlerce yıllık tarihi kalıntıları, tüm insanlığın ortak mirası olan eserleri yok ediyor.
Peki bundan birkaç sene önce aynı şeyi kim yapıyordu.
Tabii ki, IŞİD’in ilkelleri.
Onlar da çok da uzak olmayan bir tarihi kenti, Palmira’yı yakıp yıkmakla ve bugün İsrail ordusu Baalbek’i yok ederken, IŞİD’çiler de o gün Palmira’da Baal Tapınağı’nı yıkmakla meşgullerdi.
Çünkü ikisi de aynı fanatizmin, aynı din kisvesine büründürülmüş ilkel dürtünün esiri.
Bugün Netanyahu ile Hitler’i benzetenler var.
Bence Netenyahu ile IŞİD’in artık yaşamayan lideri Ebubekir El Bağdadi birbirine daha çok benziyorlar.
İkisinin de ilkellik ve fanatiklik düzeyi aynı.
Peki ama, onca yıl sonra, Yahudilerin ilk ve de son devleti nasıl oluyor da böylesine büyük bir soykırıma bizzat kendisi girişmiş bulunuyor? Tarihin en büyük toplu kıyımına duçar olmuş bir halk, bundan aldığı derslerle, çok daha hoşgörülü olmak zorunda değil midir? Ortadoğu bir dönemde -kısa olsa da- yaşadığı ve o yörede büyük turistik imkanlar da yaratan hoşgörüyü, insan sevgisini ve yaşama saygı duygularını sürdüremez miydi?
Elbette yapabilirdi. Ama Netenyahu gibi acımasız bir karakter, tüm halkını böylesine bir caniler ordusu haline getirmeseydi!.. Unutmayalım ki 2005 yılında İsrail, Gazze’den tümüyle çekilmiş. Ve kendi sınırları içinde kalmış. Ortadoğu’nun o değişik din, dil ve ırk zenginliğinin kıymetini bilir gözükerek...
Ama ya sonrası? Şimdi sınırlarını çok aşıp Gazze’den Lübnan’a, oradan Filistin’e uzanan o kitlesel ölümler... 40 bini aşıp 50 bine yaklaşan bir kurban sayısı... Kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden ha bire öldürülen zavallılar...Bitmeyen bir yok etme, öldürme tutkusu. Ve 100 bine yakın yaralı. O savaş filmlerini hatırlatan yürek yakan sahneler... Baalbek gibi hayranlıkla andığım bir kutsal mekânı bile bombalama... Bu yeni bir apartheid değil mi? Hem de en acımasız cinsinden?
Gerçi o yeni diktatör kimi en yakınlarından bile eleştiri alıyor. Ama ne fayda!.. Bakınız, eski İsrail eski Başbakanı Ehud Olmert bunu onaylamıyor. Ve apaçık söylüyor, “Gazze Filistinlilerin olmalı” diyerek... Ve de İsrail’in düşmanları konumunda olan İran, Hizbullah, Hamas vs.’den çok, aşırıcıların asıl düşman olduğunu ekliyor. Öte yandan, Birleşmiş Milletler'in raportörü İsrail’in BM üyeliğinin askıya alınmasını öneriyor. ABD seçimleri bile bu konuda dayanılan politik kozlardan biri oluyor. Ve daha neler neler...
https://t24.com.tr/yazarlar/atilla-dorsay/bir-aydin-olarak-israil-suclarina-kapsayici-bakisim,47097
İsrail devleti, dünyadaki Yahudilerin saldırıya uğrama tehlikesinden uzak, güvenli ortamda yaşayabilecekleri bir ülkeye kavuşmaları beklentisi ve iddiasıyla kuruldu. İsrail’in kuruluşuna varan süreçte Yahudi silahlı örgütlerinin sergilediği yoğun dehşet ve bunun -özellikle “Filistinli” bilincinde ve ruhundaki- bugüne uzanan sonuçları genellikle “Ortadoğu” bahsi konuşulurken pek zikredilmez. Aynı zamanda, birilerinin haklı-meşru güvenlik ihtiyacını karşılaması beklenen İsrail’in başka birileri için yerinden edilme, toprağını ve onunla birlikte insanî haklarını yitirme anlamına geldiği, layıkıyla hesaba katılmaz. Dönemin güçlü devletleri, Ortadoğu’da “Yahudi devleti”ne yer açılmasını çeşitli sebeplerle öngördüklerinde, bir kısım Filistinlinin topraklarından sürülmesini, vatansız kalmasını da göze almışlardı.
Yasalı, kurallı, denetim ve temsil mekanizmalı, demokratik bir hukuk devleti olarak kendisi için kurulmuş sahnede yerini alan İsrail devletinin bir değil iki yüzü var. İkinci yüz, bitmek bilmeyen gasplara, yerinden etmelere, yani etnik temizliğe ve nihayet kökene bağlı ayrımcılığa dayalı, birinci sınıf bir apartheid rejimine ait. Bu devletin varoluşuna karakterini gerçekte sürekli paranoya hali ve varolmak için en doğal haklarını gasp ettiği insanlara yönelik ırkçılık kazandırıyor. İsrail’le ilgili meselelerin merkezinde bunların yeralmasına rağmen biz hep “Filistin sorunu”ndan sözediyoruz. Oysa sorun, “İsrail sorunu”.
Fakat bütün bunlardan sonra söylenmesi gereken o kadar acı ki, insan yanına bile yaklaşmak istemiyor: İsrail’in onyıllardır kasıla kasıla, kimseyi umursamadan pekiştirdiği konum, tavır, özellikle bir yıldır giriştiği soykırım ve etnik temizlik harekâtını sürdürürken dışavurduğu kibir, kendinden başkasını umursamazlık… bütün dünyadaki Yahudiler için büyük tehlike yaratıyor. Anti-semitizmin -İsrailli faşistlerin sözcülerinin, gözü kapalı İsrail destekçilerinin en ufak itirazı bile soktuğu kalıp değil- sahicisi de, Yahudilere yönelik ayrımcılık da insanlığın yüz karalarından, geleneğiyle meleneğiyle yakılması, yok edilmesi gereken sapkınlıklardan. Ne yazık ki, üredikleri ortamlar, boy attıkları zeminler hâlâ pek bereketli.
Yahudi toplumunun nihayet güven içinde, huzurlu yaşaması umularak kurulan İsrail devleti, onu yönetenlerin -ve destekçilerinin- faşist zihniyeti yüzünden, yalnız kendi sınırları içindeki insanlara hayatı giderek daha tehlikeli kılmakla kalmıyor, dünya üstündeki bütün Yahudileri hedef haline, potansiyel kurban konumuna getiriyor.
https://www.gazeteduvar.com.tr/israil-tehlikesi-kime-makale-1733776
2 Kasım 2024 sabahı Beyrut Limanı'na, Türk bayraklı bir gemi yanaştı.
Adı “Anadolu’ydu…”
Üzerinde bezden yapılmış büyük bir pankart asılıydı.
Üzerinde “hemen” yazıyordu.
Gemiyi limanda bekleyen 3 Türk vardı.
Türkiye’nin Beyrut Büyükelçisi Ali Barış Ulusoy, AKP Milletvekili Hasan Turan ve Lübnan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Hasan Murad…
Gemide İsrail bombardımanlarında evini barkını kaybetmiş Lübnan halkına yardım malzemesi vardı.
Türkiye ile İsrail arasında iki tarafa da büyük zararlar verebilecek bir gelişme önlenmiş ve yardım gemileri güvenli sularda güvenli bir limana demirlemişti.
Devlet içindeki bu gizli savaşı şimdilik aklıselim kazanmıştı.
Ama Türkiye’nin böyle provokasyonlara açık bir yarası olduğu da kesindi.
O nedenle son sözümü İHH yöneticilerine söylemek istiyorum.
Siz ambleminde barış güvercini olan bir “insani yardım kuruluşuysanız” eğer…
Yapacağınız yardımların ideolojik, fanatik hareketlerle lekelenmemesine herkesten fazla özen göstermelisiniz.
700 insanın hayatına mal olacak ve 2 ülke arasında savaşa yol açabilecek provakatif eylem ve hareketler sizin görev tarifinize hiç uymaz.
Gemilerinizin üzerinde “insani yardım” yazıyorsa, onların içine ideolojik üniforma giyen mürettebat bindirmeyin lütfen…
Ve devletin size gösterdiği güvenli rotanın dışındaki tehlikeli denizlere açılmayın.
https://harici.com.tr/gallantin-kovulmasinin-perde-arkasi-orduya-haddini-bildirme-hamlesi/
1966 doğumlu bir avukat olan Saar, daha önce İsrail’de Adalet Bakanı, Başbakan Yardımcısı, Eğitim Bakanı, İçişleri Bakanı ve Likud Partisi’nden Knesset üyesi olarak görev yaptı.
Yıllar boyunca Filistinlilerle herhangi bir siyasi çözüme karşı sert duruş sergileyen Saar, İsrail’in 27 Aralık 2008’de Gazze’ye başlattığı ve 23 gün sürdürdüğü “Dökme Kurşun” adlı saldırıların ardından Hamas ile yapılan ateşkes anlaşmasını eleştirmişti.
Saar, Kahire görüşmelerindeki düzenlemelerin Gazze Şeridi’ni kapatma ve kaçakçılığı durdurma konusunda etkili olup olmayacağının oldukça şüpheli olduğunu savunmuştu.
https://harici.com.tr/netanyahu-muhalifliginden-disisleri-bakanligina/
https://www.bbc.com/turkce/articles/cd9nje11pxzo
#Amsterdam daki görüntüler Avrupa'daki bizler için korkunç ve derinden utanç verici. Yahudilere karşı böyle bir şiddetin patlak vermesi tüm sınırları aşar. Böyle bir şiddet için hiçbir gerekçe yoktur. Yahudiler Avrupa'da güvende olmalı. -
@Abaerbock
https://x.com/GermanyDiplo/status/1854842811054506131
Türkiye’deki sol/sosyalist çevrelerde sıklıkla Avrupa ve ABD’deki sol kesimler eleştirilse ve pasif bulunsa da, bilhassa son bir sene içinde Türkiye’den Batı’daki benzer kesimlere yöneltilen bu tenkitleri genel itibarıyla hakkaniyetten uzak buluyorum. Holokost gibi tarihsel bir utanç karşısında söylem geliştirmekte zorlanan Almanya’daki sol hareketler şüphesiz bu tenkitleri doğrular tarzda hareket ediyor. Ancak unutulmamalı ki gerek Batı Avrupa’da gerekse ABD’de cadde, kampüs ve meydanları dolduran ve kamuoyunu şekillendirmede önemli rolü bulunan milyonluk gösterileri organize eden gruplar çok büyük ölçüde sol/sosyalist söylem sahiplerinden oluşuyor.
Türkiye’deki sol kitleler ise bu tür geniş katılımlı gösteriler organize etmediği/edemediği gibi, İsrail’e itiraz ve Filistin’e destek gösterileri de boykotlar da kahir ekseriyetle sağ/dindar/muhafazakâr çevreler tarafından organize edildi ve bu vaziyet sadece iktidar desteğiyle izah edilemeyecek kadar asimetrik bir duruma işaret ediyor. Türk solu, yeni ve dinamik bir söylem geliştiremediği böylesi yakıcı bir dönemde, nostaljik temsillerin gölgesine ve satır aralarına sığınmak dışında bu açıdan başarılı bir sınav vermedi.
https://www.perspektif.online/turkiyede-filistin-israil-algisi-2-sol-sosyalist-kesim/
Bu yeni başkanlık döneminde Trump'la dostluğun sınırlarını test edeceklerin başında ise İsrail Başbakanı Netanyahu'nun geleceğini tahmin etmek zor değil. Seçim kampanyası sırasında Trump'ın Netanyahu'ya gönderdiği mesajlar Gaze Savaşı'nın sona erdirmesi yönündeydi. Trump'ın Netanyahu'ya verdiği süre göreve başlayacağı 20 Ocak'ta doluyor. Fakat İsrail-Filistin müzakerelerini yakından takip eden uzmanlardan bazıları Netanyahu'nun sınırları daha fazla zorlamayacağını ve Trump'ı dinleyeceğini düşünüyor. Zaten Sinvar'ın ölümünden sonra İsrail'in Gaze'de savaşacağı bir güç de kalmadı. Bundan sonrası bir Filistin Yönetimi'nin oluşturulması, ki bu hedef Trump'ın yeni başkanlık döneminde bu kez ilk ziyaretini İsrail'e yapmasına da vesile olabilir. Doğrusu, Körfez'in bu plana itiraz edeceğini düşünenlerin sayısı yok denecek kadar az. Yani, Ortadoğu'da 'Yüzyılın Anlaşması' yeniden canlandırılabilir.
https://artigercek.com/makale/trumpin-ortadogudaki-dostlari-322733
Trump’ın dönüşü sadece yayılmacı siyasi hattı güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda Netanyahu’nun İsrail siyasetindeki konumunu güçlendiriyor ve muhtemelen İsrail’i çok daha illiberal bir devlete dönüştürme yönündeki hamlelerini hızlandırıyor.
Öte yandan, yakın bir müttefikin Oval Ofis’e geri dönmesi Netanyahu’ya tamamen sınırsız ve özgür bir alan açmayacak. Biden’ın aksine, Trump’ın Netenyahu tarafından siyasi olarak zarar görebilme riskinden korkması için hiçbir sebep yok. Yeni ABD-İsrail güç ilişkisi çok daha tek taraflı olacak ve yeni başkanın gücü seleflerinden kat be kat fazla olacak.
Trump, tekrar başa geçtiği zaman Gazze’deki sürecin bitmesini istediğini açıkça belirtmişti. Ancak büyük olasılıkla İsrail’in lehine ağır basan bir sonucu kabul edecektir.
Buna ek olarak, Trump Lübnan’da hızlı bir anlaşma isteyeceğini de dile getirmşti. En önemlisi de Netanyahu, İran’ın nükleer programını yok etmeye yönelik stratejik olarak arzuladığı savaşı Trump’ın destekleyeceğinden emin olamıyor. Böyle bir çatışmanın ABD’yi de içine çekmesi muhtemeldir ve denizaşırı savaşlara olan isteksizliği Trump’ın çoğu zaman istikrarsız olan dış politikasındaki tek istikrarlı şeydir.
https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/9-kasim-almanyanin-yazgisi-494876
İnanılmaz bir şekilde, tüm Maccabi turistleri ayrıldıktan sonra, dün gece Amsterdam taksi şoförleri bir kez daha şehirde dolaşıp "Yahudi gibi görünen" insanlara Yahudi olup olmadıklarını ve pasaportlarını kontrol etmelerini sordular. Derinlikler ötelerde. #Amsterdam
https://x.com/dmdebruijn/status/1855594869932097651
Dün akşam Ajax ile Maccabi Tel Aviv arasında oynanan maç öncesinde Amsterdam'da görülen bir duvar yazısı.
https://x.com/10larMedya/status/1854799770533118081
Amsterdam bir zamanlar Batı Avrupa’da en yoğun Yahudi nüfusuna sahip şehirlerlerden biriydi, 2. Dünya Savaşı’nda da oransal olarak en ağır katliamlardan biri bu şehirde yaşandı. Hatta Ajax da şehirdeki Yahudiler tarafından kurulmuştur, bu yüzden taraftar profili Yahudi olmasa da (bir zamanlar) genel olarak Yahudilere sempatiyle bakardı. Son görüntülerden anlaşılıyor ki durum tersine dönmeye başlamış ve tıpkı PSG gibi Ajax tribününde de şehirdeki Mağriplilerin hakimiyeti artmış.
Avrupa’da aşırı sağ, Yahudilerin kendilerinden başka diğer toplumların arîyetini ortadan kaldırmaya çalıştığına ve Yahudiler dışında melez bir dünya yaratmak istediklerine inanıyor. Bu yüzden şu an Avrupa’nın karşı karşıya olduğu yoğun göç sebebiyle gelecekte yok olacağını düşündükleri ‘Avrupa Medeniyeti’ni de Yahudi sermayesinin kendilerine karşı bir komplosu olarak görüyorlar. Takip ettiğim Dynamo Dresden forumlarında dolaşırken dün konuyla ilgili şöyle bir post gördüm, Almanca bilmediğim için Google çeviri kullandım, bu yüzden ne kadar iyi anladım bilmiyorum ama “yarattığınız canavar bizimle birlikte sizi de yutacak” gibi bir şey yazıyordu.
https://x.com/JasonMcAteer7/status/1854803902228574302
Biraz geçmiş. Bir Hollandalı Yahudi 🇳🇱 olarak, büyüdüğüm şey şu: futbol holiganlarının "We're hunting for Jews" (Yahudiler için avlanıyoruz) veya "Hamas Hamas, all Jews on Gas" (Hamas Gazlı tüm Yahudiler) şarkıları. Bunlar klasikler. Sinagoglarımız 3 kat duvarla çevrili. Muhafızlar olmadan hiçbir yere gidemiyoruz. Turistlerin bilmediğinden daha çok endişeleniyorum.
https://x.com/dmdebruijn/status/1854720296734912958
Elie Wiesel, Yahudi halkından nefret edenlere, Yahudiliğini daha da derinden benimseyerek meydan okudu. Burada resmedilen oğlum ve arkadaşı, babamın izinden gidiyor.
https://x.com/ElishaWiesel/status/1854354328137437642
Trump kabinesini oluştururken Netanyahu da Trump'a hazırlanıyor.
