“Bir daha çal Sam”

Naci BOSTANCI Perspektif
27 Kasım 2024 Çarşamba

Trump’ın sloganı “Make Great Again” Amerika’yı tekrar harika yap anlamına geliyor. Aynı ifade 2016 seçimlerinde de yine kendisi tarafından kullanılmıştı. Belirsizliğinde hayli ‘duyguyu’ çağrıştıran bu ifadenin geçmişi var. 1980 başkanlık seçimlerinde R. Reagan Amerika’yı tekrar harika yapalım, sloganıyla kampanya yürütmüştü. Zaman zaman popüler medya kuruluşları da bu dili kullanmış. Kısaca Amerikan halkı buna yabancı değil. Gündelik hayatta başka bir insana “Beni takip et, seni zengin ve güçlü yapacağım” dedikten ve bir süre yolculuk yaptıktan 44 yıl sonra tekrar karşısına çıkıp aynı sözleri söyleseniz sizin dolandırıcı olduğunuzu düşünür. Kişisel gerçeklik dünyasındaki anlam belli ki kolektif, muhatabın ‘herkes’ gibi belirsiz olduğu bir iklimde tam tersi bir niteliğe kavuşabiliyor.

Reagan 1981’den 1989’a kadar iktidar oldu, Trump da dört yıl başkanlık koltuğuna oturdu şimdi dört yıl daha görev yapacak. 1980’den bugüne aynı slogan iş görmeye devam ettiğine göre buradaki sorun nedir? Sloganın meydanlarda seslendirilmesinden bu yana geçen 44 yıl içinde vaadini yerine getirmiş olsaydı, miadı dolmuş bu ifadeye kimse bel bağlamazdı. Hala kullanılması kendi içinde çelişik ancak anlaşılabilir bir duruma işaret ediyor. Çelişik diyoruz, çünkü bugün dünü tekzip ediyor, söylenen, imkân (iktidar gücüyle harika yapma) bulunmuş olmasına rağmen yerine getirilmemiş. Anlaşılabilir, çünkü Amerika’yı harika yap sözü rasyonel anlamı içinde değil insanları esinlemek, ayartmak ve baştan çıkartmak için kullanılıyor. Öyle anlaşılıyor ki, insanlar da ayartılmaya hazırlar, şartlara ilişkin şikâyet bunun değiştirilmesine yönelik vaadi, biraz masal niteliğinde de olsa geçerli kılıyor. Yani bir bakıma Amerikan halkı, olsun diyor, masal da olsa güzel, Kazablanka filmindeki o meşhur sahnede “Bir daha çal Sam” denilmesi gibi. Sözün devamını da hatırlayalım: “Eski günlerin hatırı için.” İnsanın, elde acaba kala kala geçmişin hatırı mı kaldı, diye sorası geliyor.  

Siyaset sahnesinde böyle parlak vaatli fakat rasyonel düzeyde altı boş söz çoktur. 1950 seçimlerinde DP “Yeter Söz Milletin” diyerek tabir caizse halka damardan seslenmişti. 27 yıllık tek parti yönetimi, seçimlerin bile tayin usulüyle yapıldığı, milletvekillerinin seçildikleri ili bazen hayatlarında bile görmedikleri bir pratiğe işaret eder. Kasım Gülek hatıralarında Atatürk’ün talimatıyla siyasete girdiğini, vekillik hayatının 1939 Bilecik vekili seçilmesiyle başladığını söylüyor. Atatürk, Paris’te siyaset okuyan, Colombia Üniversitesinde iktisat üzerine doktora yapan, Keynes’in öğrencisi olarak Cambridge’de eğitimini sürdüren bu parlak zekâyı belli ki siyasete kazandırmak istemiş. Batı demokrasilerine şahit olmuş birisi olarak Gülek vekil seçildiğinde Bilecik’e gidiyor ve orada köy kasaba gezmeye başlıyor. İnsanlar siyasetten ne bekliyor, bir vekil olarak neler yapması lazım, bugün alelade olan vekil-halk buluşmalarının bir örneğini veriyor. İlginç olan şu ki, Gülek’e en büyük tepki vekil arkadaşlarından geliyor. Onlar, yanlış davrandığını, vekilin halka gitmesinin herkes için beklentiler doğuracağını, Ankara’da oturup görevini yapması gerekirken Bilecik’te boşa vakit geçirdiğini söylüyorlar. Böyle bir zeminde DP’nin sloganının coşku dolu bir karşılık göreceği muhakkaktır. Halk bu partinin tepe noktasındaki isimlerin CHP’den gelmiş olmasını bilmesine rağmen uzun iktidar döneminin yıpranmışlığı, yorgunluğu içindeki CHP’ye duyduğu tepki ile belli ki bir ihtimale bile oy vermeye hazırdı.

