Geçtiğimiz sene, Türkiye Cumhuriyeti´nin ve kurucu antlaşma olarak kabul ettiğimiz Lozan Antlaşması´nın 100. yılını kutladık. Aslında bu kutlama sadece bir başlangıca işaret ediyordu. Modern Türkiye´yi şekillendiren siyasal, ekonomik, hukuki, toplumsal ve kültürel pek çok gelişme 1923 sonrasında gerçekleşti. Bu da demek oluyor ki, 2023´te başlayan 100. yıl kutlamalarına ve anmalarına, önümüzdeki yıllarda devam edeceğiz.
2024, Türkiye-Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin kuruluşunun 100. yılıydı. Artık yeni yıla girmek üzere olduğumuz için, etkinliklerin sonuna gelindi; ancak ülkemizde, yıl boyunca, başta İstanbul olmak üzere pek çok şehirde, Japonya ve Japon kültürüyle ilgili organizasyonlar yapıldı. 2003, Japonya’da Türkiye Yılı; 2010, Türkiye’de Japon Yılı ilan edilmiş, yine çeşitli etkinlikler düzenlenmişti. 2024’ün önemi ise, Japonya’nın Lozan Antlaşması’nı onaylaması suretiyle, Osmanlı döneminde de ilişkiler olsa da, yeni kurulan modern Türkiye Cumhuriyeti’yle diplomatik ilişkiyi başlatmasıdır.
Bu çerçevede Japon filmleri gösterimleri; sakura, origami, bonsai gibi Japon kültürüne özgü değerler üzerine atölyeler; Japon yemek atölyeleri; Japon görsel sanatları üzerine tanıtımlar; seramik, pul, fotoğraf sergileri; Japon ve Türk sanatçıların ortak konserleri, Japon davulu konserleri, Japon dansı performansları; Türk-Japon ilişkilerine odaklanan akademik çalıştaylar; Japonya’da eğitim seminerleri gibi, siyasi ilişkilerden Japon popüler kültürüne kadar uzanan geniş bir yelpazede etkinlikler düzenlendi. Bunların hiçbirine denk gelemediyseniz bile, belki, üzeri 100. yıl için Türk ve Japon sembolleriyle, kırmızı-beyaz süslenmiş bir Marmaray trenine binmiş olabilirsiniz.
Genel kanı, Japonlar ve Türkler arasındaki ilişkilerin sempati çerçevesinde olduğudur. 1990’ları hatırlayanlar, Barış Manço’nun efsanevi Japonya konserlerini ve bilhassa da Kara Sevda performansı sırasında oradan oraya koşturan Manço’yu izlerken, nasıl heyecan içinde, Japonlarla sevgi ve dostlukla kucaklaştığımızı hayal ettiğimizi bilir. Türkiye ile Japonya arasındaki yakınlık hissiyatının siyasi tabanı ise, genellikle meşhur Ertuğrul Fırkateyni kazasına dayanır.
1887’de Japon Prensi Komatsu, II. Abdülhamid’i ziyaret ederek İmparator Meiji’nin nişanını takdim eder. 1889’da Osman Bey komutasındaki Ertuğrul Fırkateyni iade-i ziyaret için Japonya’ya doğru yola çıkar. Uzun seyahate uygun donanımdan yoksun, eski bir gemi olan Ertuğrul, yolculuk sırasında birkaç kez hasar alır, tamirat görmek ve yolculuğa ara vermek zorunda kalır. Nihayet hedefine vardığında, Meiji’ye II. Abdülhamit tarafından gönderilen nişan takdim edilir. Ancak, Ertuğrul dönüş yolunda fırtınaya yakalanır, çok da uzaklaşamadan, Wkayama şehri civarlarında kayalıklara çarparak batar. Gemi komutanı Osman Bey’in de aralarında olduğu 587 kişi hayatını kaybeder. Geriye kalan denizciler, Japon köylüler ve balıkçılar tarafından kurtarılır, ilk bakımları onlar tarafından yapılır. Ardından Japon donanmasının zırhlılarıyla İstanbul’a götürülürler. Bu talihsiz olay, iki ülkeyi ve toplumlarını birbirine yaklaştıran sembolik bir değer kazanır. Japonya, kazanın yaşandığı Kushimoto’da hayatını kaybeden Türk denizciler adına bir anıt ve müze inşa ettirir. Her yıl, kazanın yıldönümünde, Türk Büyükelçiliği ve Japon görevliler tarafından burada anma törenleri düzenlenmeye devam ediliyor.
Japonya’nın Lozan Antlaşması’yla Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımasının ardından, karşılıklı olarak İstanbul ve Tokyo’da diplomatik temsilcilikler açılır. İstanbul başkonsolosluğu dâhil Türkiye’de farklı diplomatik seviyelerde görevler yapmış olan H. Matsutani’nin sözleriyle, “Japon Hükümeti genç Türkiye’ye verdiği önemi Ortadoğu’daki ilk Büyükelçiliğini İstanbul’da açarak açık bir şekilde ortaya koymuştur.”
1931 yılında Prens ve Prenses Takamatsu’nun Türkiye ziyaretleri ve Atatürk tarafından ağırlanmaları da oldukça önemli görülür. Tokyo’daki Japon-Türk Derneği’nin onur başkanı olan ve Türkiye’ye büyük yakınlık duyan Prens, Atatürk’e hediye olarak Japon kılıcı verir.
Türkiye, II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, Japonya’ya savaş ilan eder. Ancak bu savaş ilanı, II. Dünya Savaşı sonrasındaki düzenlemelerin bir parçası olmak ve Birleşmiş Milletler’in kurucu üyelerinden biri sayılabilmek için, hiçbir askeri karşılığı olmayan, sadece sembolik değer taşıyan bir hamledir. İki ülke askerleri karşı karşıya gelmezler.
Ertuğrul Firkateyni kazasından sonra, iki ülkeyi birbirine yaklaştıran bir başka dramatik olay, bu kez yardıma koşanın Türkiye olduğu, İran’daki Japon vatandaşlarının THY uçaklarıyla ülke dışına çıkarıldığı 1985 Tahran Tahliyesidir. İran-Irak Savaşı sırasında, 215 kişilik bir Japon grup İran’dan çıkamaz, tahliyeleri ancak Turgut Özal’ın verdiği talimatla Türk Hava Yolları’nın kurtarma operasyonuyla sağlanır. Japon vatandaşları önce İstanbul’a getirilir, sonra ülkelerine dönmeleri sağlanır.
Türk-Japon ilişkilerinde Özal’ın özel bir yeri olduğu özellikle Japon yazarlar tarafından sıklıkla vurgulanır. Japonya’nın 1960’dan itibaren nasıl bir ekonomik büyüme içinde olduğunu takip eden Özal, liberalleşmenin önünü açan ve mimarı olduğu 24 Ocak Kararları’ndan bir yıl sonra, 1981’de, kalabalık bir heyetle Japonya’yı ziyaret eder. Yeni ekonomi politikası hakkında görüşmeler yapar, destek ister. Hatta Özal, Japonya’yı bir kalkınma modeli olarak Türkiye için de örnek gösterir. Özellikle bu yıllardan sonra, Japonya ve Türkiye arasında karşılıklı pek çok üst düzey ziyaret gerçekleşir.
Bugün de Türkiye-Japonya ilişkileri, birbirinden coğrafi olarak oldukça uzak iki ülke olmalarına rağmen, oldukça olumlu seyreder. Umarım, diplomatik ilişkilerin 100. yıl kutlamalarının, iki ülke ve halkları arasındaki yakınlık hissiyatına katkısının meyvelerini hep birlikte yakın zamanda görebiliriz.
Kaynak: Hironao Matsutani, Japonya’nın Dış Politikası ve Türkiye, İstanbul, İstanbul Ticaret Üniversitesi Yayınları, 2009.