Paul Schrader´in ´OH CANADA´sı bir asker kaçağının itiraflarına odaklanıyor.
Vietnam Savaşı sırasında askerden kaçmak için Kanada’ya sığınan bir sanatçının ölüm döşeğindeki itiraflarını anlatan film, kefaret, pişmanlık, ölüm, itiraf ve ihanet temaları üzerinden, geçmiş ve hafızanın ağırlığı üzerine melankolik bir gezi sunuyor. Finalinde izleyicinin kafasındaki bazı sorulara cevap getirmeyen film düş kırıklığı yaşattı.
‘Oh Canada’
Yön ve Sen: Paul Schrader
Gör: Andrew Wonder
Müz: Phosforescent
Kur: Benjamin Rodriguez
Oyn: Richard Gere - Jacob Elodi - Uma Thurman - Michael İmperidi - Kristin Froseth - Victoria Hill
Paul Schrader vasiyet filmi özelliğini taşıyan ‘Oh Canada’da yine manevi kurtuluş arayan bir adamın karanlık geçmişine ayna tutuyor. Veteran yönetmeni ‘American Gigolo’dan 41 yıl sonra Richard Gere ile yeniden bir araya getiren filmde, Gere hayatının son demlerini yaşayan belgesel sanatçısı Leonard Fife’ı canlandırıyor. Ünlü olduğu kadar tartışmalı belgeselci Fife, eski öğrencilerinden birine son bir röportaj vererek hayatı hakkında tüm gerçekleri anlatmaya karar veriyor. Durumdan habersiz eşinin ve kameraların önünde filme alınan bu itirafnamede Fife, Vietnam Savaşı sırasında askerden kaçarak ABD’den Kanada’ya sığındığını açıklıyor.
Geçmişte yapılan hatalar
Film, vasiyet niteliğindeki bir itirafın kalbinde, ışığın, karanlığın ve sonsuzluğun birbirine karıştığı bir iç gözlem sunuyor. Schrader bu gözlemi kefaret, pişmanlık, ölüm, yaşlılık, itiraf, ihanet gibi temalar üzerinden yapıyor. Ancak bir günah çıkarma seansı filmi, finalinde çözülemeyen gizemlerle izleyicinin kafasında soru işaretleri bırakıyor. Geçmiş zaman ve hafızanın ağırlığı üzerine melankolik bir zihinsel gezi sunan film, parçaları birbirine uymayan, kafa karıştırıcı bir yazboza benziyor. Film politik boyutuyla, 1960’ların Amerika’sında ahlaki ve etik seçimleriyle karşı karşıya kalan bir neslin sorunlarını ekrana taşıyor. Paul Schrader çok sevdiği bir tema olan, içsel ıstırapla tüketilen kurtuluş arayışındaki, çıkışsızlık yaşayan bir adamın portresini çiziyor.
Ünlü Japon yazar Yukio Mishima’nın harakiri ile sonuçlanan hayatının dört bölümden oluşan kurgusal öyküsü ‘Mishima’ başyapıtından 39 yıl sonra Cannes Film Festivali’nde ana yarışmaya dönen Paul Schrader, ‘Oh Canada’ ile izleyicisini bir sanatçının hafızasının kıvrımlarında bir yolculuğa götürüyor. Geçen yıl 83 yaşındayken ölen Amerikalı ünlü kadın yazar Russell Banks’ın ince bir hümanizma barındıran ‘Foregone’ adlı romanını, Schrader ABD’ye eleştirel bir bakışa yaklaşan bir yorumla perdeye aktarıyor. ‘Oh Canada’ Russell Banks’ın Vietnam kaçaklarının üzerine harika bir meditasyon romanı kabul edilir. Roman 1960’ların çalkantılı dönemi ve sonrasındaki gençliği hakkında samimi bir öykü olarak kabul görür.
Film, Kanada’daki siyasi sürgüne, solcu kimliğine, oğluyla bir araya gelmemesine kadar, belgesel çekmek için kamera arkasında olmaya alışık bir adamın filme çekilen kişi olarak, karanlık bir öykü sunuyor. Paul Schrader 1997’de Russell Banks’ın romanından, neo-noir suç draması ‘Bela / Affiction’ filmini yapmıştı. James Coburn bu filmdeki performansıyla En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nün sahibi olmuştu. Atom Egoyan, Banks’ın sinemaya uyarlanan en önemli ve etkileyici romanından ‘Başka Bir Dünya / The Sweet Hereafter’ başyapıtına imza atmıştı. Vietnam’da görev yapmaktan kaçınmak için Kanada’ya kaçan 60 bin asker kaçağından biri olan, ölümcül hasta yazar ve film yapımcısı Leonard Fife (geriye dönüşlerde Jacob Elodi, günümüzde Richard Gere), hayatının son vasiyetinin, belgeselci Malcolm (Michael İmperioli) ve Diana’nın (Victoria Hill) kendisini filme almasını kabul etmiştir. Ancak aldığı kanser ilaçlarından zayıflayan ve çarpıtılmış hafızası nedeniyle, güvenilmez bir itirafçı olduğu röportaj sırasında ortaya çıkar. Kanadalı ilericiler için bir kahraman olan Leonard, efsaneye göre Castro’nun komünist Küba’sına gitmiştir. Ancak Montreal’daki hayatında sayısız kez yalan söylemiş ve birçok kadını terk etmiştir. Belgesel röportajını, bir başka öğrencisi olan eşi Emma’ya (Uma Thurman) günahlarını itiraf etmek için fırsat gördüğü için kabul etmiştir.
Leonard Kanada’ya kaçarken, Virginia’daki karısını ve oğlunu terk etmiştir. Emma kocasının itibarını korumak için röportajı durdurmaya çalışır, kocasının hastalığı yüzünden kullandığı ilaç nedeniyle zihinsel olarak dengesiz olduğunu açıklar. Ancak Leonard ve Malcolm devam etmek konusunda ısrarcı olurlar. Geçmişiyle ilgili utanç verici anılarını nakleden Leonard, üniversiteyi bıraktıktan sonra kendisine iş veren bir aile dostundan para çaldığını, öğrencileri Diana ve Emma’yı aynı günlerde baştan çıkardığını, ilk karısını hamileyken aldattığını, Küba ziyareti konusunda Kanadalılara yalan söylediğini, eşcinsel gibi davranarak askerlikten kaçtığını itiraf eder.
Vasiyet itirafname
Paul Schrader filmi hakkında “ölmek üzere olan bir jigolonun, kel ve hasta bir adamın hayatını yoluna koymaya çalışması çok hoşuma gitmişti” demişti. Bir söyleşisinde, aynen ‘Mishima’da olduğu gibi ‘Oh Canada’nın görünürde dağınık ve zihinsel bir bulmaca olduğunu kabul etti. Cannes Festivali Direktörü Thierry Frémaux filmi şöyle takdim etti: “Yaşlılık ve hayatta yapılan hatalar üzerine, yüreklere dokunan, ama hüzünlü olmayan bir film.” Film adını Kanadalı besteci, söz yazarı, şarkıcı, folk rock türünün ustası Neil Young’ın bir bestesinden alıyor.
Filmin başrol oyuncusu, Paul Schrader’in fetiş aktörü Richard Gere (75), ölüm döşeğindeki kanserli bir adamı canlandırmak için saatlerce makyaj işkencesine katlanmış. Son 20 yılda unutulmaya başlanan ünlü aktör bu filmle sinemaya döndü. Karısını canlandıran, Tarantino’nun vazgeçilmez aktrisi Uma Thurman (54) hep yakın planda yüz ifadesiyle izlediğimiz filmde, kocasının itiraflarını ilgiyle izlerken, usta oyunculuğunu kanıtlıyor.
Yazımızı filmin senaryo yazarı-yönetmeni Paul Schrader ile bitirecek olursak, kendisi materyalizm ile püritarizm arasında parçalamış bir toplum arayışını filmlerine yansıttı. Paul Schrader’in katı Kalvinist ebeveynleri 18 yaşına gelene kadar film izlemesine izin vermedi. Efsanevi film eleştirmeni Pauline Kael himayesinde eleştirmenlik yaptı ve senaryo yazmaya başladı. Sydney Pollack’ın ‘Yakuza’sından (1974) sonra, Martin Scorsese’nin Altın Palmiye Ödüllü ‘Taksi Şoförü / Taxi Driver’i (1976) kendisini Hollywood’un en iyi senaristlerinden biri yaptı. Bu başarısı Schrader’in kendi filmlerini yönetmeye başlamasına olanak tanıdı. Kariyerinin üçüncü yönetmenlik denemesi ‘American Gigolo’dan (1980) beş yıl sonra, başyapıtı sayılan ‘Mishima: 4 Bölümde 1 Hayat / Mishima: A Life in Four Chapters’ı yaptı. Film Cannes’da En İyi Sanatsal Katkı Ödülü’nü kazandı.
Senaryo yazarı olarak iki Oscar Ödüllü ‘Kızgın Boğa / Ragging Bull’, ‘Günaha Son Çağrı / Last Temptation of Jesus Christ’ gibi filmlerle sinema tarihine giren Schrader, Venedik Film Festivali’nden Yaşam Boyu Başarı dalında Altın Aslan Ödülü ile taçlandırıldı. ‘İlk Reform / First Reformed’ (2017) ile En İyi Orijinal Senaryo dalında Oscar’a aday gösterildi. Son 10 yılda ‘Kumarbaz / The Card Counter’ (2021), ‘Usta Bahçıvan / Master Gardener’ (2022) gibi küçük bütçeli filmler yapan Amerikalı sanatçı, birçok soruya cevap veremeyen ‘Oh Canada’ ile düş kırıklığı yaşattı. Yaşadığı sağlık sorunlarına rağmen 78 yaşında üretkenliğini sürdüren Paul Schrader, bu son filminin Cannes’daki basın konferansında, yeni projesi ‘Non Campos Mentis’in senaryosunu bitirmek üzere olduğunu anlattı.