Çin’in küresel ekonomik sistemin resmen ve fiilen dışında kalıp güçlendiği yıllarda, uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi için büyük bir çaba sarf eden ülkeler, çeşitli yuvarlak masa toplantılarıyla, üzerinde uzlaşılan bir serbest ve adil bir ticaret mekanizması yaratmışlardı. İş sadece bununla kalmamış, II. Dünya Savaşı sonrasının gümrük anlaşması olan GATT’ı Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ne dönüştürerek, kuralların daha anlaşılabilir hale gelmesini ve ticari anlaşmazlıkların çözümünü kolaylaştırıcı süreçleri güvence altına almışlardı. WTO 1990’lı yılların radikal değişimlerini de göğüslemiş, dağılan Sovyet ve demir perde düzeninin dünya ticaretine getirdiği yeni zorlukları aşmıştı. Serbest ticaretten sapmaları kurallar çerçevesinde denetlemiş, özellikle AB örneğindeki bölgesel ticaret bloklaşmalarıyla gelen ayrıcalıkları genel tercihler sistemiyle bağdaştırmıştı. Ayrıca daha önce gündemde olmayan hizmet ve tropikal ürün ticareti, patent ve fikri mülkiyet hakları gibi oldukça karmaşık ticaret kalemlerinin yine kurallarla mevcut çerçeveye eklenmesini sağlamıştı. Ama WTO özellikle istisnalar dışında kalan dünya ticaretinin çok düşük ticari tarifelerle yapılmasını ve böylece genel bir ucuzlama ve piyasalarda artan ürün çeşitliliği ile her ülkenin munzam bir refah artışından pay almasını hedeflemişti. Tabii ülkelerin dünya ticaretindeki payı, piyasalara sundukları ürün çeşitliliği ve niteliği refah artışı farklılığının temel nedeni olarak daha işin başında bir adalet sapması yaratmıştı. Ticari tarifelerdeki indirimlerini telafi etmek için uygulanan keyfi ve keyfi olmayan tarife dışı engelleri, kota ve ayrımcılık uygulamaları ile devlet destekleri sayesinde sağlanan ucuzluk avantajlarını yine WTO izlemiş ve bazı ülkeleri damping davalarında cezalandırmıştı. WTO’nun kurumsal rüşt kazandığı 2000’li yıllarda ortaya çıkan gelişmelerin en önemlisi 11 Aralık 2001’de Çin’in WTO’ya üye olarak kabul edilmesi olmuştu. O tarihten itibaren Çin ABD’nin nefesini hep ensesinde hissetti. Ama Trump döneminde ABD ile ilişkileri keyfi bir mecraya döküldü. Bu da şimdi 2025’ten itibaren olabileceklerin habercisi.
Birinci Trump Döneminde ABD’nin Çin’e Yaklaşımı
Çin, Dünya Ticaret Örgütüne (WTO) koşullu olarak üye kabul edildiği 2001 yılından sonra dünya ticaret sahnesinde hızla yerini alıp rakiplerini geride bırakmaya başladı. Güçlü kurumları ve birbiriyle çelişmeyen hedefleri sayesinde büyük altyapı ve ulaştırma projeleri sayesinde her yöne, geniş bir ürün yelpazesiyle yayılıp, en ücra piyasalara bile nüfuz etmeyi başardı. Tabii yol üzerinde pek çok WTO kuralını ihlal etti. Özellikle emek sömürüsüne ve yüksek teknoloji girdisine dayanan üretimin yarattığı maliyet avantajıyla rakiplerinin pabucunu dama atmaya başlayınca sonunda gelişmelere ayan ABD korumacı lobilerinin merceğine yakalandı. Çin’i daha çok Güney Çin Denizindeki manevraları açısından yakın takipte tutan ABD, Pasifik’i Pasifik’e bırakmasa bile o coğrafyada kimi Çin’i dışlayan Trans Pasifik ortaklığı gibi yeni ittifak arayışlarına girdi. ABD Pasifik’te kendisine başta Japonya olmak üzere epey Çin karşıtı yandaş da buldu. Ufak tefek ticari sürtüşmelerin ötesine geçmeyen sorunlar, Trump’ın ilk başkanlık döneminde göze çöp olunca, devlet deneyimi olmayan başkan ve ekibi 2016-2020 arasında Çin ile siyasi ipleri tambura teli gibi gerdi. Ticaret savaşları ne dünya, ne de ABD için yeni. Ancak 2016’dan sonra Washington’dan atılan ticari taşlar, ürküttüğü kurbağaya değmedi. ABD, Çin mallarına karşı başlattığı ticari tarife savaşlarından önce kendisi zararlı çıktı. Buna karşılık Çin’e karşı herhangi bir önemli yaptırım uygulamasından kaçınıldığı gibi Trump’ın bizzat Mara-Lago’dan yürüttüğü Çin politikasından kendi hesabına ne kazanç sağladığından kuşku duyuldu. Trump’ın 2019’dan itibaren ilgisi Ortadoğu’ya kaydıysa da, 2020’de patlayan salgın, ona tarife savaşlarını bırakıp, dünyaya salgın yayma suçlaması ile Çin’e karşı tecrit uygulaması önerme fırsatı verdi. Ama zaten ticaretin karantina ile durma noktasına gelmesi ABD Çin ticaret politikasının etkisini gölgede bıraktı. Üstelik Çin’in yokluğu arz zincirlerinde büyük boşluk yaratınca, bu defa ithal ikamesi ile ilgili önlemleri düşünme görevi Biden yönetimine kaldı.
Yeni Dönem Eskisine Tüy Dikecek
Biden döneminde, Ukrayna savaşı nedeni ile Çin-Rusya ilişkilerinin derinleşmesi, Çin mallarının batıdan doğuya kaymasına imkân verdiği oranda ABD-Çin ticari ilişkilerinde belli bir tekdüzelik yarattı. Tartışmalar Huawei teknolojisi ve Çin yolu ile gelen opioid trafiğine yoğunlaşırken, ABD’nin asıl ilgi odağı yine daha çok Güney Çin Denizinde Tayvan, Singapur ve Filipinler’in hamiliği ile sınırlı kaldı. Ama 2025 başında başlayacak ikinci Trump döneminde Çin karşıtı şahinler iş başında olacak. Bunlar yine işe Çin mallarına yüzde 60’a varan tarife uygulamalarıyla başlayacak. Çin’i Ortadoğu’dan çıkarmak hamleleri ile yola devam edecek. Ama en önemlisi Çin’i Kuzey Kore ve İran ile daha fazla yakınlaşmaya doğru iterken Güney Çin Denizinde suları test etmeye, askeri manevralarla ejderhayı tahrik etmeye çalışacak. İç piyasaya “Amerika’yı Yeniden En Büyük Yapmak” sloganıyla beraber Güney Çin Denizindeki çatışma ortamından, savaş sanayi atılımları yaratmanın önemi anlatılacak. Ama Ukrayna-Rusya savaşını Rusya, Gazze savaşını İsrail lehine sonlandırıp, Çin’in karşısına dikilmek için gerekli her türlü askeri donanımın kullanılacağı söylemleri tehlikeli. Bu tehlike sadece Tayvan’ı ilgilendirmiyor. Trump ve ekibi adeta 2025-2029 arasında hem ülkesini hem de dünyayı ateşe atma sözü veriyor. Şimdi hem Temsilciler Meclisi, hem de Senato’nun Cumhuriyetçi parti çoğunluğuna geçmiş olması ABD’de denge-denetleme mekanizmasının çalışmasını zorlaştıracak bir etken. Pentagon’un sağduyusu bir açık savaş ihtimalini engeller mi? Bunu göreceğiz. Ama asıl dananın kuyruğu 2029’da yani Tayvan’ın ana kara Çin’den ayrılmasının 80. yıl dönümünde kopmaya başlayacak. İki defadan fazla seçilemeyecek olan Trump ise o tarihte zaten topu yeni seçileceklere devredecek. Trump’ın aklında bir “benden sonrası tufan” fikri olmalı. Aklına esince nükleer bomba düğmesine bile basacak kadar sağı, solu belli olmayan bir başkan ile hem ABD, hem de dünya bir alamete binmiş olacak. Kıyametin ise Çin Denizinde kopması işten bile değil.