Turnesol 7 Ekim

İlerici sol özellikle 7 Ekim´den sonra, belki geleneksel Sovyet antisemitizminin etkisi ile, belki de güncel olayları tahlil etmedeki beceriksizliği nedeni ile İsrail´i her fırsatta yerden yere vuruyor! Yahudi halkı ile kurduğu iş ve gönül birliği köprülerini, kendi bindiği dalı kesen ormancı vurdumduymazlığı ile baltalıyor. Bunu yaparken de alenen ve yakıştırılmaz şekilde ırkçılığa, kine, nefrete prim veriyor.

Marsel RUSSO Perspektif
27 Kasım 2024 Çarşamba

Batının, o diyarların, demokratik ortamında serpilen, kendisine yaşam alanı bulan solun, zaten ezelden beri Ortadoğu’yu anlama problemi var. İsrail’in temellerinin bir önceki yüzyılın sonlarından itibaren, içlerinde hatırı sayılı oranda, birçoğu tarihe mal olmuş sol görüşlü Yahudi de bulunan gençlerin omuzlarında yükseldiğini, iki bin yıllık umudun, her şeyin paylaşıldığı bir yaşam sayesinde var olduğunu es geçiyor. Oysa çölü yeşerten, sanatı, bilimi, ticareti, sanayii bu topraklara getiren, bugün beğenmediği Yahudi halkı olmadı mı?  

İlk ziraat okulu, ilk modern kent, ilk müze, ilk üniversite, ilk sanat okulu, ilk senfoni orkestrası onlar tarafından kurulmadı mı? Gündelik yaşamın harcı olacak tarihi dil, onların çabaları ile canlandırılmadı mı?

Bunlar hayata geçerken ne İsrail vardı, ne de özgür bir Yahudi devleti kurma fikri siyasi ortamlarda dillendirilmekteydi! O dönemde bu coğrafya henüz Britanya Mandası altındaki Filistin topraklarıydı. Üzerinde, geneli çöl olan topraklarını Yahudilere o dönem için göz kamaştıran bedellere satan Arap toprak ağalarının göçebe ‘vasalları’ ile oraları kendilerine yurt edinmeye çalışan Yahudiler yaşıyordu.

Bugünkü solun bunları yok sayarak İsrail’i kolonyalist ilan etmesi, devletin kurulma aşamasını, Yahudi - Arap kimliklerini ve ilişkilerini etüt etmeden, Ortadoğu’da emperyalist temellerden söz etmesi, kendisini, hiç bir şekilde Filistin halkının geleceğine hizmet etmeyen teröre kullandırması demek olduğunu anlayamaması ibretlik bir durum…

“Nehirden denize özgür Filistin!” veya “Yahudiler Avrupa’ya” ve “Küresel İntifada” sloganlarını satın almanın ırkçılığa hizmet ettiği muhakkak! Son haftalarda dünyanın değişik köşelerinde yaşanan antisemit olayların kışkırtıcılarının, batının sessizliğinden, siyasilerin beceriksizliğinden güç aldıkları ortadayken, kendilerini sol ve demokrat olarak tanımlayan kamuoyunun turnusol deneyinden açık ara sınıfta kaldığını görmek canımı sıkıyor…

Filistin halkının dramının küresel boyutta Yahudi düşmanlığının köpürtülmesi için araçsallaştırılması da ayrıca isyan ettirici. Amsterdam sokaklarında insan avına çıkanların, Londra ve Paris meydanlarında ırkçı pankartlar taşıyanların, Toronto ve Montreal’de gamalı haçı dalgalandıranların, Yahudi kurumlarını, işyerlerini kurşunlayanların, üniversite kampüslerine nefret tohumları ekenlerin, terör örgütlerinin kucağına mahkum edilen Filistin halkının özgürlüğüne nasıl bir faydası olabilir? Bu ancak antisemitizme ve hemen arkasından islamofobiye neden olacaktır, şüphesiz ve ne yazık ki!

İsrail’in varlığını tartışmaya açmadan, terörden arınmış bir komşu toprağı talebini mahkum etmeden önce, Hamas’a Gazze’yi terk etme çağrısı yapmayı ret edenlerin, Hizbullah’ın ilk günden bu yana Lübnan’ın kanını emdiğinin ayrıtında olmadan klavye canavarlığı yapanların varlığını bilmek can acıtıyor.

Öte yandan…

Öte yandan İsrail’in yarına dair ortaya koyduğu somut bir planın olmaması da üstünde durulması gereken bir konu. Terörün bitirilmesi, 7 Ekim’lerin bir daha yaşanmamasının engellenmesi elbette ki önemli. Ancak bundan sonrası da önem taşıyor. Lübnan’ın devlet yapısının yeniden işler duruma getirilmesi ile kuzeyde işlerin göreceli olarak daha tez zamanda normalleşme göstereceğini öngörmek olası. Ancak aynı şeyi Gazze için söylemek olası değil.

İsrail’in Gazze’nin geleceği konusunda tek başına tasarrufta bulunması ne mümkün ne de doğru olacaktır. Halkların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi hakkını önemsiyorum. Ancak konu Filistinliler olunca, lider kadrolarının - en hafifi ile - yetkin olmayışı dolayısı ile, böylesi bir gelişimin bölgeye kalıcı barış getirebileceğini düşünmüyorum. Filistin mücadelesinin mimarı Arafat’ın, halefi Abbas’ın, Hamas liderlerinin servetlerine göz atmak, yetki ve sorumluluklarına ne kadar müdrik olduklarını yaşattıkları üzerinden değerlendirmek, bu kanıya varmamın nedenleri arasında! 

Değil mi ki onlar, halklarının parasını kendi ceplerine indirdiler! Değil mi ki onlar, hedef aldıkları batının verdiği yardım paralarını silaha, mühimmata, terör tünellerine yatırdılar! Onlardan Filistin halkının refahı için çaba sarf etmelerini beklemek saflık olur.

ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın ikinci Oval Ofis günlerinde, bölgedeki sorunların çözülmesi konusunda etkili olacağını, İbrahim Anlaşmalarının veya benzer uzlaşmaların esasının buna hizmet edecek şekilde gelişeceğini umuyorum. Umarken de demokratik yaklaşımlarla ilgisi olmadığını defalarca kanıtlamış bir kişiden beklenti içinde olmanın anlamsızlığına ortak oluyorum. Bu durum da kendini demokrat diye tanımlayan solun ayıbı olsun!

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün