Yararsızın yararını anlatacaktır filozof insanlara. Filozofun temel işi olacaktır. Bir anlamda fayda sözcüğünün iki değişik anlamını öğretecektir onlara. (Hadot, 2002)
İstek, Fayda ve Finalist İllüzyon
İstek mi faydayı doğuruyor yoksa fayda mı isteği doğuruyor? Çok da kolay cevap verilecek bir soru değil. Ama buna cevap veremezsek kadere zaten cevap veremeyiz. Niye veremeyiz; zaten başlarken her şeyi ters yüz etmişiz ve böylece önyargının kalıplaşmasına yol açmışızdır. Bizim isteğimiz nedeni, kendiliğinden giden mekanizmayı öğrenmek değil. Bu mekanizmanın amacını öğrenmek yani buna cevap vermek değil mi? Mesela en basitinden; “Tanrı bizi niye yarattı?” diye sorarız. Bütün teolojik kurgular bu soruya cevap aramakla başlar. Çünkü fayda arayışındadır insan. Eğer biz yaratıldıysak, bu düzende bize fayda sağlayan bir şeyler olduğuna inanırız.
O zaman tüm sorularımız ‘ne için’e odaklanacaktır. İnsan bunu öğrendiği anda rahata erecektir. Ondan sonra kımıldanmak istemeyecektir. Yani aslında nedenlerle karıştırdığı sonuçların betonlaşmasına yardım edecektir. Ve mesela o zaman Ukrayna’daki savaşın ne olduğunu merak edecek ama bizim ülkemizde yıllarca süren savaşı merak etmeyecektir. Çünkü dış nedenlere teslim olmuştur. Dış nedenler de medyada çok sevdiğimiz tabirle ‘dış mihraklar’ değildir. Ama onlar da olabilir tabii ki. Fakat bir kez dış nedenlere teslim olmak alışkanlığımızdır; gelenekselleşmiş, kalıplaşmış düşünce biçimimizdir. Kalıplaşmış, fanatikleşmiş dünyaya bakışımızın sonucudur çünkü önce faydayı arıyoruz. Faydayı ararken, faydayı aramanın sonuç olduğunu düşünüyoruz. O zaman her yerde sonuç arıyoruz. O zaman conséquentialiste (sonuççuluk) diyebileceğimiz, sonuç arama illetine yakalanmış oluyoruz.
“Eğer bu dünya yaratılmışsa bir şey için yaratılmıştır. Eğer bu dünya varsa, birisi yaratmıştır.” Tabiata bakışımız da böyledir. “Ne için yağmur yağıyor?” Muhtemelen bizim ekinlerimiz için(!) “Ne için güneş var?” Ayçiçeklerin büyümesi için herhalde veya bizim tatile çıkmamız için(!) Böylece bu gidişat içinde finalizm, sonuççuluk ya da conséquentialiste dediğimiz bir düşünce yapısı içinde kendimize ve evrene bakıyoruz. ‘Ne için?’ sorusunun cevabını aramak ‘neden?’ sorusunun cevabını aramaktan çok daha kolaydır. Yağmurun nedenlerini bilimsel araştırma ile öğrendikten sonra nihayet anlayabildik ki, yağmur bizim ekinlerimiz için oluşmuyor. Ama bilmediğimiz ve merak da etmediğimiz o kadar çok şey var ki. Çünkü onları bildiğimizi zannediyoruz. Bilmemek bir yana bildiğimizi zannediyoruz. Bu tümüyle tehlikeli bir yöntem. Sadece narsistik bir tahayyülden ibarettir. Narsist olan bilmediği için kendini göklere çıkarandır. Göremediği için kendini göklere çıkarandır. Ve bunun sonucunda bütün narsistik yapılar gibi tabiatın gizemini, her şeyin gizemini çözdüğümüzü düşünüyoruz. Halbuki Spinoza da belirtiyor; “ne için?’e verdiğiniz cevapların hepsi sizin tahayyülünüzdür” diyor. ‘Neden’i bilmeden ‘ne için’e cevap verilemez çünkü. ‘Ne için?’e cevap aradığınızda bir inşaatçı ile karşılaşırsınız. Bu dünyayı bir inşa eden vardır. Bu cumhuriyeti birisi kurmuştur. O zaman önce camiye, sinagoga, kiliseye gidilip, yalvarıp yakarılacaktır bu dünyayı inşa edenlere. Çünkü faydayı arıyoruz ve faydayı bize temin ettiğine inandığımıza ‘iyi’ diyeceğiz. Tanrı’nın ismi her yerde iyi Tanrıdır. Beklentilerimize, fayda arayışlarımıza göre cumhuriyeti kurana ‘iyi’ ya da ‘kötü’ diyeceğiz. Çünkü nedenler üzerinde düşünmek çok zor gelecektir bize. Sonuççu, sonuç aramaya dönük eylem, bizi her türlü rastgele müdahaleye götürebilecektir. Ve işin kötüsü dünyayı, evreni ters yüz ettirecektir. Nedenlerle sonuçları karıştırmak, dünyanın ters yüz edilmesine neden olacaktır. Önyargılar aklımızda betonlaşacaktır. Saplantılarımızın ördüğü bir beynimiz var. Saplantılarımıza iman eden bir ruhumuz var. Vahim olan, o saplantılarımızın hepsi kendi ürettiğimiz saplantılardır.
Özgür Akıl İllüzyonu
O zaman şu sonuca varabilir miyiz şimdilik; finalist olarak algıladığımız bir evrende özgür akıl (libre arbitre – free will) mümkün değildir. Önce, iştahımızın nedenini bilmediğimizi bilmek gerekiyor. Düzenin inşa edicileri ve mimarları yani siyasetçilerden reklamcılara oradan çoğu zaman bilim insanlarına, medya yapımcılarına, modacılara kadar hepsi bu zaafı kullanacaklardır. Tabii kutsal adına iş yapanlar da kullanacaklardır bu zaafı, siyaset yapıcılar da, bizi savaşa gönderenler de. Bir pantolonumuz varken ikincisini aldırtmak isteyenler de kullanacaklardır. Tekrar ediyorum bitirirken; büyük yanılgımız yani evreni tepetaklak görmemiz, bizi sonuççu düşünceye mahkum edecektir. Betonlaşmış yargılarımızın kölesiyiz. Ve bunun temelinde, nedenlerle sonuçların birbirine karıştırılmış olması vardır. Bundan sömürü düzeninin ustaları ve üstatları tabii yararlanacaktır ama sorumlu olan onlar değildir sadece. Sorumlu olan, bilmeye aday olmayandır. Bilmenin uzun zahmetine aday olmayandır. Bu tür şeyler bizimki gibi entelektüalizmin geçerli olmadığı bir toplumda çok lüks, farkındayım. Bizler düşünmeyi, sembolik ve sloganlı sözler zanneden insanların coğrafyasında yaşıyoruz. ‘Neden’ mekanizmalarını düşünmek bizim için daha da zor. Yüzlerce senedir ‘ne için’e, finalizme koşullanmışız. Bütün insanlar gibi ama bir parça daha fazla.
Özgürlük önce ‘neden’ ve ‘ne için’in yerini değiştirmektir. Biz dünden razıyız iştahımızı neden zannetmeye. İştahımızı bilip gerçekleştirip, özgür olduğumuzu zannetmeye.