Dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı İzzet Keribar´ın, fotoğraf sanatının peşinde geçen yaşamını konu alan, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından hazırlanan belgeselin galası, geniş bir katılımla gerçekleşti. ´Bir İzzet Keribar Fotoğrafı´ belgeselinin gösterimi, 22 Kasım´da Rixos Tersane İstanbul´da gerçekleşti.
Elda Sasun
‘Bir İzzet Keribar Fotoğrafı’ belgeseli, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığınca düzenlenen ‘Analogdan Dijitale Fotoğrafın Yolculuğu Sempozyumu’ kapsamında kalabalık bir izleyici topluluğu ile buluştu. Girişte, İzzet Keribar’ın Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi fotoğraflarından oluşan sergi de yer aldı.
Keribar, böyle bir etkinliğin kendisi için sürpriz olduğunu belirterek, “İnsanın yaşarken takdir edilmesi kadar güzel bir şey yok” dedi.
Ünlü Fotoğrafçı, mayıs ayında kendisine belgesel teklifi geldiğini anlatırken, “Bu teklifi seve seve kabul ettim ve büyük onur duydum. Devlet tarafından desteklenen bir iş. Ama çekimler kolay oldu diyemiyorum. Filmi izledim, son derece başarılı oldu. Şu anda fotoğraf hayatımın zirvesini yaşıyorum. Belgeseli sadece benim için değil, Türkiye'ye bir armağan olarak görüyorum” dedi.
Belgeselin yapımcısı Vildan Mumcu Özol da belgeselle ilgili olarak “İzzet Keribar gibi bir ustanın hayatını, sanatını ekrana taşımak bizim için büyük bir gururdu. Bu belgesel aslında yeteneğin, emekle, disiplinle nasıl eşsiz bir mirasa dönüştüğünün en büyük belgesi. Umarım izleyiciler de keyifle ve ilham alarak izler” ifadelerini kullandı. Belgesele altı aylık bir hazırlık sürecinden sonra başladıklarını, çekimleri iki, montajı da üç ayda tamamlandıklarını anlattı. Keribar’ın, ailesini, çocukluktan bu yana bir ailenin yaşamı üzerinden, o dönemlerin tarihi, siyasi etkilerini de paylaştığı belgesel; yakın tarihin pek çok önemli dönüm noktasına bizzat tanıklık eden İzzet Keribar'ın hayatını birçok yönüyle ele alıyor. Belgesel, Keribar’ın bugüne kadar pek anlatmadığı, 1936’da dünyaya geldiği Gümüşsuyu Caddesi üzerindeki Ayazpaşa Palas’ta başlıyor. Dedeağaç’tan (Alexandroupoli) gelen anne, Kadıköy Yeldeğirmenli baba, Sakızlı dadı ile evde Rumca, İspanyolca ve Fransızca konuşulan bir evde geçen çocukluk yılları, Fransız St. Michel Okulunu iftiharla bitirmiş genç talebe İzzet ile adeta birlikte yol alıyoruz. Piyano çalarak müzik aşkını, ezbere bildiği klasik müzik parçalarını öğreniyoruz. Büyükada’da geçen yaz günlerini, 16 yaşında başlayan fotoğraf tutkusunu, ailesi ve daha birçok Musevi ailenin acı ve kederle hatırladığı Varlık Vergisini, 6-7 Eylül olaylarındaki anılarını, 1956-57’de, askerlik için gittiği Güney Kore günlerini görüyoruz. İşte ilk oradayken çektiği fotoğraflarla, dünyanın çeşitli ülkelerini gezerken biriken arşivlerinde, her çektiği anı kendi gözüyle yansıtmasını izliyoruz. Boynuna astığı fotoğraf makinesiyle 70’ten fazla ülke gezen fakat en çok Türkiye’yi sevdiğini söyleyen Keribar’ın Mardin’deki fotoğraf çalışmalarını büyük ilgiyle seyrettik. İki milyona yakın fotoğrafıyla değerli bir bellek oluşturan İzzet Keribar, 88. yaşını, deneyimlerini verdiği eğitimlerle gençlere aktarmaya devam ediyor. Onun hikâyesi, aynı zamanda 1940’lardan bugüne başta İstanbul olmak üzere birçok Anadolu bölgesinin de resimli tarihini yansıtıyor: zamanın çeşitli duraklarından, geleceğe yönelen bir yolculuk.
Keribar, fotoğraf sanatının kendisi için sadece bir meslek olmadığını belirtirken, “Fotoğraf sanatını, hayata dair duygularımı, düşünce ve gözlemlerimi ifade etmenin en güçlü yolu olarak düşünüyorum” dedi. Yaşamı boyunca dünyayı farklı bir gözle görmeye çalıştığını dile getiren sanatçı, fotoğraflarda dünya güzelliklerin yanı sıra, hayatın karmaşasını, portrelerle insanoğlunun derinliklerini yakalamaya gayret ettiğini anlattı. Bunları en iyi anlatan cümleler, sergi ve film esnasında gözümüze gelen beş duyunun armonisi ve kendisinin bunları açıklayan cümleleriydi.
Görmek: “Yalnızca doğru açıdan bakarsan görebilirsin.”
Duymak: “Belleğimdeki ilk ses: annemin piyano çalışı.”
Dokunmak: “Fotoğraf bir hayaldi, elimi uzattım ve o hayata dokundum.”
Koklamak: “Kore, fotoğrafın kokusunu almayı öğrendiğim yer.”
Tatmak: “Hayatın tadına varmak, ama acı ama tatlı.”
İşte bu duygularla, İzzet Keribar hayatı acısı, tatlısıyla seven; fotoğraf çekmek istediği şeyi defalarca, azimle tam kıvamını tutturana kadar uğraşarak işini derin bir tutku, merak ve hep aynı heyecanla yapan bir usta. Bunların dışında dijital fotoğrafçılık ve yeniliğe de uyum göstererek yine beş duyusu ile yakaladığı hakikati hepimizle paylaşan bir usta.
Bu gala gecesinde gösterimini izleyenler arasında Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un yanı sıra ailesi, sanat, siyaset ve iş dünyasından çok sayıda davetli yer aldı.
***
Silvyo Ovadya
İzzet Keribar ile ilişkim, Şalom Genel Yayın Yönetmeni olduğum 1986’dan itibaren başlamıştı. İş yerlerimiz çok yakındı. Kendisi de o dönemde neredeyse her ay bir ulusal veya uluslararası ödül alır; fotoğrafları dünya çapındaki dergi ve mecmualarda yayınlanır, Fransız Enstitüsü için sayısız etkinlikler düzenlerdi. Hepsi Şalom için haber niteliği taşıyan etkinliklerdi. Ticari hayatını sürdürürken Keribar, fotoğraf dünyasına o kadar ilgiliydi ki, müşterileriyle temasını asgariye indirmişti. Onu işinde izlediğinizde -özellikle son dönemlerde- düşüncelerinin fotoğrafta olduğunu anlayabilirdiniz.
İzzet Abi sonra iplik işini bıraktı, sadece fotoğrafla ilgilenmeye başladı. Sayısını bilmiyorum ancak çok ciddi sayıda kitabın fotoğraflarını oluşturdu. Ülkemizde fotoğraf yarışmalarında seçici kurul üyelikleri görevini üstlendi. Fotoğraf sanatçılarına verilen tüm unvanlara kısa zamanda layık görülen Keribar varlıklı bir ailenin çocuğu olması, geniş bir genel kültüre, klasik müzik ve sanat bilgisine sahip olmasına rağmen her zaman mütevazılığını korudu.
Kendisiyle en ciddi projemiz iki ciltlik ‘Türkiye Sinagogları’ kitabı projesiydi. 21. yüzyılın ilk yıllarıydı. Ancak 2004’te Türk Yahudi Toplumu başkanı olarak görev almamla, gazetedeki görevlerime ara verdim. Şalom’da üstlendiğim çoğu görevi devralan Moris Levi oluşturduğu ekiple bu projeyi gerçekleştirdi. Kitap Türkçe ve İngilizce yayınlandı. Hatta az basıldığı için Türkçe baskısı kısa zamanda tükendi. Yine İzzet Abi ile 500. Yıl Vakfı’nın patronajı altında 2. baskısını gerçekleştirmek bana nasip oldu. İzzet Abi ile çalışmak, tüm titizliğine rağmen hiç de zor değil. Bu denli çalışkan bir insanı bulmak kolay değil. “İzzet Abi sabah çekmemiz gereken bazı fotoğraflar var” dediğimde ertesi sabah 9’da gelmeye hazırdır. Bu film galasının yapıldığı günlerde İzzet Abi ile ‘Osmanlı ve Türk Ketubaları’ sergisini kitaplaştırmak için sergide yer alan / almayan ketubaları-evlilik akitlerini- fotoğraflamak için çalışıyorduk.
Cuma akşamı Rixos Tersane Oteli’nin balo salonunda gerçekleşen filmin ilk gösterim gecesi öncesinde, Coşkun Aral ekibiyle, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın öncülüğünde İzzet Keribar’ın fotoğraf yaşamını konu alan bir filmin çekimlerinin yapılmakta olduğunu biliyordum. Bunun da kendisi için bir onur olduğunu da ısrarla belirtmiştim.
Cuma akşamı salonda sanırım bine yakın davetli vardı. Salonun giriş holünde İzzet Keribar’ın son dönemde fotoğraflandırdığı Ayasofya’nın olağanüstü kareleri sergilenmekteydi. İzlediğimiz film İzzet Abi’nın gençlik yıllarından bu günlere dek fotoğrafa sanatına ilgisini ve yaptığı çalışmaları aktarıyor. Yaklaşık 90 dakika süren film sonrasında tanımıyorsanız, İzzet Keribar’ı en azından fotoğrafa aşkını öğrenme şansına sahip olacaksınız.
İzzet Abi bu film sana çok yakıştı. Şanın ve sanatın daha uzun yıllar yaşayacak.