Komünizmin yeşerdiği topraklar

Canan NACAR Perspektif 1 yorum
4 Aralık 2024 Çarşamba

1900’lü yılların başları; Doğu Avrupa'nın soğuk rüzgârlarından, savaşın ve yoksulluğun acı dolu izlerinden kaçarak Filistin'e gelen genç Yahudi göçmenler, yanlarında sadece umutlarını değil, geçmişin ağır yüklerini de getirmişti. Bu insanlar, yüzyıllardır kayıp olan bir kimliği, toprağa bağlı ve üretken bir yaşamla yeniden inşa etmek için gelmişti. Her biri, yeni bir hayata başlama azmiyle, taşlık ve bataklık arazilerde hayatı yeşertme hayalini taşıyordu.

1910 yılında Galile Denizi kıyısında, bereket tanrıçasının tohumlarını temsil eden ‘Degania’ adıyla ilk kibutz kuruldu. Ancak burası, adının aksine bereketli bir toprak değildi. Bataklıklar, sıtma ve taşlık araziler ilk düşmanlarıydı. Göçmenlerin bu toprakları dönüştürmek için sahip olduğu tek şey dayanışma ve birlikte çalışmanın gücüydü. Sabahın ilk ışıklarıyla tarım arazilerine dağılan kadın, erkek ve hatta çocuklar, ellerindeki ilkel araçlarla toprağı işlerken, yüreklerinde büyük bir umut taşıyordu.

Bu yeni hayatın merkezinde, toprağa bağlılığın ve emeğin kutsandığı bir yaşam tarzı vardı. Kibutz, bireysel mülkiyeti reddeden, herkesin eşit olduğu bir düzen üzerine kurulmuştu. Yemekler birlikte yenir, hikâyeler paylaşılır, kararlar ise herkesin katıldığı demokratik toplantılarda alınırdı. Her bireyin emeği değerliydi ve topluluğun büyümesi için katkı sağlamak, burada bir onur meselesiydi.

Kibutz, sadece bir ekonomik dayanışma modeli değil, aynı zamanda bir sosyal sorumluluk projesiydi. Göç yollarında ailesini kaybeden yetim çocuklar için bir yuva olmuştu. Onlar, ‘gençlik evleri’ adı verilen özel yerlerde sevgiyle büyütülüyor, topluluğun bir parçası olarak kendilerini değerli hissediyordu. Bu çocuklar, sadece birer birey değil, aynı zamanda bir neslin yeniden dirilişinin simgeleriydi. Tarımda çalışıyor, eğitim alıyor ve geleceğin liderleri olarak yetişiyorlardı.

Bu topluluklardan birinde, gelecekte İsrail Devleti'nin kurucusu olacak genç bir adam da vardı: David Ben-Gurion. Ben-Gurion, gençlik yıllarının bir kısmını bir kibutzda geçirerek hem fiziksel hem de ruhsal olarak bu eşsiz topluluk modelinden ilham aldı. Toprağı elleriyle işlerken, Yahudi halkının bağımsızlığına dair hayalleri şekilleniyordu. Onun için kibutz, sadece bir yerleşim yeri değil, aynı zamanda kolektif bir rüyanın, çalışarak yeniden inşa edilen bir geleceğin simgesiydi.

Kibutzda yaşam, sadece tarımdan ibaret değildi. Her akşam, topluluğun yemek salonunda toplananlar, sadece yiyeceklerini değil, hikâyelerini, özlemlerini ve kahkahalarını da paylaşırdı. Yetim çocuklar için bu, yeni bir aileyi temsil ediyordu. Anne - babalarını kaybetmiş olsalar da, burada buldukları sevgi ve dayanışma onları yeniden hayata bağlıyordu. Sabah, bir yetimin çiçek diktiği bahçede, başka bir çocuk süt sağarak topluluğa katkıda bulunuyordu. Herkesin emeği, ortak bir hayatın parçasıydı.

Yıllar geçti. Kibutz hareketi, Filistin'in çorak topraklarını dönüştürdü. Verimsiz araziler, tarımın ve hayvancılığın canlandığı bereketli topraklara dönüştü. Sanayi ve eğitim de kibutzun ayrılmaz parçaları haline geldi. Bu topluluklar, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir devrim yaratıyordu. Diaspora döneminde ‘pasif’ olarak görülen Yahudi kimliği, kibutzda yeniden tanımlandı: üretken, güçlü ve dayanışma ruhuyla dolu bir kimlik.

Ancak zamanla, ekonomik baskılar ve modern dünyanın değişen dinamikleri, kibutzların idealist yapısını zorladı. 20. yüzyılın ortalarında özelleşme süreçleri başladı. Yine de bu sistemin ruhu kaybolmadı. Bugün hâlâ, yaklaşık 270 aktif kibutz, dayanışma ve kolektif yaşamın sembolü olarak varlığını sürdürüyor.

Kibutzun hikâyesi, sadece bir yerleşim modeli değil, bir idealler bütünüydü. Yetim çocuklara aile, savaş yorgunlarına yuva ve geleceğe umut oldu. David Ben-Gurion gibi liderlerin hayallerine ilham veren bu topluluklar, modern İsrail'in temel taşlarından birini oluşturdu.

Ve şimdi, Galile Denizi kıyısında sabahın ilk ışıkları yükselirken, bir kibutzda hâlâ çocuk sesleri yankılanıyor. Toprağı işleyen eller, geçmişin izlerini silerken, umut dolu bir geleceğin tohumlarını ekiyor. Bu topraklarda her yeni gün, bir cesaret ve dayanışma hikâyesi olarak yazılıyor. Çünkü burada herkesin bildiği bir gerçek var: "Toprağa düşen her tohum, yalnızca bir bitki değil, bir hayalin filizidir."

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün