•“Şu anki tabloya bakılırsa Türkiye-İsrail ilişkileri zaten 7 Ekim´den beri Hamas ve Gazze merkezli gelişmeler sebebiyle epey bir gergin. 7 Ekim´den hemen önce de oldukça iyi bir rotaya girmek üzereydi. Bu, herkesin aklında soru işareti uyandırıyor: Bu konjonktürel bir durum mu yoksa gerçekten de ikili ilişkilerde yeni yapısal faktörler mi etkili? Bu netleşmiş değil. Türkiye ve İsrail belki de tarihte ilk kez jeopolitik olarak ortak bir sahaya geliyor. İkisinin de askeri operasyon yürüttüğü, ulusal güvenliklerinin parametrelerinin kritik olarak işlediği Suriye coğrafyasında iki ülke de var artık. Buna Türkiye ve İsrail komşu oldu denilebilir. Günün sonunda Türkiye ve İsrail ilişkilerine yeni bir parametre eklendi.” •Dr. Gökhan Çınkara (Röportaj:Ceyda Karan) – www.anlatilaninotesi.com.tr/
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Çocukluktan ergenliğe geçtiğim yıllarda radyoda dinlediğimiz çoğu Amerikan, hafif müzik örnekleri arasında Harry Belafonte’yi çok sevmiştim. Belafonte, Karaib Adaları’ndan türemiş, “kalipso” adıyla öğrendiğimiz musiki tarzından sunduğu parçalarla tanınmış, “şöhret” olmuştu: “Jamaica Farewell”, “Marianne”, “Banana Boat Song” v.b. Ama bir süre sonra bunların arasına bir Yahudi şarkısı eklendi. “Hava Nageela” diye yazılıyordu galiba. İsrail’de söylenen bir hava. Ne demek olduğunu unutmuşum. Güzel bir şarkıydı. Bu da bir “hora” örneği.
Derken, sene 1960, American Field Service adlı bir kurumdan aldığım bir bursla bir yıl kalmak üzere ben kendim Amerika’ya gittim. Daha gitmeden önce Kingston Trio’yu tanımıştım (henüz bir tek “Tom Dooley’yi biliyordum). Orada bulduğum plaklarından birinde “Dorié” adlı bir İsrail şarkısıyla karşılaştım. Allah Allah, niye bu böyle. Şimdi hatırlamadığım başka İsrail şarkılarıyla tanıştım. Örneğin Limeliters grubu: “Mount Zion”.
Biraz daha düşününce anladım: Ellilerin sonları, altmışların başları; İsrail 1949’da resmen kurulmuş yeni bir toplum. Bu şarkıcılar ona “Hoş Geldin” diyorlar. Ama neden bu “hoşamedi”ye gerek duyuyorlar? Ee, İkinci Dünya Savaşı da 1945’te bitmiş; bitmesinden sonra Holokost’la ilgili, o zamana kadar pek bilinmeyen kaya gibi sağlam yeni bilgiler çıkmış! Bu bilgilerden haberdar olursun da Yahudilerin kimsenin yanında “sığıntı” olmayacağını, kendi yurtları olacağına sevinmez misin? Adlarını saydığım bu musikişinaslar “ilerici” insanlar. Bir görev sayıyorlar Yahudiler’e Hava Nageela’larla “Dorié”lerle karşılama havası çalmayı.
Bir şey yaparken bir başka şeyi bozmak çok iyi bildiğimiz bir insan davranışı. Bütün bu acılardan sonra Yahudiler’in “Benim yurdum” diyeceği bir toprağı olacak. İyi. İyi de o toprak bu zamana kadar neydi? Üstünde oturan, yaşayan yok muydu? Vardı tabii. Ama bu işler olurken o insanların encamı üstüne uzun boylu düşünmedi. Çünkü kararı verecek olanlar Batılılar’dı; gelip yerleşecek olanlar da Batılı’ydı. Sorun çözüldü.
“Çözüldü” mü? Şu son İsrail saldırısında kırk dört bin Filistinli’nin öldürüldüğü söyleniyor. Yani “çözüm” devam ediyor.
Nasıl iştir bu? Bu acıları çeken Yahudiler bunun benzerini başkasına nasıl yaparlar? İnsanın inanası gelmiyor, inanmak istemiyorsun. Ama iste ya da isteme, oluyor. Yıllardır olmakta. Yahudiler Holokost’u hak etmemişti (kimse böyle bir şey hak etmez); Yahudiler’in kıyıma uğrattığı Araplar da onlara yapılanı hak etmiyor (kimse böyle bir şeyi hak etmez).
Ne iştir, ne olacak? Bir önerim yok. Parlamaya başlamış genç bir musiki insanının “Repertuarımda bu da bulunsun, bulunmalı” diyerek bir Yahudi şarkısını söylemeyi öğrendiğini yıllardır duymadım.
https://birikimdergisi.com/haftalik/11915/israil-nereden-nereye
Ukrayna Savaşı, Rusya’nın Suriye’deki gücünü etkiledi, ancak İsrail ile ilişkilerine yansıması sınırlıydı. İsrail, 2014’teki Kırım ilhakında olduğu gibi Rusya’yı sert biçimde açıktan kınamadı, yaptırımlara taraf olmadı. Ukrayna’dan gelen Yahudi göçüne kapılarını açtı, Ukrayna’ya sınırlı nitelikte silah aktarımı yaptı. Gönderilen silahlar dikkatlice seçilmişti, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı koymasına yetecek güçten uzak, sınırlı bir destek niteliğindeydi. İsrail; ABD ile müttefiklik ilişkisini sürdürmekle beraber, Türkiye, BAE, Brezilya ve Hindistan gibi seçici bir tarafsızlık politikası izlemeyi tercih etti. Bunun karşılığında da Rusya’dan İran, Suriye ve Hizbullah’a kendisine tehdit yaratabilecek S-400, Su 35 gibi uçakları sağlamamasını istedi. Ancak buradaki fikir birliği 7 Ekim’den sonra bazı aşınmalara uğradı.
Suriye’de devam eden bu denklem, 7 Ekim’deki saldırılar ve İsrail’in buna yanıtıyla Ukrayna’ya doğrudan etki edecek bazı yansımalar yarattı. İsrail Gazze, Lübnan, Suriye’yi doğrudan hedef alırken İran ile de karşılıklı misillemelere girişti. Rusya, Ukrayna Savaşı’nda İran dronlarına ihtiyaç duyduğu için İran ile belli seviyede yakınlaştı. Üstelik, İsrail’in misilleme saldırısı öncesinde İran’a S-400’leri teslim etti. Bunun yanı sıra Moskova’nın Gazze’deki soykırıma tepki göstermesi, Moskova’da Hamas ile görüşmesi İsrail’in tepkisini çekti.
Taraflar arasındaki gerilim BM’de de karşılık buldu. Rusya ABD önerilerini veto ederken ABD Rusya önerilerini “hayır” oyuyla denklem dışı bıraktı. Artan tansiyon Rusya temsilcisinin İsrail’i katliamla suçlamasına, İsrail’in “Bu konuda bizi suçlayacak en son devlet sizsiniz” çıkışına neden oldu. Ancak yine de iki aktör sahada dikkatli hareket etti.
Esad’ın devrilmesinin ardından Rusya, Suriye’deki üslerini korumaya çalışıyor. İsrail ise hızla bombardımana geçti ve Golan’daki varlığını iki katına çıkaracağını söyledi. Peki şimdi ne olacak?
Rusya’nın ana gündemi, son olarak Moskova’da bir generaline suikast yapılmasına uzanacak boyutlara varan Ukrayna Savaşı’ndan bir çıkış yolu bulmak. Bu noktada İsrail’i fazlaca sıkıştırdığında İsrail’den Ukrayna’ya gidecek daha güçlü silahlar, savunma sistemi Rusya’yı zorlayacaktır. Buna karşın denklemin diğer aktörü İsrail için de nihayetinde Rusya ile denge önemli. Şöyle ki, İran’ın Suriye’deki varlığı neredeyse ortadan kaldırılmış görüntüsü veriyor, ama İsrail için tehdidi ortadan kalkmadı. Kaldı ki sahada güç ve stratejilerin hızla değişebileceğinin örneklerinden biri zaten Suriye. İsrail, saha gerçeklerini dikkate alarak Rusya’nın tamamen izole olması durumunda İran ile daha fazla yakınlaşma ihtimalini gözetiyor. Ayrıca Hizbullah’a gidecek Rus desteği yine en istenmeyen gelişmelerden biri. Bu faktörleri de dikkate alarak Rusya ile dengeli bir strateji yürütmeyi, İran’ın kontrol altına alınmasında yine Rusya’nın kolaylaştırıcı olacağı bir seçeneğin masada bulunmasını isteyecektir. Bu nedenlerle iki aktörün birbirine dönük çıkar ve stratejisi karşı karşıya gelmeden, yeni koşullarda da işbirliğiyle ve doğrudan diyalogla, en azından şimdilik, ilerleyecektir.
https://www.gazeteduvar.com.tr/yeni-suriye-ve-rusya-israil-iliskilerinin-gelecegi-makale-1743352
Filistin’de bugün iki siyasi otorite bulunmaktadır. Bir tarafta 2006 yılındaki genel seçimlerde en yüksek oyu alan ancak tüm Filistin’de iktidarı teslim alamayan Hamas bulunurken ve diğer tarafta uluslararası meşruiyeti olan ancak halk tarafından meşru kabul edilmeyen El-Fetih bulunuyor. Her ne kadar uluslararası toplum El-Fetih ve lideri Mahmut Abbas’ı muhatap kabul etse de bugünkü anket çalışmaları Filistinlilerin Mahmut Abbas’ın kendilerini temsil ettiğine inanmadığını ortaya koymaktadır. Diğer taraftan da Hamas’ın İsrail ile düzenli olarak savaş içerisinde olması da Filistinliler nezdinde Hamas’a meşruiyet ve popülerite kazandırmaktadır.
Buna karşın halkın desteklemediği ama uluslararası toplumun kağıt üstünde tanıdığı bir El-Fetih yönetimi, Filistin sorununu çözmek için yetersiz kalırken nispeten halk desteğine sahip Hamas ise “tüm İsrail’i fethetme” amacı çerçevesinde hareket ettiğinden realist bir çözüm ortağı olmaktan uzaktır. El-Fetih’in Marksist geçmişi, halk nezdindeki meşruiyet tartışması ve pasif tavırları sebebiyle Filistin halkına beklediği uluslararası desteği devşirememektedir.
İsrail bu temsiliyet krizinden faydalanıp topraklarını maksimize etmek için her yola başvurmaktadır. Savaş sonrası Gazze’si için İsrail, yeniden Yahudi yerleşimci iskânı, nüfusu tamamen sürgün etme gibi radikal çözümleri ön plana koymaktadır.
https://hariciye.org/emir-abbas-gurbuz-yazdi-filistinde-teslimiyet-krizi/
Vekil güçlerin zayıf düşmesi, “sınır ötesinde savunma doktrininin” giderek etkisizleşmesi ve İsrail’in doğrudan saldırılarına maruz kalması üzerine İranlı yetkililer nükleer kartı daha fazla telaffuz etmeye başladı. Uranyum zenginleştirilmesi dahil kritik aşamalara ulaşan nükleer program gittikçe daha fazla gündeme geldi. Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, “Zorunlu olursa nükleer politikalar değiştirilebilir” dedi.
İran’ın nükleer programının sona erdirilmesini öngören anlaşma (KOEP) 2015’te BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi + Almanya arasında imzalanmış, ancak 2018’de ABD Başkanı Trump anlaşmadan tek taraflı çekilmişti. Sonraki Biden yönetimi anlaşmayı canlandırmak için girişimde bulunmuş, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali üzerine müzakereler durmuştu. KOEP’in bazı hükümlerinin süresi 2025 Ekim ayında sona erecek. Hükümlere uyulmadığını iddia eden bir üye, İran’a yönelik BM yaptırımlarının otomatik olarak geri getirilmesini sağlayabilir. Ancak bu üye, anlaşmadan çekilen ABD olamaz. Bu mekanizmaya başvurulması ve Tahran’ın Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’ndan (NPT) çekilmesi halinde İran’ın nükleer tesislerine askeri müdahalenin gündeme gelebileceği görüşü ağırlık kazanıyor.
İsrail cephesine göre İran uranyum zenginleştirme oranını yüzde 90’a çıkararak nükleer bomba yapımına yönelebilir. Nükleer silah için yeterli derecede zenginleştirilmiş bölünebilir malzeme üretmek birkaç günlük iş, ancak bombanın fiili yapımı için en az altı aylık zaman gerekir. Bu süre içinde İsrail ve ABD’nin saldırılarına karşı korunması ve karşılık vermesi ise pek mümkün değil.
https://www.haberturk.com/ozel-icerikler/ayse-ozek-karasu/3748096-israil-den-iran-a-havadan-otoban
Aposto’ya konuşan Dış Politika Analisti Aydın Sezer’e göre, Golan Tepeleri’nin Suriye toprağı olduğu Birleşmiş Milletler (BM) hukukunca hâlâ kabul edilen ve dünyanın pek çok ülkesi tarafından da böyle tanınan bir durum. Ancak İsrail, Golan’ı ilhak ettikten sonra ABD’nin de bu ilhakı tanımasıyla birlikte durum farklı bir boyuta evrildi.
ABD’nin BM Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen Golan’ın ilhakını tanımasının sahada yeni bir gerçeklik getirdiğini söyleyen Sezer, “Suriye’deki gelişmelerden sonra Golan’ı biraz daha geçerek özellikle Dürzi köylerine yönelik İsrail işgalinin önümüzdeki dönemde kalıcı olup ilhaka dönüşeceğini düşünüyorum. Zira Dürzilerin yeni Şam yönetiminin kapsama alanı içinde olması veya yönetimde yeteri kadar temsil edilmelerinin mümkün olduğunu düşünmüyorum” diye konuştu.
Sezer’e göre, tüm bunlar Golan sorununu bir adım daha öteye taşıyacak ve yeni yerleşim bölgeleri de İsrail kontrolüne girecek:
“Hem İsrail’i Golan’da nihai anlamda kalıcı kılacak hem de yeni yerleşim bölgelerinin de İsrail kontrolüne geçmesinin önünü açacak. Kaldı ki Trump’ın göreve tekrar gelmesi Netanyahu ve İsrail için işler çok daha kolaylaştıracak. Buna da kimse Golan’da olduğu gibi itiraz edemeyecek. Artık BM Güvenlik Konseyi’nden bu yönde bir karar çıkması da mümkün olmayacak çünkü ABD’nin çok net ve sert bir karşı çıkışıyla karşılaşılacak.”
https://aposto.com/s/6762c9334e0689000788046a
Nasıl bir komplo sonucu olduğu daha sonra ayrıntılarıyla ortaya çıkacak olan Suriye’deki yönetim değişikliğinin en büyük kazananı İsrail oldu elbette. Tam 50 yıldır sindirmeyi başaramadığı Esad yönetimi, kendisinin de desteğiyle ABD/Batı/Türkiye eliyle ortadan kaldırılınca fırsatı kaçırmadı haliyle. Geçen Çarşamba’dan başlayarak tam 500 kez Suriye’yi vurduğuna bakılırsa “mevcut durumun tadını çıkarıyor”.
Hedef ortada; İsrail, ABD, Türkiye hep birlikte Suriye’yi savunmasız bırakarak Ortadoğu’nun siyasi haritasını çizmek niyetindeler. İsrail medyası Suriye’nin silahlarının gemilerinin, füzelerinin yüzde sekseninin yok edildiğini yazıp duruyor. Beşar Esad gittikten sonra ülkeyi yönetmeye soyunan Heyet Tahriri Şam (HTŞ) Suriye’nin kendini savunacak olanaklardan yoksan kılınmasını pek de dert ediyor gibi değil.
HTŞ ile dostları İsrail’in 1974’de kurulan askerden arındırılmış bölgeyi ele geçirmesine de sessiz kaldılar. İsrail'in hem bölgedeki en yüksek nokta hem de Suriye ile Lübnan'ı gözetlemek için ideal bir yer olması nedeniyle göz diktiği stratejik Hermon Dağı'nı ele geçirmesini de sineye çektiler.
Arap ülkelerinden cılız bir itiraz dışında bir tepki gelmedi. İsrail'e etki edecek güce sahip Ürdün, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi Arap ülkeleri İsrail ile ilişkilerini kesme konusunda parmaklarını bile oynatmadı. Yani İsrail’I durduracak ne bir ülke ne uluslararası hukuk var.
https://halktv.com.tr/makale/israil-firsati-kacirmadi-suriyeye-neden-saldiriyor-897911
Kaos ve kıyametin hüküm sürdüğü Suriye'de, inançsal bir azınlık olan Dürzilerin mevcut konumunu ve yeni yönetime yönelik tutumunu ele alacağız.
Bilindiği üzere İsrail, uluslararası sözleşme ve anlaşmalara aykırı olarak Suriye'nin egemenliği altındaki Golan Tepeleri'nin belli mıntıkalarını (tampon bölge, Kuneytra yöresindeki bazı köyler-bölgeler ve başkent Şam'ın 15 kilometre yakınına kadar uzanan topraklar) zorla işgal etti.
Tevrat'ta işaret edilen ve "Yahudi halkına Rab tarafından vadedilen tarihi yurdun bir parçası olduğu" iddiası/rivayeti dayanak yapılarak bu yöreler ilhak edildi.
İşgalin arkasında yatan en önemli gerekçe ise şuydu:
İsrail yönetimi, 1948'de işgal ettiği topraklarda böl-yönet politikası gereği Sina ve Batı Şeria'daki Filistin topraklarında yaşayan Bedeviler ile Dürzilerin Arap olmadıklarına dair tarihi gerçeklere aykırı bir tez uydurmuştu.
Her iki toplumun kanaat ve dini önderlerini de belli ödüller karşılığında bu "düzmece" tezin doğruluğuna ikna etti.
Neticede Dürziler ile Bedevilerin bir kesimi, yaklaşık 70 yıldır İsrail devletine hizmet ediyor; emniyet, ordu ve diğer alanlarda istihdam ediliyorlar.
Son gelişmeler ışığında harekete geçen Başbakan Binyamin Netanyahu, Suriye-Ürdün sınırında yer alan Suveyda mıntıkasında yaşayan yaklaşık 350 binlik Dürzi toplumu ve Lübnan'daki bazı Dürzi çevreleriyle temasa geçerek onları, "Dürzi Özerk yönetimi veya devletçiği" kurup birlikte yaşamaya ikna etme politikası güdüyor.
Erdoğan gibi Netanyahu da amansız bir siyasi direnişçi (ruthless political survivor). Her ikisi de iktidarı on yıllar önce ele geçirdi ve kendilerini kaderin getirdiği adam olarak görüyor. Ancak bölgesel hakimiyet hayalleri benzer zayıflıklardan muzdarip. İsrail ve Türkiye, çoğunluğu Arap olan bir bölgede Arap olmayan iki güç. Arap dünyasında bir Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden yaratma iştahı yok. İsrail de Orta Doğu’da korkulan, güvenilmeyen ve çoğu zaman nefret edilen yabancı bir güç olmaya devam ediyor.
Türkiye ve İsrail’in ekonomik temelleri de bölgesel hakimiyeti gerçekten arzulayabilecek kadar güçlü değil. Türk ekonomisi enflasyon yüzünden harap olmuş durumda. Tüm teknolojik ve askeri gücüne rağmen İsrail 10 milyondan az nüfusa sahip küçük bir ülke.
Erdoğan ve Netanyahu’nun rakip hırsları Suriye’de kolayca çatışabilir. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin de çıkarları söz konusu olduğu için Suriye, rakip bölgesel güçler için bir savaş alanı haline gelme riski taşıyor.
Geçen hafta Türkler Şam’ın düşüşünü kutlarken ve İsrailliler Suriye ordusunu yok ederken, Suudi Arabistan daha barışçıl bir başarıyı kutluyordu: 2034 Dünya Kupası ev sahipliği.
Suudiler ve Körfez ülkeleri muhtemelen İsrail’in toprak hırsından ziyade Türkiye’nin İslamcı ittifaklarından doğrudan bir tehdit hissediyor. Ancak Riyad, İsrail’in Gazze’ye saldırısının Arap dünyasının büyük bölümünü dehşete düşürdüğünü biliyor. Erdoğan’ı engellemek için Netanyahu’ya yaklaşmak tartışmalı olacaktır, özellikle de İsrailliler aynı zamanda Filistinlilerle iki devletli bir çözüm ihtimalini gömüyorsa.
İsrail ve Türkiye güçlü ordulara sahip. Ancak Suudiler, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin mali gücü var.
Riyad’ın izleyeceği yol, Orta Doğu’yu Erdoğan ve Netanyahu’nun eylemlerinden çok daha temelden şekillendirebilir.
İngiltere’de yayınlanan Financial Times gazetesinin 17 Aralık tarihli dünkü sayısında gazetenin deneyimli dış politika yorumcusu Gideon Rachman’ın bizi de yakından ilgilendiren ilginç bir yazısı yayınlandı. Yazıya eşlik eden karikatürde, Suriye haritasını iki ucundan çekiştirmeye çalışan Netanyahu ve Erdoğan’ın kafa kafaya toslaması görülüyor ve iki siyasetçinin hüküm sürdükleri bölgenin Güçlü Adamı unvanını ele geçirmek için çetin bir mücadeleye giriştiği belirtiliyor.
…
Rachman’a göre Netanyahu gibi Erdoğan da acımasız bir lider ve bu sayede yıllardır iktidarda. Her iki liderin diğer bir ortak özelliği ise ülkelerinde güçlü bir ekonomi kurmayı başaramamış olmaları. Bu nedenle her iki ülkenin de ekonomideki başarılarıyla birbirine üstünlük sağlaması beklenmiyor. Türkiye’nin ekonomisi yüksek enflasyon yüzünden harap olurken İsrail’in toplam nüfusunun 10 milyonu bile bulmadığını unutmamak gerekiyor. İsrail ve Türkiye’nin güçlü orduları var ama Arap ülkelerinin sahip olduğu ekonomik gücün yanına yaklaşmaları bile olanaksız.
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/netanyahu-erdogan-duellosu/787125
İsrail, BM ve diğer uluslararası aktörleri dikkate almaksızın Suriye’deki kara ve hava operasyonlarına devam etmektedir. Şam’ın düşmesi ve Esad’ın Rusya’ya kaçmasının ardında İsrail, 1974’te Suriye ile varılmış olan disengagement (çatışmamazlık) anlaşmasının çöktüğünü ileri sürerek Golan Tepleri çevresinde bir buffer zone (güvenli bölge) oluşturdu. İsrail Başbakanı Netanyahu, “Sınırımızda herhangi bir düşman gücünün yerleşmesine izin vermeyeceğiz” diyerek Suriye sınırından İsrail’e yönelik bir tehditte müsaade etmeyeceklerini açıklamış oldu. Şam’a 60 km uzaklıkta bulunan Golan tepelerini 1967’deki 6 Gün Savaşlarında işgal eden İsrail, daha sonra burayı tek taraflı olarak topraklarına katmış ve ABD, 2019 yılında Golan tepelerinin İsrail’e ait olduğunu kabul etmişti. Golan tepeleri civarındaki nüfusun ağırlıklı olarak Dürzi olması, ileride Dürzilere yönelik bir saldırı tehditti ortaya çıktığında, İsrail’in güvenli bölgeyi daha da genişletmesine yol açabilir. İsrail Golan tepelerinin yüksek yerlerinden 60 km uzaklıktaki Şam’ı rahatlıkla gözetleyebilmektedir.
Esad’ın düşüşü, Ortadoğu’daki gelişmelerin ne kadar da iç içe olduğunu göstermiş oldu. 13 yıllık Suriye savaşı, 430 bin civarında ölü ve milyonlarca insanın yerinden olmasına yol açsa da Esad’ı tahtından edemedi. Ancak Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e karşı başlattığı savaşın Lübnan, Suriye ve hatta İran’ı içine alabilecek bir şekilde genişleyip yayılması, Suriye’deki Esad rejiminin sonunu getirmiş oldu. Kısacası Suriye’deki Esad rejimi, iç faktörlerin etkisiyle yıkılmadı. İsrail’in Suriye’yi ayakta tutan dış dinamikleri devre dışı bırakmasıyla 53 yıllık Esad hanedanlığının sonu geldi.
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/israilin-suriye-devrimi-191351/
Öncelikle Bay Colani ilginç biri. Colani, savaşta kullandığı bir isimdir. Golan Tepeleri'ne atıfta bulunuyor. Bu ironik, çünkü Bay Colani’nin hükümeti -ya da Şam’da şimdilerde artık kim varsa- İsrail'in Golan Tepeleri'ni ele geçirmesine karşı çıkmıyor. İsrail'in tampon bölgeyi ele geçirmesine karşı çıkmıyor. Bunların hiçbiri tartışılmıyor. Yani ismi Colani ama hiç de Suriye topraklarını İsrail işgalinden geri almaya niyetli görünmüyor, masadan kalkıyor.
İsrail birlikleri de 1973 savaşından bu yana Suriye topraklarına en büyük operasyonu düzenledi. Bu çatışmadan sonra her iki taraf da Birleşmiş Milletler barış gücü askerlerinin, güçleri arasında 155 mil karelik bir askerden arındırılmış bölgeyi denetlemesi konusunda anlaşmıştı.
İsrail güçleri şu anda Suriye topraklarındaki en yüksek nokta olan Hermon Dağı'nın zirvesini ve Suriye'nin derinliklerindeki diğer mevzileri elinde tutuyor.
Ne kadar süre kalacakları belli değil.
Esad'ı deviren harekâta öncülük eden Heyet Tahrir Şam'ın lideri Ahmed El Şaraa İsrail'in operasyonunu eleştirdi.
Suriye'nin İsrail'le 1974'te imzalanan ateşkes anlaşmasına uyacağı sözünü veren El Şaraa, Esad'ın devrilmesiyle Suriye topraklarından İsrail'i tehdit eden İranlı milislerin tehdidinin sona erdiğini savundu.
İsrailli liderler, “başka bir düzenleme bulunana kadar” İsrail askerlerinin yeni ele geçirilen Suriye topraklarında kalacağını öne sürdüler. Heyet Tahrir Şam'dan terörist bir grup olarak bahseden liderler, el-Şaraa'nın verdiği güvenceleri şimdilik reddediyor gibi görünüyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu “Suriye rejiminin çöküşü İsrail'in sınırında ve tampon bölgesinde bir boşluk yarattı. İsrail, cihatçı grupların bu boşluğu doldurmasına ve İsrailli toplulukları tehdit etmesine izin vermeyecektir” dedi.
“İsrail’in, Suriye içerisinde tekrar var olmuş olması özellikle dikkat çekiyor. Mesela Filistin meselesine geçmişte Arap ülkeleri nasıl yaklaştıysa, aynı yaklaşımı Suriye için de gösterdiklerini görüyoruz. Bir taraftan evet, yönetimi devirmeye çalıştılar fakat ne olacağını öngöremediler. Şu anda işler hiç de tahmin etmedikleri bir duruma geldi. Onlar da siyasal bir değişim istiyordu ve bu türden grupları destekliyordu. Ancak bu tür grupların iktidarı ele geçirmiş olması beklemedikleri bir durum oldu. İsrail’e bakarsak, İsrail’in Suriye içinde var olması, Arap kamuoyunda ciddi bir rahatsızlık yaratmış durumda. Ancak bu daha ziyade basın içinde böyle. Makalelerde bunu görebiliyoruz. Siyasal düzeyde resmi bir tepki yok. Bu da şunu gösteriyor: İsrail ile hala dikkatli ve Donald Trump’ı gözeterek sert bir karşılaşmaya girmekten kaçınıyorlar. Zaten bugüne kadar girmemişlerdi. Biraz daha bekleyeceklerini düşünüyorum. Filistin meselesine bakıp partikte ne yapabileceklerini düşünecek olursak, ellerinden pek bir şey gelmeyecektir. Belirleyici olan küresel dengeler. Burada da yeni seçilen Amerikan Başkanı’nın nerede yer aldığı belli. Suriye ile ilgili birtakım rahatsızlıklar ve İsrail varlığına yönelik rahatsızlık dile getiriliyor. Fakat bunu anti emperyalist kanattaki kalemler yapıyor. Yani hala daha net bir tavır konulmadığını söyleyebiliriz.”
“İran’ın çok zayıflatılma ihtimali olabilir. Çünkü İsrail’in ciddi bir biçimde İran’ı vurmaya yönelik hazırlıklar içinde olduğu yeniden telaffuz edilmeye başlandı. Eğer İsrail bunu başarabilirse, İran’ı çok daha küçültebilir. Bu da İran’ın Körfez ülkeleriyle olan ilişkilerinde ağır bir karşı aktör olmaktan çıkartıp birtakım şeylere razı olacak konuma getirebilir. Ne kadar sürer bilmiyorum ama İran bu dönemde, karşısındakine uyumlu hareket etmeyi deneyecektir. Şu anda en zayıf olduğu dönemde. Tam da Körfez ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye başlamıştı. Ekonomik açıdan Körfez ülkelerine çok ihtiyacı var. Eğer bu kaybedilirse İran içinde de birtakım değişiklikler olması kaçınılmaz hale gelir. Suudi Arabistan gibi ülkelerin İran ile tarihsel mücadelesi söz konusuydu. Son dönemde yumuşama vardı fakat tabiri caizse sol anahtarı değişti. Artık herkes farklı bir yerden çalmaya başladı. Şu anda İran’ı değil fakat İran yönetimini Suudiler’in olumlu anlayış geliştirme açısından değerlendirdiğini düşünmüyorum. Dolayısıyla İran’la ilgili durumu biraz da İsrail’in İran’a yönelik yapacağı olası saldırı belirleyecke. İkincisi de Donald Trump yönetime geldikten sonra belki çok daha ağır bir şekilde diğer ülkelere İran’la ilgili baskı uygulayacaktır. Bir ay beklemek gerecektir İran’ın durumu için. İran, geleneksel olarak Mursi iktidara geldiğinde de Mısır ile ilişkisini sürdürdü. Hatta Sisi’ye karşı çıkmışlardı darbe sebebiyle. Araları bozulmuştu. İran’ın böyle bir politikası var. Suriye’de yönetimi ele geçiren gruplarla da ilişki oluşturmak için uyumlu davranmaya çalışıyor. Birtakım bağlantılar bulmaya çalışıyor kendince. Bu tabii İran’ın geleneksel politikasına uygun bir durum. Ama İran’ın durumunu İsrail’in tutumu belirleyecek. Diğer taraftan bölgedeki ülkelerin tutumu da ABD’ye bağlı olacağı için o bağlantıların bu faktörlerle birlikte ele alınması gerektiğini düşünüyorum.”
“Filistinliler en kötü zamanını yaşamaya başlayacak; ki yaşamaya başladılar. Çünkü Suriye’nin düşmüş olması, Filistinliler açısından önemli bir lojistiğin, gücün ve psikolojik faktörün düştüğü anlamına geliyor. Netanyahu şu anda en rahat zamanlarını yaşıyor. Bir şekilde Hamas’ın yapmış olduğu saldırının nelere yol açacağı tartışılıyordu. Bunun sonuçlarından birisini görüyoruz. İsrail açısından bu mesele artık bitmiş durumda. Filistinliler de herhangi bir şekilde kendilerine destek olacak herhangi bir güç olmadığını biliyorlar. Husilerin tek avantajı coğrafya. Yemen’deler. Biraz daha uzaktalar. Ama bu nedenle de etkisizler. Bu ayrıca rahat olacakları anlamına da gelmiyor. Onları ayrı tutabiliriz. Ama dolaylı bir destekleri vardı Filistin için. Onları hiçbir zaman etkili eleman olarak görmemiştim. Filistin’e, Lübnan’a bakarsak, Hizbullah çok büyük darbe yedi. Suriye bağlantısı darbe yedi. Bu, Filistinlilerin artık iyi zamanlar yaşamayacağını gösteriyor. Zaten mevcut durum korunsa da iyi zaman yaşamama olayı devam edecek. Filistinlilerin etkili adım atabileceğini düşünmüyorum. Buna Hamas ve örgütler de dahil.”
https://anlatilaninotesi.com.tr/20241218/1091711927.html
Ortadoğu’daki önceki statüko 7 Ekim Hamas saldırısıyla 7 şiddetinde depreme maruz kalmıştı, yarım asırlık Esad rejiminin devrilmesiyle aynı şiddette ikinci bir sarsıntıya uğrayan eski jeopolitik sistem böylece artık tarihe karıştı. Ortadoğu büyük bir tarihi dönemecin arefesinde bulunuyor. Bölgede yeni düzenin nasıl şekilleneceği meselesi, orta vadede, dünyada başta ABD, Çin ve Avrupa dahil tüm büyük güçlerin müdahil olacağı bir güç mücadelesini tetikleyecektir. Bu mücadelenin bir boyutunun da Erdoğan ve Netanyahu tarafından idare edildikleri müddetçe Türkiye ve İsrail arasında cereyan etmesi kaçınılmaz gözükmektedir, ki bunun ilk muharebe alanı Suriye’de Fırat’ın doğusundaki topraklar olabilir.
https://kronos38.news/omer-murat-yazdi-aman-halkimiz-duymasin-israil-ortadogunun-kilit-oyuncusu/
“İsrail açısından tabloya baktığımız zaman son gelişmeler önemli. Öncelikle Hizbullah’ın etkinliğinin daraltılması ve silah akışı rotasının kesilmesi, İsrail açısından en büyük stratejik kazanım. Zaten HTŞ merkezli yapılan açıklamalarda altı sürekli çizilen bir konu var: Suriye’den İran’ın ve Hizbullah’ın çıkartılması ve temel düşmanın Esad rejimi olması. HTŞ, Hizbullah ve İran’ın düşman olduğunun altını sürekli çiziyor. Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle İsrail ile komşular. İsrail, 1967’de Suriye’nin topraklarının bir kısmını yani Golan Tepeleri’ni işgal etti. 1974’te de ateşkes anlaşmasına uygun olarak sınır hattı anlaşmasına vardılar. Şimdi tabii o noktalarda anlaşmazlık var. İsrail orayı genişletmek ve tampon bölgeye dönüştürmek istiyor. Bu, Suriyeliler açısından 1974 hükmünün İsrail tarafından ihlali anlamına geliyor ve eleştiriliyor. İkinci nokta ise İsrail’in Suriye’de hava kuvvetleri marifetiyle operasyon yapması. Önemli askeri depoları, stratejik binaları vs. vuruyor İsrail. Bu neyi gösteriyor? İsrail, kendisine karşı Suriye’de herhangi bir askeri kapasitenin ortaya çıkmamasını istiyor ve bunu da kendi açısından büyük oranda sağlamış gibi gözüküyor. Tabii bu orta vadede böyle. Suriye şu anda daha toprak bütünlüğünü bile sağlayamamış ülke. Siyasi yapı daha yeni yeni merkezileşiyor ve yurtdışı ile angajmana girme stratejisini güdüyor. Suriye’nin daha alacağı epeyce bir yol var.”
“Şu anki tabloya bakılırsa Türkiye-İsrail ilişkileri zaten 7 Ekim’den beri Hamas ve Gazze merkezli gelişmeler sebebiyle epey bir gergin. 7 Ekim’den hemen önce de oldukça iyi bir rotaya girmek üzereydi. Bu, herkesin aklında soru işareti uyandırıyor: Bu konjonktürel bir durum mu yoksa gerçekten de ikili ilişkilerde yeni yapısal faktörler mi etkili? Bu netleşmiş değil. Türkiye ve İsrail belki de tarihte ilk kez jeopolitik olarak ortak bir sahaya geliyor. İkisinin de askeri operasyon yürüttüğü, ulusal güvenliklerinin parametrelerinin kritik olarak işlediği Suriye coğrafyasında iki ülke de var artık. Buna Türkiye ve İsrail komşu oldu denilebilir. Günün sonunda Türkiye ve İsrail ilişkilerine yeni bir parametre eklendi. Filistin marjında ikili ilişkiler yürütülüyordu. Fakat son iki haftadır kimse Gazze’yi konuşmuyor. Gazze’de insanlık dramı sürüyor fakat herkes bütün dikkatini ve ilgisini Suriye sahasına vermiş durumda. Yeni bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor bu da bize. Suriye’de ortaya çıkan realite, yeni bir bölgesel gerçeklik. Türkiye dahil bölge aktörlerinin bunun ne anlama geldiğinden tam olarak emin olmadığını düşünüyorum. Yeni siyasal sistemin en büyük sorunu ekonomik istikrar olacak. Fırat’ın doğusunda Cevlani’nin illa ki bir siyasal egemenlik kurması ve inşa etmesi gerekecek. Yeni Suriye yönetiminin oradaki petrol, tahıl ve su kaynaklarına ihtiyacı çok büyük. Özellikle Suriye’nin büyük kısmı yönetimin nasıl olacağını merak ediyor. Eğer bu şekilde olumlu bir ekonomik sistem inşa edilebilirse siyasal ömürleri daha uzun olacaktır. Fakat Fırat’ın doğusundaki siyasal egemenlik inşası akamete uğrarsa Cevlani’nin işi çok daha zorlaşacaktır. Temel mesele ekonomi bana kalırsa. Ekonomi sağlanmadan güvenliğin sağlanması da çok güç.”
https://anlatilaninotesi.com.tr/20241217/1091663597.html
Şu anda İsrail Savunma Kuvvetleri’nin yaptığı gibi yerinden edilmiş bir nüfusu yeni yerlerinde acımasızca bombalamak, soykırımdır. Eğer bir şey soykırıma benziyor ve öyle görünüyorsa, bu soykırımdır. Ancak İsrail’de bunu söylemek liberaller arasında bile mümkün değil. Amerika’daki bağışçıları Yahudi olan prestijli üniversitelerde de bunu dile getirmek zor. Gerçeğin gösterdiği ne olursa olsun, İsrailliler ve Yahudiler bunu duymaya yanaşmıyor.
Ziyaretçim; en yakın arkadaşları dahi olsa, İsrailli liberallerin, entelektüellerin ve barış yanlısı vicdan sahibi kişilerin bile bu gerçeği kabul etmeye yanaşmadığını fark etti. Görüş ayrılıkları düşmanlığa dönüştü ve bu daha önce hiç olmamıştı. Radikal görüşlere bile her zaman destek veren bir grup vardı. Nefret gösterileri ve bazen şiddet de yaşanırdı, ancak karşılarında daha küçük de olsa aynı kararlılıkta bir grup dururdu. Artık bundan da söz edemeyiz.
Ziyaretçi, bunun net bir şekilde farkına vardı. Ülke tarihinin en radikal günlerini yaşıyor olsak bile radikal görüşlü karşıt bir grubun varlığından söz etmek mümkün değil. Ancak, kıyıda köşede birkaç uç fikirli insan bulmak mümkün.
İsrail kendi yas ve felaketine saplanmış ve tamamen gerçekliği kaybetmiştir. Gazze’deki çok daha korkunç felakete kimse önem vermiyor. Medyanın bu durumu yaratmadaki rolü hakkında pek çok şey yazılıp çizildi, ancak bu durumu anlamış her İsraillinin vicdanı, bu “uyanıştan” sorumlu. Bir gün bu, onları huzursuz edebilir.
https://bianet.org/yazi/keder-ve-felakete-saplanan-israil-gercekligi-kaybetti-302887
Israelli yazar Amos Oz’a gore, hikayeler Yahudi halkını bir arada tutan en güçlü bağdır. Tarih boyunca karşılaşılan zorluklara rağmen hikayeler yoluyla kimliklerini ve umutlarını canlı tutmayi başarmışlardır.
Kütüphanede, Nova Müzik Festivali sırasında kaçırılan gençler için özel bir bölüm oluşturuldu. Her bir gencin kişiliğini ve ilgi alanlarını yansıtan, aileleri tarafından seçilmiş kitaplar sandalyelerin üzerine yerleştirilerek rehinelerin gelmesi bekleniyor. Bir anne, oğlunun eve döneceği zaman kendi kitaplarını seçeceğini umut ediyordu…
Sosyal medyada da kaybedilen gençlerin yaşam hikayeleri, bir yılı aşkın süredir paylaşılmaya devam ediyor. Kaçırılan gençler kişisel olarak tanınmasa da hikayeleri tüm ülkede bilinir hale geldi. Örneğin, Ariel Kunio’nun bir “posterdeki yüz “başlığıyla yer alan hikayesinde, astrolojiyle ilgilendiği, İspanyolcayı akıcı bir şekilde konuştuğu, hayvanları -özellikle köpekleri- çok sevdiği ve en iyi yaptığı yemeğin makarna olduğu anlatılıyor.
İsrail toplumu, savaşlar ve terör nedeniyle sürekli bir varoluş mücadelesi veriyor; bu yüzden yaşamın değerini bilen, realist ve otantik bir yapıya sahip. Tüm karanlığa ve zorluklara rağmen hikayeler, şarkı sözleri ve anlatılar hep umut dolu. Kadehler her zaman “hayata” diyerek kalkar, ulusal marşının adı “umut” tur. İsraelliler son yaşanan acı olayların ardından umudu ve direnişi ifade etmek icin “yine dans edeceğiz” sloganını benimsediler.
https://www.turkisrael.org.il/single-post/hikaye-anlat%C4%B1m%C4%B1n%C4%B1n-g%C3%BCc%C3%BC
Siyasal iktidarın Filistin’deki olaylara angaje olması, kimi çevreler için Yahudi inancındaki insanlara saldırı ve aşağılama için araç oldu.
Televizyon kanallarından birinde, Osmanlı döneminde Yahudilerin devlete yüksek faizle borç vererek batırdıkları yolunda sahneler topluma gerçekmiş gibi aktarıldı.
Hiç bir tarihsel gerçeklikten uzak bu sahneyi sorsak, siyasal iktidar yanlıları “bu film, tarih değil diyecekler..
https://olaynet.net/2024/12/yahudi-morris-ve-tarikatlar/
Son Gazze olaylarıyla Türkiye’de kimi siyasal İslamcıları Yahudi düşmanlığı, Antisiyonist söylem, Yahudifobi geliştirmek istiyorlar.
Bunu yapanları kimi parti, kimi cemaat, kimi tarikat, kimi dernek, kimi de kişiler olarak yapıyorlar..
İçinde sol ve milliyetçi düşüncedeki insanların bulunduğu, her “olumsuzluğu” Yahudilere ve ABD’ye bağlama eğilimini körüklemek istenler de ayrı bir alem..
Tarikat, cemaat kesimi, Yahudilerle ilgili mücadelede Sultan İkinci Abdülhamit’i örnek aldıklarının söylerler, Abdülhamit Han’ın Yahudi düşmanı olduğunu iddia ederler..
Lakin bu söylemler, tarihsel gerçeklerle hiç mi hiç uyuşmuyor..
https://olaynet.net/2024/12/abdulhamitin-nisan-verdigi-yahudiler/
Türkiye’ye ve Türk insanını vefasının en güzel biçimde gösteren, İkinci Abdülhamit’in Mecidiye Nişanıyla ödüllendirdiği bir insanın adının taşıyan hastanesinin Şehir Hastanesi bünyesinden çıkartılarak, özel bir kararla yeniden ereğine uygun biçimde faaliyetine başlaması, Morris Şinasi’nin vakfettiği paranın da geçmişte olduğu gibi sadece hastane için harcanması, dar gelirli ailelerin çocuklarının Morris Şinasi’nın istediği gibi ücretsiz tedavilerine olanak sağlanmasıdır.
https://olaynet.net/2024/12/morris-sinasi-abdulhamit-han-ve-fetullahcilar/
Henüz 11 yaşındayken haham olan ve evlenen, 14 yaşındaysa çocuk sahibi olan Maimon’un Talmud dışında bir okuma yapması babası tarafından yasaklanmış olsa da gizli gizli gök bilimleri çalıştığı, felsefe ve bilime büyük ilgi duyduğu belirtilmektedir.
Haaretz siyasi analisti Anshel Pfeffer, 19 Haziran tarihli makalesinde, "Uri Tsafon"un hedefleri hakkında uyarıda bulunarak, "örgütün planının göz ardı edilmemesi gerektiğini" kaydetti.
"Yerleşimcilerin 1967'den beri işgal altında olan Batı Şeria'ya yerleşme planlarının 50 yıl önce de garip göründüğünü herkes hatırlamalı." ifadelerini kullanan Pfeffer, "Uri Tsafon"un Lübnan'ın güneyinde yerleşim kurma konusunda güçlü bir motivasyona sahip olduklarını belirterek, "Aramızda yaşıyorlar, kuzeye bakıyorlar ve Lübnan'da bir vatan hayal ediyorlar." değerlendirmesinde bulundu.
"Uri Tsafon" kurulmadan önce kimse Lübnan'ın güneyine yerleşimden bahsetmiyordu ancak özellikle örgüt üyelerinin İsrail Meclisi'ndeki parlamenterlerle iletişim kurmasıyla söylem değişmeye başladı.
"+972" dergisine göre bu konu, tıpkı Gazze Şeridi'ndeki yerleşimle ilgili güncel konuşmalar gibi tartışma konusu haline gelebilir.
Sekiz kez. Toronto'daki Kehillat Shaarei Torah sinagoguna yapılan vandallık sekizinci kez.
Bu olay, aynı gün kentteki bir Yahudi ilkokuluna ateş açıldığı sırada yaşandı.
Toronto neden Yahudi sakinlerini korumuyor?
https://x.com/AvivaKlompas/status/1870173917886984590
İsrail'in ve dünyanın ilk kibbutzu olan Degania'da dururken büyükannemin ruhunun canlandığını hissediyorum. Genç bir kızken, sosyalist, tarımsal bir toplulukta gururlu bir Yahudi hayatı kurmayı hayal etti ve bunu gerçeğe dönüştürmek için buraya geldi. Erkeklerin ve kadınların en başından itibaren eşit haklara sahip olduğu bir yer yaratmaya yardımcı oldu; o zamanlar duyulmamış bir şeydi bu. Siyonizm ve eşitlik mirası bugün de yaşamaya devam ediyor. Celile Denizi'ne bakarken, bu ulusu inşa etmek için gereken gücü, vizyonu ve kararlılığı hatırlıyorum.
https://x.com/noatishby/status/1870177916799074493
"Bu, olabilecek en zor yerden doğan bir dostluktur. Bir aile vardır - ve seçtiğiniz bir aile vardır."
Geçtiğimiz yıl yapılan anlaşma kapsamında Hamas esaretinden serbest bırakılan rehineler arasında Margalit Musa da vardı. Gazze'de 49 gün boyunca akıl almaz koşullarda tutulan rehineler arasındaydı.
O zamandan beri kendisini karşılayan İsrail Savunma Kuvvetleri subayı Gal Avraham ile aralarında adeta bir aile bağı oluştu.
İkili o günden bu yana her gün görüşüyor.
Gal, sevgilisi Niv ile nişanlandığında, çift birlikte Margalit'i de hupanın altında yanlarında durması için davet etmeye karar verdiler.
"Margalit'in aile olarak hupanın altında bizimle birlikte durmasını istediğimizi açıkça belirttik... Evet, mutlu bir an var ama unutmamalıyız demek istedik."
https://x.com/HenMazzig/status/1870181478757523548
Bu söyleşimizde Dr. Schild, bizlerle kendi yaşam öyküsünü paylaşırken, İstanbul Aşkenaz Yahudileri hakkında detaylı bilgiler sunacak. Aşkenaz Yahudilerinin tarihsel ve kültürel mirası, kimlikleri ve toplumsal ilişkiler üzerine gözlemlerini bizlerle paylaşacak.