Dijital araçlar yurtdışı eğitim kararlarını nasıl dönüştürüyor? Teknoloji, insana özgü rehberliği tamamlayabilir mi?
2025’in ne ara geldiğini anlamak gerçekten zor. Sıkılmaya gelemeyen insanların elinden telefonlarını aldığınızda, saniyeler ve dakikalar yavaş geçiyor olabilir. Ama onların bile yılları hızla akıp gidiyor. 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaşırken, 2000 yılı için yapılan geri sayımı hâlâ hatırlıyorum. Yılbaşı gecesi ekranda dönen dijital sayaç, hepimiz için geleceğin başlangıcı gibiydi. 90’larda çocuk olmak nostaljisine girmeyeceğim; bunu fazlasıyla yapan arkadaşlarım var. Ancak o yıllardaki dünya ile bugünün dünyası arasındaki dijital uçurum, düşündüğümden bile daha büyük.
X Kuşağı, Milenyumlar, Z Kuşağı derken artık alfabenin başına döndük. Alfa Kuşağı şimdilerde çocukluğunu yaşarken, Beta Kuşağı ise bu yıl dünyaya gelmeye başladı. Her neslin kendi hikâyesi ve özellikleri var. Ancak aklımdaki asıl soru şu: Nesillerin değişimi eğitime yaklaşımı gerçekten dönüştürdü mü?
Görünüşe göre geçmişin izleri hâlâ bugüne taşınıyor. Eğitim, bireyler, aileler ve toplumlar için çok boyutlu bir mesele. Bir yandan eğitim sistemlerinde özgünlük ve bireysellik vurgulanıyor; diğer yandan aynı sistemler bireyleri belirli kalıplara uymaya ve rekabetçi bir yarışın parçası olmaya zorluyor. Bugünün dünyasında, ulaşım ve iletişim teknolojileri, yapay zekâ ve küreselleşme gibi unsurlar eğitimin içeriğini ve erişilebilirliğini köklü şekilde dönüştürüyor. Ama bu dönüşüm bireylerin kendini gerçekleştirme yolculuğunu nasıl etkiliyor? Örgün eğitim gerçekten özgür bir seçim mi, yoksa toplumun dayattığı bir zorunluluk mu?
Değişen nesiller, aynılaşan örüntüler
Bugün, daha okuma yazma öğrenmeden akıllı telefonları, tabletleri ve bilgisayarları ustalıkla kullanan bir nesil yetişiyor. Ebeveynler, teknolojiyi çocuklarından öğrenmeye başlamışken, bu nesil üniversiteye daha bağımsız mı gidecek, yoksa başka bir tür bağımlılıkla mı mücadele edecek?
Bu sorular yalnızca bireysel hikâyelerle sınırlı değil; aynı zamanda toplumsal dinamiklerin ve kendini tekrar eden örüntülerin peşinden gitmeyi gerektiriyor. Aileler, çocuklarını en iyi liseye, üniversiteye ya da yurtdışına göndermek için büyük fedakârlıklar yapıyor. Ancak bu fedakârlıklar çocuklar tarafından ne kadar değer görüyor? Eğitim gerçekten bir yatırım mı, yoksa toplumun dayattığı bir statü göstergesi mi?
Rekabetin ve beklentilerin bu kadar yoğun olduğu bir dünyada, eğitim yolculuğu kişisel hedeflerden çok toplumsal beklentilere hizmet eden bir araç haline mi geldi? Eğitim, bireylerin kendilerini keşfetmelerini sağlayan bir süreç mi, yoksa yalnızca toplumun dayattığı bir mecburiyet mi?
Kültürel miras: Eğitim ve göç
Bu sorular, kendi eğitim yolculuğumda da karşıma çıktı. Eğitim, göç ve hareketlilik bizim ailemiz için nesilden nesle aktarılan bir kültürel miras. Yakın akrabalarım arasında ABD, İsrail, Kanada, Brezilya, Güney Afrika, İngiltere, Avustralya ve İtalya gibi ülkelerde eğitim almış olanlar var. Kimileri bu ülkelerde kalmayı tercih etmiş, az bir kısmı Türkiye’ye dönmüş. Ailemdeki bu çeşitlilik, çocukluğumda yurtdışında eğitim alma isteğimi şekillendirdi. Yurtdışında eğitim, bir seçenekten çok bir gereklilik gibi görünüyordu. Ancak bu gereklilik, her zaman kolay ya da sorunsuz bir yolculuk anlamına gelmiyordu.
Türkiye’de başlayan temel eğitim yolculuğum, lise sonrası yüksek öğrenimle birlikte İngiltere, Hollanda, Kanada, ABD, İsrail, Hong Kong, Macaristan, Avusturya ve İsveç gibi ülkelerdeki üniversitelerle kesişti. Bu ülkelerde eğitim almanın, imkanları zorlamanın ve bazen sınırlarla yüzleşmenin ne anlama geldiğini yakından gördüm. Ancak benim hikâyem, herkesinki gibi, tekil bir örnek ve genelleştirilemez.
