Hikaye, bir masal gibi başlar; sıcak bir gülümseme, küçücük ellerin tuttuğu kalemler ve yüreği sevgiyle dolu bir öğretmen… Ama Janusz Korczak’ın hikayesi, masallardan çok gerçeğin tam ortasında, insanlık tarihine yön veren bir kahramanlık destanıdır. O, çocuklar için hem bir öğretmen hem de bir kalkan olmuş, yaşamını onların geleceğine adamıştır.
Janusz Korczak, 1878 yılında Polonya’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Genç yaşta tıp eğitimi aldı ve yetenekleriyle parlayan bir “çocuk doktoru” oldu. Onu prestijli bir kariyer ve konforlu bir hayat bekliyordu. Ancak Korczak’ın kalbi daha derin bir çağrıya kulak veriyordu. Şifa dağıtmanın yalnızca ilaçlarla olmadığını, sevgi, anlayış ve empatiyle mümkün olduğunu fark etti. O gün doktorluk kariyerini ardında bırakmaya karar verdi. Artık o, yalnızca bedenleri değil, çocukların kırılmış ruhlarını da iyileştirmek isteyen bir öğretmendi.
Korczak, Varşova’da bir yetimhane kurdu. Ancak bu yetimhane, sıradan bir barınma yeri değildi. Burası, çocukların birey olarak değer gördüğü, haklarının korunduğu ve sevgiyle büyüdükleri bir yuvaydı. Onun için çocuklar yalnızca korunmaya muhtaç küçük varlıklar değildi; onlar, saygıyı ve sevgiyi hak eden, eşit bireylerdi.
Korczak’ın yetimhanesi, resmen bir sevgi krallığı gibiydi. Burada bir “çocuk meclisi” vardı. Bu mecliste çocuklar, kendi kararlarını almayı öğreniyor, haklarının farkına varıyorlardı. Korczak’ın anlayışına göre, “Çocuklar yetişkinlerden küçüktü, ama asla eksik değildi.” Onlara değer verilmesi, dinlenmesi ve büyürken kendi yollarını çizmelerine yardımcı olunması gerektiğini ilke edinmişti.
Korczak, bu yaklaşımını yalnızca yetimhaneyle sınırlı tutmadı. Yazdığı kitaplarla, özellikle” Çocuğun Nasıl Sevileceği” adlı eseriyle, çocuk haklarının temellerini attı. Bugün Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne ilham veren fikirlerin çoğu, Korczak’ın savunduğu değerlerden doğdu ve şekillendi.
Ancak 1939 yılı geldiğinde, İkinci Dünya Savaşı Polonya’yı acımasız bir karanlığa gömdü. Nazilerin Yahudilere yönelik politikaları, insanlık tarihinin en acımasız dönemlerinden birini başlattı. Varşova Gettosu, Yahudi topluluğunu açlık, sefalet ve çaresizlik içinde tutan devasa bir mezara dönüştürdü. Bu gettoda insanlar, yaşamın sınırlarını zorlayan bir hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Açlık ve hastalık her geçen gün yüzlerce can alıyor, umut ise yavaş yavaş soluyordu.
Janusz Korczak, bu karanlığın ortasında bile çocuklara olan bağlılığını asla terk etmedi. Yetimhanesini, gettonun umutsuz ve boğucu bir köşesinde yeniden kurdu. Ancak burası artık, çocukların koşup oynadığı neşeli bir yer olmaktan çok uzaktı. Savaşın gölgesinde, gettonun ağır yükü altında çocukların yüzündeki gülümsemeler yerini derin bir kaygıya bırakmıştı. Korczak, bu kaygıyı dindirmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Onlara bir yuvanın sıcaklığını sunmak için çabaladı.
Çocuklar korktukça o daha çok sevgi gösterdi. Karanlık her yeri sardığında, o bir umut ışığı olmayı seçti. Onlara masallar anlattı, oyunlar düzenledi, şarkılar söyledi. Savaşın, açlığın ve ölümün pençesindeki bu çocuklara, dünyanın hâlâ güzel bir yer olabileceğini hissettirmeye çalıştı. Bir lokma ekmeği bölüştüğü çocuklarına, yalnızca karınlarını değil, umutlarını da doyuracak hikayeler verdi. Onlara sadece fiziksel bir koruma sunmadı; ruhlarını da, yaşanan acılardan koruyarak iyileştirmeye çalıştı.
1942 yılına gelindiğinde, getto artık ölümün bekleme salonuna dönüşmüştü. Nazi askerleri, gettoyu boşaltmak ve insanları toplama kamplarına göndermek için operasyonlarını hızlandırdı. O yıl, Janusz Korczak’ın yetimhanesine de sıra geldi. Nazi askerleri kapıya dayandığında, Korczak ve 200 yetim çocuğu “ölüm kampına” gönderilmek üzere çağrıldı.
Askerler, Korczak’a bir kurtuluş şansı sundu: “Sen bir doktorsun. Seni serbest bırakabiliriz.” Ancak Korczak, bu teklifi düşünmeden reddetti. Tüm kararlılığıyla, “Ben onların koruyucusuyum. Onları terk edemem,” dedi. Bu sözler, onun yaşam felsefesini ve çocuklara olan derin bağlılığını özetliyordu. Çocukları yalnız bırakmamak, onlarla birlikte bu korkunç yolculuğu yapmak onun için tartışılmaz bir görevdi.
Korczak, ölüm kampına doğru yapılan bu son yürüyüşte bile çocukların korkularını hafifletmeye çalıştı. Onlara, bir masal gezisine gittiklerini söyledi. Avucunun içinde tuttuğu küçücük eller, o anda yalnızca korkuyu değil, umudu da hissediyordu. Çocuklar, Korczak’ın şefkatli sesiyle masallar dinlerken korkularını unutmaya çalıştı.
Trenlere doğru ilerlerken, Korczak onların en önde yürüdüğü bu sessiz kervanda hep yanlarındaydı. Çocuklar şarkılar söyledi, onun yüzündeki sakinlikten cesaret aldılar. Onlara ölümün karanlığını hissettirmemek için her anlarını aydınlatmaya çalıştı. Ve Treblinka’da, çocuklarıyla birlikte haince katledildi. Ancak onların son anlarında bile yalnız olmadıklarını, sevildiklerini ve değer gördüklerini hissettirdi. Bu, yalnızca bir öğretmenin değil, insanlığın vicdanının ayakta kalışıydı.
Janusz Korczak’ın hayatı, sevgi ve fedakarlığın dünyayı nasıl değiştirebileceğinin en çarpıcı örneğidir. O, yalnızca çocukları korumadı; onların insan onurunu, haklarını ve hayata dair umutlarını yaşamlarının en zor anlarında bile onlara hatırlattı. Korczak, en karanlık günlerde bile ışık olmayı başardı. Ölüm kampına yürürken dahi çocukların elini bırakmadı, korkularını masallarla sardı, kalplerine cesaret ekerek onlara her zaman yanında olduğunu hissettirdi.
Bugün, Öğretmenler Günü’nde onun hikayesi bize bir öğretmenin rolünün yalnızca bilgi aktarmak olmadığını bir kez daha hatırlatıyor. Öğretmenlik, bir çocuğun kalbine dokunmak, ona insanlığın en güzel yönlerini göstermek ve karanlık dünyalara bile umut taşımaktır.
Ve Korczak’ın bize bıraktığı bu öğüt, tüm öğretmenler için hala yol göstermeye devam ediyor;
“Her çocuğa eşit saygı gösterin, çünkü dünya onların gözlerinden yeniden yaratılır.”