ABD Büyükelçisi olarak Batı Şeria'nın ilhakını savunan aşırı sağcı Amerikalı Yahudi Yechiel Leiter'ı atamış. Leiter, Netanyahu'nun Kongre konuşmasında asker oğlu Gazze'de savaşırken öldüğü için alkışlanmıştı.
https://x.com/yunuserdolen/status/1854934151826407597
SON DAKİKA:
Alman-Yahudi Makkabi Berlin futbol takımının 13 yaşındaki oyuncuları, Berlin'deki bir maç sırasında ve sonrasında antisemitik saldırılara maruz kaldı.
Berlin'in Orta Doğu ve Afrika bölgesi olan Neukölln'den bir takıma karşı oynanan maçın ardından Yahudi çocuklar bir kalabalık tarafından sopalarla ve bıçaklarla kovalandı
https://x.com/visegrad24/status/1855018714535805430
https://www.fokusplus.com/odak/siyonizm-karsiti-yahudiler
#Bükreş Katliamı Anıtı, 1941'de Lejyonerler tarafından katledilen 125 #Yahudi için dikilmiş. Mahalle arasında kalmış. Aslında #Romanya, tüm bu yaşananlarda kilit bir rol oynuyor. Zira #ABD Kongresine yansıyan ilk Yahudi Katliamı olayı da 1860'larda Romanya'da geçer. Hatta #Amerikalılar, #Avrupa'daki Yahudi sorununu #Osmanlı topraklarında çözebileceklerine ilişkin belgelere yansıyan ilk tartışmaları da bu dönemde yaparlar. Romanya ve Osmanlı topraklarının Yahudiler dışında ortak bir diğer noktasının #petrol olmasının konuyla ilgisi var mı acaba?
https://x.com/TRBurakKorkmaz/status/1853410024413892806
ABD seçimleri konusunda endişeli olan herkes için, bir zamanlar 1968'de Çıplaklar Partisi altında Nixon'a karşı başkanlık için yarışan bir #Sephardic Yahudi vardı. Louis Abolafia'nın kampanya sloganı "Gizleyecek neyim var?" idi. Rica ederim. Şimdi lütfen yarın oy verin.
https://x.com/SarahAroeste/status/1853575950765523442
Yakup Frank 1726-1791 yılları arasında yaşamış tarihsel bir kişilik. Sabetay Sevi’nin 1626’da doğduğu düşünülürse, aralarında yüz yıllık bir zaman dilimi var. Roman Osmanlı, Podolya ve Polonya sınırlarının nasıl bir geçişkenliğe sahip olduğunu, belki de sınır diye bir şey olmadığını, Dinyeper ve Tuna’nın neleri birleştirip neleri ayırdığını da gösteriyor. Dünyada düşünceler ve akımlar oradan oraya akıyor, hiçbir sınır ve nehir onları durduramıyor. Yakup Frank’ın dönemi aynı zamanda Aydınlanma’nın ve sonra da Fransız Devrimi’yle gelen değişimin şafağına denk düşüyor. Romanda yine gerçek bir tarihsel kişilik olan, Polonya’nın ilk ansiklopedisti Peder Chmielowski karakteri de Yeni Atina kitabının yazarı olarak Aydınlanma döneminin bir temsilcisi zaten.
https://www.k24kitap.org/tokarczukun-mesihi-ve-nahmani-4765
Peki, nereden çıkmıştır 'boyoz'? Boyoz ya da artık kullanılmayan eski adıyla 'Yahudi Böreği'... Adı bize bazı ipuçlarını veriyor aslında. Gerçekten de kısa bir araştırma sonunda, bu lezzetli böreğin kökeninin Seferad kültürüne dayandığını görüyoruz. İzmirli Şair Avram Ventura'nın belirttiğine göre, 1950-1955 yılları arasına denk gelen kendi gençliğinde, evlerinde çok sık yapılan boyoz, aynı zamanda sadece bu ürünü üreten Museviler sayesinde yaygın olarak İzmir'in her yerinde satılmaktaymış.