Bu çeşitlilik içinde gözlemlediğim temel gerçek şu oldu: Eğitim, bireysel bir deneyim gibi görünse de aslında toplumsal ve kültürel faktörlerin derin etkisi altında. Örneğin, hiçbir zaman fen ya da mühendislik bölümlerinde okumadım, ama bilgisayarlara duyduğum ilgi bu tercihlerimi sınırlamadı. Yine de sosyal bilimler gibi alanlarda okumak, sürekli sorgulanmama yol açtı. “Ne işe yaradığı belirsiz,” “ağzının laf yaptığı” ya da “ağzı laf yapanları dinlemek zorunda kaldığınız” bölümler olarak algılanan sosyal bilimler, eğitimi yalnızca ekonomik bir araç olarak gören anlayışın hâkimiyetini gösteriyor.
Eğitim, göç ve statü
Oxford Üniversitesinde mülteci çalışmaları alanında eğitim almış olmamın kime ne faydası var? Neticede her mahalle kahvesinde ya da Facebook ve WhatsApp grubunda herkes bu konuda kendini uzman ilan ediyor. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunan bir alanda eğitim almak mı daha anlamlı, yoksa daha sıradan bir üniversitede, ‘geçerli’ bir alanda okumak mı? Bu sorular, eğitim yolculuğum boyunca zihnimi meşgul etti.
Türkiye’de başlayan eğitim yolculuğum, göçmenlik ve yurtdışında eğitim alma deneyimleriyle birleşince, bu sorulara yanıt bulmak daha karmaşık hale geldi. Geçen yıllar içinde dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitim almış, ancak hayatla ilgili beklentileri ve yapacakları konusunda kafası oldukça karışık insanlarla da tanıştım; hiç üniversiteye gitmeden büyük bir azimle çalışarak kendi alanlarında ‘başarılı’ sıfatını sonuna kadar hak edenlerle de...
Eğitim, yalnızca bir meslek edinme aracı değil; aynı zamanda bireyin perspektifini şekillendiren, ona dünya hakkında farklı bir bakış açısı kazandıran bir süreç. Ancak toplumun eğitime bakışı genellikle ekonomik getiriler üzerinden değerlendiriliyor. Bu durum, eğitimi yalnızca pratik faydalar sağlayan bir araç olarak gören anlayışı güçlendiriyor.
2025: Teknolojinin eğitime dokunuşu
Eğer teknolojik gelişim bu hızla devam ederse, bugün ilkokul çağındaki çocuklar 2030’lu yıllarda lise ve üniversite öğrencisi olduklarında, 2010’lardan 2020’lere geçişteki şaşırtıcı hız bile anlamını yitirebilir. Ancak bu hızın getirdiği yeni bir gerçeklik var: Eğitim artık yalnızca fiziksel bir mekânda verilen bilgi değil; teknolojiyle iç içe bir süreç. Fakat bu sürecin bireyler üzerindeki etkisi nedir? Daha özgür bir eğitim mi sunuyoruz, yoksa daha derin bir bağımlılık mı yaratıyoruz?
Bir gerçek değişmeyecek gibi görünüyor: rekabet. Birinin kazandığı yerde bir başkası kaybediyor. Birinin konfor içinde yaşadığı yerde, bir başkası imreniyor ya da belki isyan etmek istiyor ama edemiyor. Bu, gelecekte de değişmeyecek bir gerçek gibi görünüyor. Böyle bir belirsiz ve rekabetçi dünyada, ebeveynler ellerindeki maddi ve manevi tüm imkânları seferber ederek çocuklarının “en iyi” eğitimi alması için çabalıyor. Ancak bu çaba, bir noktada sistemin yeniden ürettiği bir döngü haline geliyor.
Yurtdışı eğitim danışmanlığı: Dünden bugüne
2010’lu yıllarda yurtdışı eğitim danışmanlığı yaparken, Türkiye’den yurtdışına gitmek isteyen öğrenci ve ailelerle yoğun bir şekilde çalıştım. O dönemde yurtdışı eğitim fikri, birçok aile için “en iyi gelecek” kapısıydı. Ancak bu süreç yalnızca üniversite yerleştirmekten ibaret değildi. Ailelerin hayalleri, kaygıları ve gerçeklikleri arasında sıkışıp kalan hikâyelere tanık oldum.
Ailelerin çoğu, çocuklarının geleceği için en iyisini istediğini söylüyordu. Ancak ‘en iyi’ tanımı genellikle çocuğun değil, ailenin beklentilerine dayanıyordu. Mühendislik ya da tıp gibi ‘geçerli’ görülen alanlara yönlendirilen öğrenciler, kendi ilgi ve hedeflerinden vazgeçmek zorunda kalıyordu. Benzer şekilde, öğrencinin tercih etmediği bir ülkeye, “orada daha iyi şartlar var” düşüncesiyle baskı yapılması, yalnızca eğitim tercihleriyle sınırlı olmayan, aile içi dinamikleri de gözler önüne seriyordu.
Bir diğer önemli faktör ekonomik koşullardı. Ekonomik krizler aileleri zor durumda bıraksa da, bu durum yurtdışına ilgiyi azaltmadı. Aksine, bazı aileler çocuklarının daha iyi bir gelecek kurabileceğine olan inançla maddi imkânlarını fazlasıyla zorladı. Özellikle kendini eskiye kıyasla daha fakir hisseden ailelerin “en azından çocuğum kurtulsun” düşüncesiyle hareket etmesi, yurtdışı eğitim fikrini bir eğitimden çok bir kaçış planına dönüştürdü.
Zamanla bu alandan uzaklaştım. Ailelerin gerçeklikten kopuk beklentileri, süreçten aldığım keyfi gölgeledi. Ancak benim çekilmem, sektörün büyümesini engellemedi. Ekonomik krizlere rağmen, gelir uçurumunun artması ve eğitime talep, bu alanı daha karmaşık hale getirdi. Bugün baktığımda, ailelerin profillerinin çok değişmediğini, ancak taleplerin ve karar süreçlerinin daha sofistike hale geldiğini görüyorum.
2025: Dijital araçlar ve eğitim kararları
2024, yapay zekâ araçlarının eğitim süreçlerindeki etkilerini hem deneyerek hem de gözlemleyerek anlamaya çalıştığım bir yıl oldu. ChatGPT, Claude ve Gemini gibi araçlar, yalnızca destekleyici bir araç olmaktan çıkıp, karar verme süreçlerinde etkin roller üstlenmeye başladı. Bugün bir üniversiteye, programa ya da işe başvuran biri, bu araçları kullanmadan süreci tamamlayabilir mi? Aynı şekilde, bu başvuruları değerlendiren kişiler, yapay zekânın etkisinden tamamen bağımsız kalabilir mi?
2010’lu yıllarda, Google üzerinden bilgi aramak yaygındı; ancak o dönemde arama motorları yalnızca ham bilgi sunardı. Bilgiyi toplamak, düzenlemek ve kendi cümlelerinizi yazmak sizin sorumluluğunuzdaydı. Özellikle ABD üniversitelerine yapılan başvurularda, niyet mektupları ve karmaşık sorular öğrenciler ve aileler için büyük bir zorluktu. Bu da danışmanlık sektörünün büyümesine zemin hazırlıyordu. Bugünse yapay zekâ araçları, bu süreci hızlandırarak hem zaman kazandırıyor hem de işleri kolaylaştırıyor. Ancak bu teknolojiler, uzun vadeli karar süreçlerinde insana özgü karmaşıklığı tamamen ortadan kaldırmıyor.
Aileler, yapay zekânın sunduğu fırsatlara büyük ilgi duysa da hâlâ insandan rehberlik alma ihtiyacını hissediyor. Bunun nedeni, insanın sorumluluk, güvenilirlik ve referans gibi değerlere sahip olması. Yapay zekâ ne kadar gelişmiş olursa olsun, tanıdıklık, torpil veya kişisel bağ kurma gibi insana özgü durumları içermiyor. Güven, teknolojinin sunduğu kolaylıklardan çok daha derin bir duygu.
Yeni yılda yeni arayışlar
Yurtdışı eğitim danışmanlığı, yıllardır birçok aile ve öğrenci için kritik bir rehberlik alanıydı. Ancak günümüzde bu alan hızla dönüşüyor. Artık yapay zekâ araçları, rehberlik almak yerine bireylerin hikâyelerini ve kişisel özelliklerini öne çıkararak fark yaratmalarına olanak sağlıyor. Geleneksel danışmanlık yerini, yapay zekâ destekli dijital mentorluk ve koçluk süreçlerine bırakıyor.
Bu değişim, benim için de yeni bir başlangıcı temsil ediyor. Yurtdışında yaşarken ve farklı eğitim modellerini gözlemlerken, dijital koçluk ve yapay zekâ araçlarının bu alandaki etkilerini daha yakından inceliyorum. Teknolojiyi yalnızca bir araç olarak değil, bireylerin kendilerini keşfetmeleri ve daha bilinçli kararlar almaları için bir destek sistemi olarak görüyorum.
2026’ya ulaştığımızda, yani 21. yüzyılın ilk çeyreğini geride bıraktığımızda, nasıl bir dünyayla karşılaşacağımızı görmek heyecan verici olacak. Eğitimdeki bu dönüşümün, bireylerin ve ailelerin karar süreçlerinde ne tür etkiler yaratacağını izlemek bana büyük bir motivasyon sağlıyor.