Bir gece salonunuzda otururken, Atatürk´ün bir anda yanı başınızda belirdiğini düşünün… Nasıl büyük bir heyecan değil mi? Sizinle uzun uzun sohbet ederek, O ebediyete intikal ettikten sonra ülkenin güncel durumunu öğrenmek adına bilgi almak için art arda sorular soruyor. Ve kimi zaman mahcup, kimi zaman umutlu bir şekilde O´na günümüz Türkiye´sinin portresini çiziyorsunuz. DasDas´ta sahnelenen ´Keşke´ oyunu, tam da bu harika fikirle ortaya çıkıyor. Oyunda Atatürk´ün hologramı ile başrolü paylaşan iş insanı Nur Ger ise tam bir Cumhuriyet aşığı ve kadın hakları savunucusu. Birleşmiş Milletler Kadını Güçlendirme İlkeleri Onur Ödülü sahibi ve geçmiş Türkiye Sözcüsü Nur Ger, ´Keşke´ oyununu, başarı dolu kariyerini ve kadın mücadelesinde kat ettiğimiz yolu ŞALOM´a anlattı.
Dünyada ilk kez Atatürk’ü bir hologram teknolojisiyle tiyatro sahnelerinde izledik. Atatürk ile bir oyunda yer alma fikri nasıl oluştu? Bu fikir doğduğunda neler hissettiniz?
DasDas Akademi’ye girip tiyatro eğitimi almaya başlamamdan sonra oyunumuzun hem senaryosunu yazan hem de Atatürk’ü oynayan Evren Bingöl ile sohbetlerimiz esnasında, bu fikri beraber ortaya çıkardık. Evren’e “Tiyatroda hologram oyuncu hiç oldu mu?” diye sordum ve tarihsel bir karakterle toplumsal cinsiyet eşitliğini konu eden bir oyun önerisinde bulundum. O da “Sizi Atatürk’le oynatalım” deyince ilk başta projenin o kadar iddialı olmasından korktum. Çalışıp deneyeceğimi söyledim. Sonra dijital prodüksiyon ve hologram teknolojisinde Türkiye’nin önde gelen isimlerinden Murat Günenç’le bir araya geldik. Üçümüz de Atatürk sevdalısı olarak oyunun temelini oluşturmaya başladık.
Belirli bir yaşa geldikten sonra insanlar hobilerine yönlenir. Görsel sanatlara ilgi duyduğum için ben de gençlik hayalim tiyatroya yöneldim. Hayatımda hep ‘ice breaker’ oldum, kendi alanımda buzdağlarını kırmak her zaman yaşam biçimim oldu. Oyunculukta ise bunları kırmanın çok daha zor olduğunu görüyorum.
Ata’mız ile gerçekten bir akşam karşılıklı oturup, oyundaki gibi sohbet ettiğinizi düşünün. Nasıl duygular içinde olurdunuz?
Ben bir Atatürk aşığıyım. Oyunumuzdaki tüm soruları sorardım ama ilk önce düşüp bayılır, sonra kendime gelirdim muhtemelen. Hemen boynuna sarılırdım ve onu daha iyi anlamaya çalışırdım. “Beklentilerinin tümünü gerçekleştiremedik ama biz buradayız ve değerlerini yaşatmaya devam ediyoruz. Sevgin hiç ölmüyor, hep büyüyor” mesajını verirdim. Kendini yıpratması konusunda daha kızgın olurdum. Bize miraslar bıraktı, Nutuk’ta her şeyi anlattı. Bundan sonra biz de o öğretileri uygulamakla yükümlüyüz.
“DANİMARKA DEĞİLİZ AMA BU İLERLEMEDİĞİMİZ ANLAMINA GELMİYOR”
Atatürk’ün miras bıraktığı Türkiye’yi, hakkınca koruyabildiğimizi düşünüyor musunuz?
Bu soruya oyundan bir replikle cevap vermek istiyorum: “Çok üzgünüm, sana en medeni ülkeler sıralamasında gelişmişlik anlamında ilk sıralardayız diyemiyorum ya çok utanıyorum.”
Biz toplum olarak da aynı gerekçelerle kahroluyoruz, 100 yıl geçmesine rağmen. Bunu matbaanın ülkemize 300 yıl geç gelmesine bağlıyorum. Batının aydınlanma dönemine geçtiği süreçte, Osmanlı duraklama ve gerileme yaşadı. Cumhuriyet bütün o gerilemenin 200 yılını kapatmış durumda aslında. Danimarka değiliz ama bu ilerlemediğimiz anlamına gelmiyor. Hatta bence dünyadaki ilk Müslüman, modern, laik, demokrat ve ilerici ülke olacağız buna inanıyorum. Nev-i şahsına münhasır bir coğrafyayız.
Sanki son zamanlarda 29 Ekim’ler, 23 Nisan’lar daha bir coşkuyla kutlanıyor, 10 Kasım daha büyük bir üzüntüyle anılıyor gibi. Sizce giderek büyüyen bu özlemin sebebi ne olabilir?
Atatürk’ü daha yakından tanıyoruz, özellikle de gençler. Teknoloji ve iletişim çağı farklı bir boyuta geldi artık. İnsanlar daha fazla kaynağa ulaşıyor ve okudukça daha çok takdir ederek, bir teşekkür borçları olduğunu düşünüyorlar.
Atatürk’ün Milli Mücadele dönemine bir zaman yolculuğu yapma şansınız olsa, hangi güne gitmek isterdiniz?
Önce onun yanında savaşmak isterdim, herhangi bir günün kutlamasını hak etmek için o uğurda ne yapılabiliyorsa elimden gelenin en iyisi için çalışırdım. Kazandığımız tüm zaferleri de mutlulukla taçlandırırdık. Atatürk koşulsuz destek de istemiyordu, kurulan tüm sofralarda muhalif görüşleri sabahlara kadar dinlerdi. Bu topluma âşık ve kendini onu dönüştürmeye adamış bir liderdi. Onun her anı ayrı bir değerli.
“OYUN BİTTİKTEN SONRA DUYGU YOĞUNLUĞUNDAN ÇIKMAKTA ZORLANIYORUM”
Oyun esnasında çok duygulanan, ağlayan ve bazı sahnelerde alkışlayan insanlar olduğunu görüyoruz. Nasıl yorumlar alıyorsunuz?
Çocukların çoğu, oyundan çıkınca “Sana sarılabilir miyim?” diye soruyor. Seyirciler hep teşekkür ediyor ve duygulandıklarını, kendilerine ders çıkardıklarını söylüyor. Atatürk’ü görmenin onları düşünmeye sevk ettiğini anlatanlar oluyor. “Keşke bu oyun tüm Türkiye’de ve bütün okullarda oynansa” diye yorumlar alıyoruz. Tarafsız kalma çabamız izleyicilere ulaşıyor. Herkes kendini ait hissediyor ve umut doluyor. Oyun bittikten sonra o duygu yoğunluğundan çıkmam uzun zaman alıyor.
Kadınların iş dünyasında yer almalarının ve orada kalabilmelerinin zorlukları üzerine deneyimlerinden hareketle, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda gerçekleştirdiğiniz sivil toplum çalışmaları ve kurucusu olduğunuz ‘Yanındayız Derneği’ ile de biliniyorsunuz. Sizce Atatürk Türkiye’sinde kadına tanınan hakları, günümüzle karşılaştırdığımızda ne kadar yol aldık?