DP on yıl başta kaldı, ancak sloganın doğurduğu beklenti yanında gerçekleşme herhalde çok hayal kırıcıydı. Marks’ın Latin şair Horatius’dan mülhem kullandığı ve Kapital’in başına yerleştirdiği “Anlatılan senin hikâyendir” sözü gibi, DP de kendini temsil edemeyenleri temsil ettiği iddiasıyla görev yaptı, esasen siyasete ilişkin temel reflekslerin öyle kolay değişmediğinin bir örneği olarak da tarih sahnesinden ayrıldı. Bugün soğukkanlı bir şekilde baktığımızda ne CHP’nin halktan bütünüyle kopuk olduğunu, ne de DP’nin her bakımdan halkı temsil eden bir anlayışla iktidarını sürdürdüğünü söyleyemeyiz. Değişimler olmuştur, ancak vaadin parlaklığı yanında hayli sönüktür.

Bülent Ecevit 1977 seçimlerine doğru ‘Karaoğlan’ efsanesiyle siyasette rüzgâr estirdi, ülkenin dağına taşına ‘Ak Günler’ yazıldı. Milliyetçi Cephe hükümetlerinin parçalı yapısı, siyasal istikrarsızlığa açık niteliği, Demirel’in ağzından duyduğu koalisyon sözünün ‘tuhaflığı’ 1974, 75 ve 76’da sırasıyla 25, 20 ve 17 olan enflasyon oranları, kronik gelir dağılımı adaletsizliği, umudunu Ak Günler diye haykıran bu lidere bağlayanların sayısını çoğalttı. Ecevit 1977’de tartışmalı bir şekilde iktidara geldi, Ak günleri bekleyenler 77’de yüzde 28, 78’de yüzde 47’lik enflasyon oranlarıyla karşılaştı. Başka tür dinamiklerin de devreye girmesiyle siyasal çatışmaların yaygınlaşmaya başlaması, Kahramanmaraş olayları Ak Günler umudunu kara günler gerçeğine çevirdi. Ecevit iktidarı iki yıla bile ulaşmayan bir süre ancak başta kalabildi ve ara seçimleri kaybetmesiyle birlikte 78 başında üstlendiği görevden 79 Kasım’ında ayrıldı. 

Kitle iletişim araçlarının yaygınlık kazandığı, bunun da gündelik hayatın dilini gerçeklikten imaja çevirdiği bir süreçte siyasetin ‘zamanın ruhuna’ bigâne kalması düşünülemez. Artık siyasetin mühim bir tanımı “İmaj yaratma ve olgular ne olursa olsun insanları bu imaja inandırma sanatı”dır. O yüzden bu sloganların gerçek anlamlarına kafa yormak sözün sahibinin ne yapacağı konusunda bizi aydınlatmaz, aksine asıl dinamik, sözün sahibinin kimlerle, hangi şartlar ve bağlantılarla, gerçekte kimleri temsil ederek iktidar olduğudur. Yine de ‘zamanın ruhu’ zorlu şartlarda insanların rüya görmesine ve bunu tabir edenlere inanarak bakmasına mani olmuyor ne yazık ki…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün