Her yıl ocak ayında, Hitler liderliğinde Yahudilere yapılan zulümle daha çok anılacak olan II. Dünya Savaşı’nda yaşananların tekrar yaşanmaması için yapılan hatırlatmalar aciliyet kazanır. Holokost, Şoa ve daha yaygın kullanımıyla Yahudi Soykırımı olarak adlandırılan, insanlık tarihinin en utanç verici olayı olarak görülebilecek yok ediş planları özelinde ocak ayı farklı zaman aralıklarında önemli dönüm noktalarının yaşandığı bir ay olmuştur. Bu açıdan dikkat çeken iki olaya odaklanmak anlamlıdır. Bu olaylar genel hatlarıyla asla unutulmaması gereken acı yüklü süreçlerin başlangıç ve bitişine işaret etmektedir. İlki, topyekûn bir yok ediş (Nihai Çözüm) olarak planlananlar öncesinde, farklı kurumların etkileşime girmesine izin veren ve mülksüzleştirme, yeniden yerleştirme, öldürme eylemlerinin sorunsuz bir şekilde yürütülmesini garanti eden, hukuk kurallarına ve bürokratik yönetime uygun kararların, eylemlerin görüşüldüğü günlerdir. 20 Ocak 1942 tarihinde Berlin’de düzenlenen Wannsee Konferansı olarak bilinen bu kötücül müzakereler Holokost’u farklı siyaset ve yönetim katmanlarının birbirine kenetlenmiş olmasıyla eşi benzeri olmayan karakterde bir yıkıma dönüştürür. Bugün, o toplantılarda masaya yatırılanları, yapıları ve organizasyonel prosedürleri grafikler aracılığıyla görselleştirmek mümkün olabilir ancak neredeyse hiçbiri görsel olarak tasvir edilmemiş organizasyonlar olduğu için bu konudaki açlığımızla karşılanır. Sonucunda da tarihi görsel açıdan betimleme ihtiyacı denebilecek arayış, bu gösterilemezliği eşsiz bir göstergeye dönüştürür. Wannsee Konferansının yapıldığı malikanenin bir fotoğrafı Nihai Çözüm görüşmelerinin külliyatı adına etiketlenir ve Yahudilerin sistematik olarak yok edilmesinin yürütülmesine ilişkin sorumlulukların nasıl bölüştürüldüğüne dair altyazılarıyla birlikte servis edilir. Peki bu fotoğraf Holokost’un kapalı kapılar ardında görüşülen ve akıl almaz detayları içeren karmaşıklığını tasvir edebilecek midir?
İzsizlik ve yok oluş, Holokost’un görsel tasvirini karmaşık hale getiren iki unsurdur.
Öldürülen insan sayısı sadece insanın hayal gücünü aşmakla kalmaz görsel olarak da tamamı gösterilemez, ancak yalnızca gözlükler, ayakkabılar veya ceset yığınları gibi metonimler şeklinde ima edilebilirler. Holokost’ta görünür olan, nihai çözüm planı sona erdirilmediği için tamamen yok edilmemiş olandır. Yukarıda bahsi geçen malikane ve peyzajı, yani yok oluşun izini süren tüm manzara resimleri dahi Holokost’un boyutunun anlaşılması için çok önemlidir.
Holokost’u oluşturan olayları tasvir eden çok sayıda fotoğraf var şeklinde düşünülebilir ki bir bakıma da öyle. Bu görseller genellikle ya failler tarafından resmi amaçlarla ya da birer hatıra olarak çekilmişti. Görsellerin işlevleri ve kullanımı, resmi görevlerden gizlice çekilen anlık görüntülere kadar çok çeşitliydi. Örneğin Auschwitz’deki kamp binalarının inşasını, tıbbi deneyleri veya mahkumların intiharlarını belgeliyordu. Faaliyet raporları da vardı; Mayıs 1943’teki Varşova Gettosu Ayaklanması hakkındaki son raporunda Jürgen Stroop, elliden fazla altyazılı fotoğraf toplamıştı. Aynı şekilde, asıl amacı hiçbir zaman açıklığa kavuşturulmamış deri ciltli Auschwitz albümü Macaristan’dan sürgün edilen Yahudilerin gelişini ve seçimini gösteren 193 fotoğraf içeriyordu. Ayrıca toplama kamplarına varır varmaz öldürülmeyen mahkûmların isimleri mahkûm kütüğüne kaydedilmiş ve bu amaçla fotoğrafları çekilmişti. Sadece Auschwitz’den geriye 39 bin kayıt kaldı. Resmi fotoğrafların yanı sıra, Holokost’un şiddetini gösteren çok sayıda amatör görsel de savaş sonrasında açığa çıktı. Mesai dışı günlerinde Varşova Gettosunu ziyaret etmek için giden Alman askerleri tarafından çekilen fotoğraflar gibi… Bu fotoğrafların çoğu, işkence gören veya ölmüş insanları gösteriyordu ve SS askerlerin cüzdanlarında, genellikle nişanlılarının ve ailelerinin resimleriyle birlikte taşınıyordu. Bu korkunç görüntüler sahibinin kişisel anı ve duygu dünyasında fetiş benzeri bir rol oynuyordu. Ek olarak, çok az olmakla birlikte Yahudi fotoğrafçılar ve direniş savaşçıları tarafından gizlice çekilmiş fotoğraflar da Holokost’un görsel arşivinde günümüze kadar ulaştı. Acımasız uygulamalarını cebinde bir kahramanlık kanıtı olarak taşıyanların görsel kayıtlarıyla, bu uygulamalara maruz kalmış ve büyük riskler alarak gizli ve sınırlı ölçüde gerçekleri göstermeye çalışmış insanların bıraktığı görsel kayıtlar üzerinden okunmaya çalışılan bir külliyat vardır elimizde. Ancak görsellerin bambaşka önemli bir işlevi daha olmuştu. Birçok ziyaretçi bu kampları gezerken gördüklerini gerçek dışı olarak algıladığını ve görsellerin gerçeklikleri tespit etmelerini sağladığını söylemişti. Yaşanan şeyin gerçekliğine ikna olmak, yalnızca bu görselleri izleyenler için değil, kaydedenler için bile çok önemliydi. Kampların kurtarılmasından sonra olanları belgelemek için giden fotoğrafçıların da çoğu bu görsellerin tanık oldukları şeylerin gerçek olduğuna ikna olmaları için birer kanıt olduğunu tekrarla vurguladı. Bu görsellerle ilgili bir başka saptama da ister Alman askerleri ister yaşananları gizlice belgeleyen Yahudiler olsun amatör çekimlerin resmi bağlamda kaydedilen fotoğraflardan genellikle daha ikna edici olmasıydı. Ancak tüm bu fotoğraflar, Holokost’un yine de yalnızca küçük bir parçasını göstermekteydi ve en önemlisi de hangi parçasını gösterdiğiydi.
Günümüzde Holokost’a ait fotoğraflar şiddetin tasvirleri olarak ikonlaştırılmışlardır.
Oysa görsellerin ikonlaşmaları onların işlevleri adına katkı sağlamaz. Özellikle işkence ve diğer vahşet görüntülerinin etik kullanımı konusu her zaman mutlak bir gerilim durumu yaratır. Bu nedenle bu görsellerin durmadan kullanımının hangi bağlamlar içinde olduğu daha önemlidir. Fotoğraflardaki bedenler bizim bakışımıza maruz kalmaktadır, bakışımızı öyle konumlandırmasak dahi bu durum onları sefil, isimsiz ve aşağılanmış kurbanlar olarak görünür kılabilmektedir ve bu şiddetli duygu içinde bilgi içeriklerini yitirebilirler. Bu tip bir bakış açısı Hıristiyan ikonografisinden devşirilmiş bir bakış açısıdır. Teşhir geleneklerini yansıtan belirli kompozisyonlarla, ‘zulüm’ ve ‘şehitlik’ çağrışımlarını güçlendiren ilgili başlıklarla anlam kazanmaları bu nedenle yaygındır. Bu nedenle Holokost fotoğraflarının ikonlaştırılmaları Holokost’un gösterilemezliğini beslemektedir. Asıl gösterilemezlik ne Nihai Çözüm’ün konuşulduğu malikanenin sessiz ve dingin fotoğrafında ne de 27 Ocak 1945’te Auschwitz’in kurtuluşu ardından geride bırakılan ve hayal edilemeyecek kadar çok sayıda öldürülen insanı yansıtan ayakkabı, bavul ve gözlüğün fotoğraflarındadır. Tersine, bu ıssız bakışını bize çeviren tarihi yerlerin sahnelerini gösteren fotoğraflar, yok oluşun izsizliği üzerine bir yansımaya yol açtıkları için daha sarsıcıdır. İnsanların olmadığı boş bir yerin sunumu, kurbanların izsizliğine, başlarına gelen dehşete dair tedirgin edici bir ipucu olarak okunabilir ve onların fotografik tasvirinin imkansızlığını ima eder. Sonuç olarak eğer mevcut bilgiyle görseller arasında bir bağlantı oluşuyorsa, fotoğrafların yalnızca doğru tarihsel bağlamlarına yerleştirilmiş ve bedenlenmiş olup olmadığının bir önemi yoktur. Görsellik söz konusu olduğunda bilgi, sembolik imgelere dönüşen ve soyutlamayı ifade eden görsellerle de etkinleştirilebilir. Öyle ki, bu sessiz peyzajlar ceset yığınlarının tam olarak gösteremediği yok edişi derinden çağrıştıran manzaralar olur.