“MÜZİKTE YENİ SESLERE ULAŞMAK BU YOLCULUĞUN ASIL HEYECANI…” Rock müziğin en köklü ve kendine has gruplarından biri olan Jethro Tull, 23 Kasım´da Volkswagen Arena´da İstanbullu hayranlarıyla buluşacak. Grammy ödüllü müzikleri ve altmış milyondan fazla albüm satışıyla dünya çapında milyonlarca hayrana sahip olan grup, folk, progresif ve hard rock türündeki eserleriyle, nesillere hitap eden bir müzikal miras oluşturdu. İstanbul konseri bu müzik efsanesini bir kez daha canlı izlemek için nadir bir fırsat sunacak.
Sümeyra Gümrah
1967 yılında Ian Anderson ve birkaç müzisyen arkadaşının kurduğu Jethro Tull, müzik dünyasında kendine has bir yer edindi. Başlangıçta sık sık isim değiştiren grup, menajerleri 18. yüzyıl tarım devrimcisi Jethro Tull'un adını önerdiğinde bu ismi kalıcı olarak kabul etti. O dönem blues etkisiyle yola çıkan topluluk, zamanla progresif rock, folk rock ve klasik müzik gibi türleri harmanlayarak kendi eklektik müziğini yarattı. Anderson’un flütü müziklerinde merkezde tutması, Jethro Tull’u diğer gruplardan ayıran en önemli unsur oldu.
Grubun ilk albümü ‘This Was’ bir blues albümü olarak çıktı, ancak Anderson, ‘blues’un sınırlı bir alan olduğunu ve müzikte daha fazlasını keşfetmek istediğini fark etti. 1971 yılında çıkan ‘Aqualung’, grubun müzik tarihinde devrim yaratacak albümlerinden biri oldu. Toplumsal eleştiri ve gözlemlerle dolu olan bu albüm, dinleyicilere sadece müzik sunmakla kalmadı, aynı zamanda Anderson’un keskin ve düşünceli bakış açısını da aktardı. 1972'de yayımlanan ‘Thick as a Brick’ albümü ise yaklaşık 45 dakika süren tek bir parçadan oluşuyordu ve rock müziğin sınırlarını zorlayan yenilikçi bir denemeydi.
Anderson, sahnedeki performansı ve müziğiyle kendine has bir hikâye anlatıcısı oldu. Tek bacak üzerinde durarak flüt çalması, rock dünyasında benzersiz bir ikon haline gelmesine sebep oldu. Yıllar boyunca grup, benzersiz müzikal yolculuğunda evrim geçirdi ve bu süreçte farklı türlere dokundu. ‘Heavy Horses’ (1978) albümü, Anderson’un doğaya ve kırsal yaşama duyduğu sevgiyi yansıtıyordu. ‘50 for 50’ (2018) adlı derleme albümü ise, dinleyicilere grubun elli yıllık kariyerleri boyunca müziklerinin nasıl değiştiğini gösterdi. 2022'de çıkan ‘Zealot Gene’ albümüyle grup, günümüz dünyasının aşırılıklarına ve popülizmine karşı bir tepki vermek istedi. 2023'te yayımlanan ‘RökFlöte’ albümü ise İskandinav mitolojisinden ilham aldı.
İstanbul konseri öncesi Ian Anderson sorularımızı yanıtladı.
Altmış yıla yaklaşan kariyerinizde müziğinizde neler aynı kaldı, neler değişti?
Müzik her zaman değişiyor, her zaman dönüşüyor. Ama köklere sarılmak sadece nostalji değil, müziğin özündeki gerçek duyguya sadık kalmaktır. Müziğimizde her albüm, farklı bir yaratıcı sürecin ve dönemin yansıması oldu. Folk, klasik ve rock unsurlarını zamanla birleştirdik, ama flütün ve akustik enstrümanların müziğimizdeki yeri hep korundu. Bugün de bu unsurlar var olmaya devam ediyor. Yıllar içinde birçok farklı tarz denedik, ancak temel duygusal ve müzikal dürüstlüğümüz her zaman sabit kaldı.
Progresif rock ve folk rock’ı birleştirerek kendinize özgü bir tarz oluşturdunuz. Bu türün geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Folk ve progresif rock’ı birleştirmenin ardındaki motivasyon, müziği daha evrensel ve bağlayıcı hale getirmek. İnsanlar, kendilerine dair bir şeyler bulduklarında, müzikle daha derin bir bağ kurarlar. Gelecekte de bu türlerin etkisini sürdüreceğine inanıyorum çünkü insanlar her zaman duygusal ve anlamlı bir şeylere ihtiyaç duyarlar. Müziğimiz, onları düşündüren ve duygusal bir yolculuğa çıkaran hikâyeler anlatmayı hedefledi ve bu tür bir bağın zaman içinde kaybolacağını düşünmüyorum.
Dijital platformların bu kadar baskın olduğu bir dönemde, plak şirketinizin '50 for 50' gibi bir derleme albüm çıkarması oldukça dikkat çekici. Gelecekte benzer bir proje yapmayı düşünüyor musunuz?
‘50 for 50’, Jethro Tull'un elli yıllık hikâyesinin bir özetiydi ve bence nostaljiye dalmaktan daha fazlası, müziğin evrimini göstermek için güzel bir fırsat sundu. Gelecekte benzer çalışmalar yapılabilir, çünkü bazı klasik albümlerimizi yeniden miksleme projeleri üzerinde çalışıyoruz. Steven Wilson gibi yetenekli isimlerle iş birliği yapmak bu süreçte oldukça heyecan verici. Ancak, çok fazla geçmişe takılı kalmadan, yola devam etmek de önemli.
Geçmişe dönüp bakmanın ve geleceğe odaklanmanın dengesi sizin için nasıl?
Geçmiş her zaman değerlidir, çünkü orada öğrendiğimiz şeyler, bugünkü müziğimize ve kimliğimize şekil verir. Ama bu öğrenilmişlerin gölgesinde kalmadan ilerlemek, her zaman benim için kritik olmuştur. Bu dengeyi bulmak, geçmişten ilham almak ama ileriye doğru atılmak anlamına geliyor. Müzik bir yolculuktur ve hep yeni duraklara, yeni seslere ulaşmak bu yolculuğun asıl heyecanı.
‘RökFlöte’ albümünüzün arkasındaki ilham kaynağını ve kapak tasarımının Eski Nors mitolojisiyle ilişkisini anlatabilir misiniz?
‘RökFlöte’, çok tanrılı inanç sistemlerini araştırmamın bir sonucu olarak ortaya çıktı. İskandinav mitolojisi, bu tür felsefi meraklarımı besleyen özel bir alan oldu. Yazılı kaynaklarla çalışmak, her zaman detayları anlamamın en güvenilir yolu olmuştur ve bu albümde de aynı yöntemi izledim. Kapağın tasarımı da bu hikâyenin bir yansıması; müzik sadece kulaklara değil, gözlere de hitap etmeli diye düşünüyorum. Bu yüzden kapağı, anlattığım hikâyeleri güçlendirecek şekilde tasarladık.
Yıllar sonra Türkiye'ye geri dönüş yapıyorsunuz. Türk dinleyicileri için bu konserin anlamı nedir?
Türkiye, hem tarihi hem de kültürel zenginliği ile beni her zaman etkilemiştir. Türk dinleyicileri son derece tutkulu; sahnede bu tutkuyu hissetmek, benim için büyük bir ödül. Bu konser, sadece müzik çalmak değil, aynı zamanda farklı kültürler arasındaki bu bağı daha da güçlendirmek anlamına geliyor. Dinleyicilerimizle bu özel bağı yeniden kurmayı ve onlara unutulmaz bir gece yaşatmayı hedefliyoruz.
Konserde hangi parçalar olacak?
Dinleyicilerin bildiği ve sevdiği klasik şarkılarımız, örneğin ‘Aqualung’ ya da ‘Locomotive Breath’ gibi, mutlaka yer alacak. Bunun yanı sıra, son albümlerimizden bazı yeni parçaları da dinleyicilerle paylaşmak istiyoruz. Eski ve yeni arasında bir köprü kurarak nostaljik bir deneyim sunmayı ve müziğimizin bugün hâlâ nasıl geliştiğini göstermeyi amaçlıyoruz. Bu dengeyi yakalamak, hem geçmişe saygı durmak hem de ileriye bakmak açısından bizim için önemli.