Suriye paramparça. Dün bir arada yaşayanlar bugün karşı cephede. Dün en azından kaderleri birbirlerine bağlı olanlar, kolektif bir tahayyülle geçmişe ve geleceğe bakanlar şimdi daha küçük ve homojen olduğunu varsaydıkları grupları için yeni bir kader çizgisinin peşinde. Aslında yakın geçmişte de böyleydi. Bu coğrafyadaki ülkelerin az çok doğal kabul edilebilecek sınırları yoktu. Emperyal ülkeler kendi çıkarlarına göre cetvelle sınırları çizip yeni ülkeler ortaya çıkardılar. İngiliz Gertrude Bell’in, bu soylu sınıfa mensup gözü pek kadının, 1. Dünya savaşı yıllarında bölgede neler yaptığını az çok tarihe ilgisini olanlar bilir. Irak’ta Suriye’de bunlar sanki dama taşının üstündeki coğrafyalarmış gibi serbestçe taşlar iki ileri bir geri sürülüp ona göre ülkeler, hanedanlıklar tespit edildi. Söylenecek çok söz var. Kabileden millete geçemeyiş, hizipçi bakış, ancak başkalarının şemsiyeleri altında var olmayı determine bir kader gibi görme vs. Bir sınır çizip başına bir kral atayarak topraklar ülke, halk millet olmuyor. En azından yanlış bir başlangıç olsa bile tutarlı bir yolda ilerlemek, bir arada yaşayan insanlardan ortak bir halk inşa etmek mühim. Suriye bunu beceremedi. Baba Esad iki kutuplu dünyada kendi iktidarını Sovyetlere sırtını vermekte aradı, oğlu da içeride bir meşruiyet inşa etmeyle çok uğraşmaksızın aynı geleneği sürdürdü. Sovyetler değişti Rusya oldu, Suriye’nin ilişkisi değişmedi.
Başkalarına bel bağlayarak yola çıkanlar belki bir süre elbette işe yaradıkları kadar bunun faydalarını görürler, işe yaramadıkları anda ise kaldırılıp kenara atılırlar. Ülkeler arası ilişkilerin egemen dünyasını insanın müdahalesinden bağımsız tabiat belgeselleri gibi anlamak mühim. Ceylan yavrusuna aslan acımaz, bu doğanın kanunudur. İnsani değerlerle tabiata bakamazsın. Bakarsan tabiatın dengesini bozarsın. Yine de kimi ülkeler, gruplar kendilerine hami aramaktan geri durmazlar. Onlar bizi kullanıyor gerçeğine karşı ideolojinin gözlüğünü takıp, biz de öyleyse onları kullanırız diye düşünülmesini öğütlerler. Bu “iyimser bakış” kafaları rahatlatır belki ama kaderi değiştirmez.
Suriye’deki dram oradaki insanlarla akrabalık ilişkisi içinde olan halklarda acı yaratıyor. Acının şiddetini öyle anlaşılıyor ki akrabalık derecesi tayin ediyor. Soy ve mezhep üzerinden acı ve sevinç yaşayanlar aslında ne büyük bir yanılgı içinde olduklarını, baktıkları coğrafyadaki vahşetin tam da bu yüzden ortaya çıktığını bilmiyorlar mı? Lübnan’lı şair Cibran, Ermiş’de acının kardeşi sevinçtir der. Dün sevindiğimiz için bugün acı çekeriz ve tersi de öyle. İki farklı duygu dünyası aslında aynı ortak kader çizgisi üstünde. O yüzden çizgiyi insanlıktan geçirme bilgeliği ile davranmak önemli. Türkiye’de de farklı gözlüklerle Suriye’ye bakanlar olabilir ancak devlet aklı şüphesiz kimi hata paylarıyla birlikte bütün bunların üstünde bir yerden açıklamalarını yapıyor, pozisyonunu ortaya koyuyor demek yanlış olmaz. Geçmişte de vahşetten kaçan herkese soyuna mezhebine bakılmaksızın kucak açıldı. Esad’la görüşmek ve Suriye’nin birliği için işbirliği yapmak tavrı da doğruydu. Uzun iç savaş yıllarında her zaman bu çizgide olunmadığı söylenebilir, ancak unutmayalım doğru dediğimiz de şartların bir fonksiyonudur. Sırtını bir hamiye yaslayarak halkının üzerine varil bombalar atan ve işi bu yöntemle bitireceğine inanan bir siyasi akılla bahsedilen çizgide buluşmak kolay değil.
Bana öyle geliyor ki Suriye’nin etrafındaki her ülke, yaşanan her günde, endişe ve umut arasında gidip geliyor. Endişe ve umudun sebepleri farklı olabilir, ancak hiç kimse için bu belirsiz, yarın işin nereye varacağı belli olmayan bir coğrafyada sürekli aynı konumda bulunamaz. Herkes hesap yapar ancak hayatın da bir olağan akışı vardır. Dün hesabı bir yere bağlayanlar bugün bilançonun yanlış çıktığını görüyorlar. Bugünün hesapları yarın hangi bilançoyu gün yüzüne çıkartacak, göreceğiz.
Suriye Lübnan ateşkesinin ardından Gazze’de de bir ateşkes umudu başını kaldırırken yaşanan bu Suriye olayları akla yeni soruları getiriyor. Acaba sırada ne var? 3. Dünya Savaşı sözlerinin havada uçuştuğu bir zamanda ıskaladığımız artık savaşların tam da bu şekilde, yerel olarak yapıldığı ve fiilen tüm dünyayı etkilediği gerçeği. Daha iki yüz yıl önce ülkeler savaşırken halklar arasındaki ilişkiler daha rahat sürdürülürdü, ulus devletler topyekûn savaş kavramına hayatiyet kazandırdı, şimdi ise bölgesel savaşlar bile tüm dünyayı etkiliyor. Küreselleşmeyle birlikte topyekûn kavramı artık ulusal sınırlarla değil tüm dünya ile ilgili. Haberleri izlemek yeterli. Bölgedeki gerilim, kriz sebebiyle petrol ve altın fiyatlarının dalgalı seyri, ülkelerin çarşı pazarlarına kadar kendini hissettiren savaş rüzgârlarının etkisi herkesin hayatında. Aklını hırslarının emrine vermiş olanları geçiyorum, akıllı ve vicdanlı insanların ortak safı belli: Onlar Tel Aviv’den Gazze’ye, Halep’ten Brüksel’e, New York’tan Moskova’ya barış istiyorlar. Hiçbir hesap masumların acısından daha değerli olamaz, olamaz olamaz.