Bir ülkenin kadınına bakarsanız, o ülkenin gelişmişlik düzeyini ölçebilirsiniz. Kadın hakları arayışı ve eşitlik mücadelesi o ülkeye demokrasiyi getiriyor. Toplumun ilerleme hızını beğenmiyor olabiliriz. Artık kadınlar haklarının farkında. Ataerkilliğin kırılması kolay değil. Kadın hareketi 150 yıllık, ataerkillik on bin yıllık. İstediğimiz noktada değiliz belki ama çok büyük bir eşik aşıldı. Kadının ekonomik bağımsızlığının olması gerekiyor. Aile içi rol paylaşımlarının da birlikte yapılması gerekiyor. KA-DER ve KAGİDER’in kurucuları arasındayım, Birleşmiş Milletler’in Kadının Güçlenmesi Prensipleri Türkiye sözcüsüydüm. Erkeklerin de kendi ataerkilliğini sorgulayarak kadınların yanında durması gerektiği ilkesinin tohumu olarak kırk erkek bir kadın üyeyle ‘Yanındayız Derneği’ni kurduk. Erkekleri hasım olarak görmediğimizi, esas sorunun ataerkil zihniyet olduğunu anlatmak amacıyla yola çıktık. Çözüme doğru ilerleyen bir sürecin içindeyiz.
“CUMHURİYET KUŞAĞI OLARAK BU ÜLKEYE VİCDAN BORCUMUZ VAR”
Galatasaray Lisesi’ne giren ikinci grup kız öğrencilerin arasında bulunuyormuşsunuz. Galatasaray Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi gibi Türkiye’nin en iyi okullarında okumanın kariyerinize etkisi ne oldu? Gençlerimize nasıl tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Her iki okul da kariyerimin ötesinde kimliğimin oluşmasında çok büyük bir artı değer oluşturdu. Galatasaray Lisesi’nde toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yaşadık, benim bu konuları savunmamda bilinçaltıma mutlaka etkisi olmuştur. O dönem liseye on kız girebiliyordu ve 850 erkek vardı. Eğitim kalitemiz ise, evrensel ve çağdaş kültür dünyadaki gelişmiş ülkelerle eşdeğerdi. 17 yaşında lise son sınıfı okumak üzere Amerika’ya gittiğimde bile çok şeyin farkında olarak yetişmiştim. Kapitalist kültürün insanı metalaştırdığının da bilincindeydim. Boğaziçi Üniversitesi’nde ise öğretmenler bizimle tek tek ilgilenecek kadar idealistti. Okuduğum her şeyin çalışma hayatında karşılığını buldum. Gençlerimiz ülkeden gidiyor. Global bir kültürden değil, ulusal bir kültürden geliyoruz. Bu ülkeye Cumhuriyet kuşağı olarak hizmet etmenin bir vicdan borcu olduğunu düşünerek yaşamalıyız. Gittiğiniz yerde çok üzülerek söylüyorum ikinci sınıf vatandaş oluyorsunuz; ben yaşadım ve gördüm. Gelin ve mücadelenizi burada verin diyorum.
Kurduğunuz şirketle Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği'nde 1994-1996 döneminde yönetim kurulu başkanlığını üstlendiğinizi ve Türkiye'nin Gümrük Birliği müzakerelerinde aktif rol aldığınızı biliyoruz. Bu kadar iş odaklı bir yaşam arasında nasıl soluklanıyorsunuz?
Şirketimi 1986’da kurmuştum; o dönem sektörde çok az kadın vardı. Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği beni yönetim kuruluna aldı. Tekstil ve konfeksiyon sektörleri adına Kota Müzakereleri’ne katılmıştım. Gümrük Birliği müzakereleri sayesinde ekonomik ölçekte dünya arenasında nasıl durmamız gerektiğini öğrendik. Pandemi döneminde ise hayatımda ilk kez gönlümce ben olmayı deneyimledim. Yanındayız Derneği başkanlığını ve şirketim Suteks’i emin ellere teslim ettikten sonra, bebek adımları ile hayatımı dönüştürmeye başladım. Yaşadığınız süreçte sürekli gelişim ve değişimi ilke edinince her dönem içinizden yeni bir kimliği daha var etme çabanız hiç bitmiyor. Yeni kuşaklara deneyimlerimi aktarmak ve onlardan öğrenmek en çok istediğim şeylerin başında geliyor. Kendimi geliştirmeye, akıl ve fiziksel sağlığımı korumaya gayret etmeye devam edeceğim.