Kadim Bilgeliğin Işığında..

Canan NACAR Toplum
18 Kasım 2024 Pazartesi

Tarihin derinliklerinden gelen hikâyeleri bugüne ulaştırmayı kendine ödev edinmiş bir bilim insanı: “Muazzez İlmiye Çığ”… Bursa’da 20 Haziran 1914 tarihinde dünyaya gelen bu cesur kadın, sadece şanlı bir bilimsel miras bırakmakla kalmadı; aynı zamanda laiklik ve kadın hakları konusundaki kararlı duruşuyla  örnek bir Cumhuriyet Kadını oldu. Onun hikâyesi, insanlığın unutulan hafızasını tekrar canlandırmanın ve bu hafızayı bugüne taşımanın destanıdır.

Muazzez İlmiye Çığ’ın eğitimle başlayan hikâyesi, onun hayatını bir bilimsel yolculuğa dönüştürdü. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde Hititoloji eğitimi aldıktan sonra, yolu İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne düştü. Orada, tarih boyunca unutulmuş olan çivi yazılı tabletleri çözmeye başladı. Ancak bu tabletler sadece Sümerlerin hikâyesini anlatmıyordu; onlar, bütün insanlığın ortak hafızasını oluşturuyordu.

Bundan binlerce yıl önce, Mezopotamya’nın bereketli topraklarında, insanlık tarihinde yeni bir dönemin kapısı aralandı. Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında yer alan bu topraklar, Sümerler adı verilen bir halkın yuvasıydı. Onlar, tarih boyunca çok şeyin ilkini başlattı: şehirler, tarım teknikleri, hukuk sistemleri… Ve tabii ki yazı.

İnsanlığın ilk yazılı belgeleri olan Sümer tabletleri, bu topraklarda şekillendi. Islak kil blokları üzerine çivi yazısıyla kazılan bu metinler, sanki çok uzak bir diyardan bırakılmış mesajlar gibiydi. Tabletlerde, tarımdan mitolojiye, hukuktan tıpa kadar çeşitli bilgiler yer alıyordu. Ancak bu metinler, binlerce yıl boyunca toprağın altında saklı kaldı, ta ki bir gün ışığa çıkarılana kadar.

800’lü yıllarda, modern Irak topraklarında yer alan eski şehirler, arkeologların ilgisini çekmeye başladı. Uruk, Ur, Lagash, Nippur gibi antik kentlerde yüzlerce kil tablet bulundu. Bu tabletler, sadece bir medeniyetin hikayesini değil, aynı zamanda insanlığın ortak hikayesini anlatıyordu.

  

Tabletlerin üzerindeki yazılar ilk bakışta anlaşılmaz bir bilmeceydi. Ancak bilimin azmi, bu gizemi çözmekte gecikmedi. Sir Henry Rawlinson, 1840’larda Behistun Yazıtları’nı çözerek çivi yazısının anahtarını eline aldı. Onun bu çalışmaları, Sümer tabletlerinin kapısını aralamamıza yardımcı oldu. Jules Oppert, bu dilin Sümerlere ait olduğunu ilk fark eden isimlerden biriydi.

Fakat sadece Batının bilim insanları değil, Anadolu’nun topraklarında yetişen bir bilgin de bu tabletlerin şifrelerini teker teker çözmeye başladı.. “Muazzez İlmiye Çığ”, sadece şifre çözmekle kalmadı, bu bilgileri halkın anlayabileceği bir dille sunarak bir kültür mirasının yaşamasını sağladı ve bu kapsamda birçok eser kaleme aldı.

"Sümerli Ludingirra": Bir Sümerli'nin güzel anlatılarla zenginleştirilmiş yaşam hikayesi.

"Vatandaşlık Tepkilerim": Laiklik ve toplumsal dönüşümlere dair düşüncelerini paylaştığı önemli bir eser.

"Tufan": Sümer mitolojisi ile Tevrat arasındaki bağlara dair detaylı analizler.

Muazzez İlmiye Çığ’ın en dikkat çekici çalışmalarından biri, “Sümer tabletleri ile Tevrat arasındaki bağ”ı açığa çıkarmasıydı.

Bir gün, Gılgamış Destanı’ndan bir parça eline geçti. O tablet, tanrıların insanlığı yok etmeye karar verdiği bir tufan hikâyesini anlatıyordu. Fakat bir tanrı, Utnapiştim adlı bir adama bir gemi yapmasını ve her hayvandan birer çift almasını söylemişti. Hikâye tanıdıktı; bu, Tevrat’daki  Nuh Tufanı’nı hatırlatıyordu. O an, tarihin derinliklerinden bugüne uzanan bir bağlantıyı keşfettiğini fark etti.

İlmiye Çığ, Mezopotamya’nın bu kadim hikâyesinin Tevrat’da da yankı bulmasını, insanlığın ortak korkularının ve umutlarının bir yansıması olarak görüyordu. Bu tufan hikayesi, dönemlerin ve medeniyetlerin birbirinden öğrenebileceği şeylerin bir sembolüydü.

Bir başka gün, Sümer tabletlerinde, tanrıların kutsal bir bahçe yarattığı ve orada insanlığa bolluk ve bereket sunduğu bir efsaneyi okudu. Ancak insanlar tanrılara karşı geldiklerinde, bahçeden kovulmuşlardı. Bu hikâye, Adem ve Havva’nın Cennet Bahçesi’nden kovulma hikâyesine çok benziyordu. İlmiye Çığ, bu iki anlatının sadece mitolojik benzerlikler değil, aynı zamanda toplumsal yapıları anlamamıza yardımcı olan hikayeler olduğunu düşünüyordu.

Tabletlerdeki bir diğer çarpıcı detay ise hukuk sistemiydi. "Göz göze, dişe diş" prensibi, Sümer tabletlerinde yer alıyordu ve bu ilke daha sonra Tevrat’da da da kendine yer bulacaktı. Bu, sadece Mezopotamya’nın adalet anlayışını değil, tarihin ne kadar birbirine bağlı olduğunu da gösteriyordu.

Muazzez İlmiye Çığ, bu hikayeleri anlatarak, tarihin sadece geçmişte kalmadığını; bugünümüzü anlamlandırmanın bir yolu olduğunu gösterdi. Her bir tablet, insanlığın binlerce yıllık serüveninde yazılmış sessiz birer mesaj gibiydi. O mesajların dilini çözerek bize ulaştıran İlmiye Çığ, bir bilim insanından ötesiydi; o, insanlığın unutulmuş hikayelerinin sesi olmuştu.

Bugün, onun açtığı bu kapıdan geçerken, tarih boyunca anlattığı bu öyküler bize şu soruyu soruyor: Geçmişin seslerini ne kadar duyuyoruz? Ve bu sesler, bugünümüzü ne kadar şekillendiriyor?

Muazzez İlmiye Çığ’ın mirası, bilim dünyasında ve halkın hafızasında yaşamaya devam edecek. Onun rehberliğinde, tarih ve mitolojinin derinliklerinde dolaşırken, insanlığın ortak hikâyesini bir kez daha keşfedeceğiz….. Işıklarda Uyusun..

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün