Kamuoyu tarafından önemli görülen her olay sırasında, “kartlar yeniden dağıtılıyor” veya “tarih yazılıyor” kıvamında lafla edilir, yazılır. Aslında olayların akışı bize kendisini böyle hissettiriyorsa da, genelde dünya, özelde Ortadoğu her zaman dalgalanmalar yaşattırır. Bazen, son zamanlarda sıklıkla olduğu gibi, bu dalgalanmalar yerini sert inişlere ve çıkışlara bırakır. O anda olup biteni iyi anlamak adına, birkaç adım geri çekilip dinlemek, gözlemlemek, olabildiğince geniş açıyla düşünmek gerekir.
7 Ekim 2023, bölge düzenini sarsan, etkileri geniş coğrafyaya yayılan, daha da yayılmaya aday bir tarih oldu. O günlerde, İsrail’in 11 Eylül’ü diye nitelemiştim vahşete uyandığımız o sabahı. Oysa, bu yalnız İsrail’in değil, tüm Ortadoğu’nun ve bununla kısıtlı olmaksızın Arap yarımadasından Kafkaslara, Afrika Boynuzundan İran’a uzanan genişçe bir bölgenin 11 Eylül’ü oldu veya olacak.
Oyun bölgede etkin üç vizyon arasında oynanıyor: Hamas ve Filistin, Hizbullah ve İran ve Amerikan vizyonları kıyasıya çarpışıyorlar. Buradaki en önemli aktör İsrail. Varoluşundan bu yana dini motifli Arap milliyetçileri tarafından tanınmayan, kendisinden ölümüne nefret edilen İsrail, Hamas’ın saldırısına uğradığında, bunun Filistin meselesi ile yakından uzaktan bir ilgisi olmadığını söyleyenler arasındaydım. Nitekim bugün gelinen noktada ne iki devletli çözüm konuşuluyor ne de Gazze’de yaşanan dram artık ilgi çekiyor. Gündemin alt sıralarına indi çoktandır. Bir tek batıdaki sol gruplar ve bilgisiz öğrenciler sürüklenebiliyor Filistin bayrağı ellerinde, cam çerçeve indiren grupların ardından.
Hizbullah ve İran, kendi taraflarında, Hamas’ı açıktan ve uzaktan destekleyerek İsrail’i uzun süre kemirecek bir yıpratma savaşına çekeceklerini düşündüler. Bir yıl boyunca Hizbullah düşük yoğunluklu bir şekilde İsrail’in kuzeyine roketler yolladı. 60 ila 80 bin kişinin evini terk ederek daha güvenlikli bölgelere yerleştirilmesine yol açan bu süreç, Hamas’ın nefesinin kesildiği bir dönemde, yüksek yoğunluklu bir şekle evrildi.
Sonuç, Hizbullah gücünün büyük kısmını yitirdi, İran’ın Akdeniz’deki kapısı Suriye’nin ayakta kalmasına katkı sağlayamadı. Hizbullah kadroları yok edildi, dünyanın en güçlü terörist milis yapısı koordinasyonu kaybetti. Suriye’de Esad korumasız kalınca bir gece İdlib’den çıkan cihatçı silahlı gruplar hızlı bir ilerleme ile Halep, Humus’tan aşağı sarkarak Şam’ı salladılar. Kendilerine katılanlar, söz ile destekleyenler oldu. Başta ABD ve Türkiye’den de destek gördüler. İsrail’in ise, her zaman güçlü bir Suriye yerine güçsüz Esad’ı desteklediği bilinir. Malum, “bildiğin kötü bilmediğin iyiden iyidir” derler! En azından Şam’a pek dokunmadı. Yalnız burnunun dibinde cirit atan İran casuslarını, Devrim Muhafızlarını, Hizbullah ve Hamas uzantılarını vurdu.
Suriye’de nasıl oluşacağı belli olmayan yeni düzende, elbette ki cihatçı gruplarla komşu olması söz konusu olabileceğine göre, kendisini güvene alması normaldi. Nitekim, Suriye ordusunun, donanmasının ve hava gücünün yoğunlaştığı yerlere, silah fabrikalarına, mühimmat depolarına, stratejik noktalara akınlar düzenleyerek, bunların, birkaç gün öncesine kadar devletler topluluğu tarafından terörist gruplar listesinde kendisine yer bulanların ellerine geçmesini engelledi. İsrail’in bunu ABD ve Türkiye’nin haberi olmadan yapmış olmasına ihtimal vermiyorum. Yoksa İsrail’in Suriye’deki yeni düzenden, güvenli sınırlar haricinde ne gibi bir talebi olabilir?
***
Neticede, Hamas kaybetti. Gerçi, fikirce mutlaka devam edecek, kendisini biraz unutturduktan sonra terör saldırılarıyla sesini duyurmaya çalışacaktır. Bu arada ümit ederim ki Gazze’nin geleceği hakkında, halkının refah içinde yaşayacağı bir formül bulunabilir. Yeni Başkan Trump’ın görevi devralması ile İbrahim Anlaşmalarına taraf ülkelerin, üstüne Suudi Arabistan ile belki Katar’ın da katılımıyla oluşacak ve AB’nin de destekleyeceği bir “konsorsiyum” belki bu formül arayışına derman olur. Böylece Hamas’ın kaybı ile Gazzelinin kazancı birlikte gelir.
Hizbullah ve İran kaybettiler. Suriye düştü. Toz bulutu dağıldıktan sonra taşların nasıl yerleşeceğini göreceğiz. O zamana dek “Suriye kazandı” diye dört köşe bir değerlendirme yapmak zor. Benzer durum Lübnan için de geçerli. Uzun yıllardır Hizbullah’ın siyasi, sosyal, ekonomik ipoteği altında yaşayan ülke, bu boyundurluktan kendisini sıyrılabilirse, zamanla eski değerine dönmek için kapıyı aralar.
Sokaktaki adamın ve bu arada sol cenahın hep Amerikan emperyalizminden, Siyonist eziyetten söz etmesi ve Tahran’ın parmağını yok sayması ilginç bir seçicilik olsa gerek. Neticede, hem Hint Okyanusunda hem de Avrupa’nın dibinde dolaşımda bulunmak için can atan İran’ın bundan böyle, uzun bir süre, buna erişemeyeceğini söylemek yanlış olmaz. Ancak batıda yeşerteceği terör yuvaları ile ustası olduğu uzaktan kumanda müdahalelerde bulunabilir, hatta bulunacaktır.
Akdeniz’deki bir kaybeden de Putin’in Rusya’sı. Rusya’nın uzun süredir yaşadığı megalomaninin analizini yapmak, tıpkı Ortadoğu hakkında olacağı gibi, uzun ve kapsamlı bir çalışmadır, şüphesiz. Hatta Moskova’nın Ukrayna ve Kafkas stratejisi ile İran’ın Akdeniz stratejisini birlikte okumak gerekir diye de düşünüyorum.
Ortadoğu’nun dengeleri
Mısır ile Ürdün… Kendi idarelerini dengede tutmaya çalışan bu ülkeler için de sıkıntı devam ediyor. 1967’den önce Gazze’nin Mısır, Batı Şeria’nın Ürdün toprağı olduğunu, Ürdün halkının çoğunluğunun Filistinli Araplardan oluştuğunu düşünürsek, İsrail’i ’67 öncesi topraklara sıkıştırmaya kalkmanın, ne Amman ne de Kahire tarafından kabul edilebilir olmadığı aşikardır. Zaten bu siyasi bir söylemden ileri gitmiyor ve fikri dile getirenler söylediklerinin güncel konjonktürü karşılamadığını biliyorlar.
Şu anda Mısır’ın da Ürdün’ün de ABD ve İbrahim Anlaşmasına taraf Arap ülkelerinin, hatta Suudi Arabistan’ın da koruma şemsiyesi altında olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.
Arap Baharının Suriye’ye biçmeye çalıştığı İhvan rejimi Şam’da kendisine hayat bulur mu? Esas Ürdün ve Mısır’ı rahatsız edecek durum budur. Bence Müslüman Kardeşlerin Ortadoğu’daki hükmü siyaseten sona ermiştir, misyonsuz kalmıştır. Suriye’de Baas yönetimini devirenlerin böyle bir yola sapacaklarını tahmin etmiyorum. Ancak yönetimleri altında azınlık olarak yaşayacak Hıristiyanlara, Arap Alevilerine, Dürzi toplumuna, Yezidilere nasıl bir hayat sağlayacakları önemli. Esad’ın din dışı, laik demek istemiyorum, yönetiminde görece rahat yaşamışlardı. Bunu devam ettirebilmeleri, ABD, Türkiye ve İsrail’in nasıl bir tavır sergileyeceğine bağlı. Bir de laik Suriye halkının beklentilerine nasıl bir açılım sağlayacaklar. Ayetullahların İran’ında yaşananların benzeri burada hayat bulur mu? Bekleyip görmek gerek.
Dürzi toplumu geçtiğimiz günlerde yaptığı bir çeşit oylama ile İsrail denetimine girmek istediklerini açıklamıştı. İsrail’in kuzeydoğusunda, Suriye’ye komşu bölgede kendi halkına yakın yaşayan Dürziler bu talebi destekliyor. Özellikle İsrail devlet aygıtında etkin olan Dürzi bürokratlar, subay ve emniyet görevlileri de bunu dile getiriyorlar. Suriye’nin içinden geçmekte olduğu süreçte böylesi bir girişimin mümkün olabileceği ise kuşkulu. İsrail’in şu aşamada bunun için kolları sıvayacağını sanmıyorum. Ama koruyucu eli ve gözü üzerlerinde olacaktır.
Bir de Kürtler konusu var. ABD’nin desteklediği için Ankara – Washington hattını daimi gergin tutan bu konu, aslında Türkiye’nin ne yapmak istediği ile çok ilgili. Oysa siyasetten sokaktaki adama uzanan yelpazede, bu konuda kafalar daha önce olmadığı kadar karışık. Suriye’de bir Kürt yapılanmasına karşı çıkan, bunun için tampon bölge oluşturan Türkiye’nin, Irak’taki en iyi ekonomik partnerinin Kürt Bölgesi olduğu tarihler çok eski değil. Ancak, Kürt meselesinin bir şekle bağlanması ABD’nin oluruna bakacaktır. Suriye’de bir şeylerin şekillenmesi ise Kürt meselesinin çözümünde önemli bir mihenk taşı olacaktır. Burada bir şeyler belli olmadan Kürtlerin durumları açıklığa kavuşmayacaktır.
Yeni yıla doğru kontrolsüz bir Ortadoğu fırtınasına kapıldığımız bir dönem yaşıyoruz. Savaşın çok boyutlu olması, “şu safhada” çıkarları örtüşenlerin “başka bir safhada” ayrı düşmeleri gibi bir durumu getiriyor ve bu da şaşırtmacalı bir oyun sürüyor önümüze.