Bu haftaki konuğumuz gazetemiz yazarlarından Erdem Beliğ Zaman… Hiciv sanatının inceliklerini ustalıkla kullanan Zaman, Everest Yayınlarından çıkan ´Keşke Beni De Taşlasa´ kitabında, fıkralar ve taşlamalar aracılığıyla toplumsal eleştirilerini okuru güldürerek dile getirirken, taşı gediğine koymayı da ihmal etmiyor. Bu eğlenceli kitabı okurken yazarın ince mizahına ve keskin zekâsına hayran kalacaksınız! Benden söylemesi…
‘Keşke Beni De Taşlasa’yı yazmaya sanırım pandemi döneminde başladın. Taşlamalarla ilgili bir kitap yazmaya nasıl karar verdin ve bu süreçte seni neler motive etti?
Aslında kitaptaki taşlamaları yazmaya ta on beş sene evvel başladım. Daha çocuk yaşlardan itibaren önce kendimi sonra en yakınımdakileri taşlamaya başlamıştım. Taşlamalarımı 2014’ten beri değişik mecralarda yayınlamaya başladım. Pandemi ile birlikte hayat oyunumun, aktif gazete ve dergi yazarlığı perdesi açıldı. Bu aşamada çokça taşlama yazdım ve taşlamalarımı doğrudan okuyucuyla buluşturma imkânı buldum.
Aklımın bir köşesinde hep taşlamalarımı kitap hâline getirmek vardı çünkü etrafımdakiler beni yazar mesleğimin de önünde bir heccav ya da daha yeni Türkçe bir şekilde ifade etmek gerekirse taşlamacı ve yergici olarak görüyordu. Bazı hicivlerim dost meclislerinde okunuyordu. Şair Hilmi Yavuz, internette yayınlanan bir taşlamamın altına, “Yeni bir Necdet Rüştü Efe ama daha iyisi!” diye yazınca özgüvenim arttı. Necdet Rüştü Efe, eskilerin çok meşhur bir mizah şairiydi. Ha keza taşlamalarımı paylaştığım Safa Önal, Seden Kızıltunç, Kandemir Konduk, Müjdat Gezen gibi ustalardan da övgüler aldım. Onca teşvike rağmen elinizdeki kitabın çıkmasını Everest Yayınları’nın editörü Saadet Özen’e borçluyum. Bir kitap haline getirilmesi meşakkatini o sırtladı.
En büyük motivasyon kaynağımsa kesinlikle Türkiye! Bir taşlamacı için ülkem inanılmaz bir memba…
Kitabını okurken çok eğlendim, güldüm, aynı zamanda düşündüm de… Yazıların, şiirlerin ince ve hınzır bir zekânın ürünü. Fıkralarla şiirleri aynı konuda nasıl buluşturdun?
Güldürürken düşündürmek, espri yazarken en önemli gayemdi. Şimdi bu yorumunuz bana maksadına ulaşmış bir yazarın gönül rahatlığı olarak aksetti; teşekkür ederim. Günümüzde şiir okuyucusu epey azaldı. Bu olumsuz duruma rağmen taşlamalarımın mümkün olduğunca çok kişi tarafından okunmasını arzuluyordum. Dikkatleri çekmek adına taşlamaları fıkralarla harmanlayıp okuyuculara sunmak istedim. Fıkra arşivim çok geniştir. Önce zihnimi yokladım. Peşinden arşivimdeki kitaplara başvurdum. Sonra gazetelerden kesip sakladığım kupürlere ve yine arşivimdeki Ustura, Akbaba mizah dergilerine… Nihayetinde fıkrasız yahut anekdotsuz taşlamam kalmadı…
Keşke Beni De Taşlasa, şiir etiketiyle piyasaya sürülen bir kitap olsa da esasında 116 manzum parçayı, 110 da düzyazıyı içeriyor. Yaklaşık yarı yarıya…
Günlük hayatında da lafını esirgemeyen biri misin yoksa zülfü yâre dokunmamaya özen gösterir misin? Mizah yaparken sınırları nasıl belirliyorsun?
Günlük hayatta hiç lafımı esirgemeyen biriyimdir ama bunu o kadar sempatik ve sevimli yapmaya özen gösteririm ki, çoğu ahbabım güler geçer. En çok yerdiklerim en yakınlarımdır çünkü… Muammer Karaca’nın kızı Tunca Hanım söylemişti; meğer babası da öyleymiş. Her ne kadar taşlama fıtratımda olsa da kimseyi incitmek istememek de yaradılışımda var. Zülfü yâre dokunuyorken insanları rencide etmemeye dikkat ederim. Rencide etmeden en sert taşı atmaya da… Putları elbette kırmalı yalnız bunu yaparken gönül kırmamalı. Ali Osman Çınar adında Osmanlı arşivlerinden emekli kıymetli bir ağabeyim bana, “Senin kendine mahsus kibar ve orijinal bir taşlama damarın var” demişti…
Birkaç aydır değerli gazeteci Can Ataklı’nın köşesinde siyasî iğnelemeler yazıyorum. Bu iğnelemeler genelde iktidara yönelik… Otosansürümü kendim uyguluyorum. Hakaret etmeden mizah okunu atan bir okçu olmak istiyorum. Elbette tüm bu gayretime rağmen alınanlar, benden nefret edenler de oluyor… Hâlbuki ben onları da seviyorum, o yüzden görevci gülmece yapıyorum zaten yoksa zorum ne!
Hiciv toplumsal eleştirinin en keskin formlarından biri; her konuya dair taşlama yapılabilir mi? En çok hangi güncel sorunları taşlıyorsun?
Kanaatimce her konuda taşlama yapılabilir, mühim olan dildir, üsluptur. Günümüzdeki tek kişilik komedi yapanlar hiciv yaparken fazla saldırgan davranıyor, çünkü pervasızlar! Oysa en kutsal bile eleştirilebilir; nitekim geleneğimizde şathiye diye bir tür var ki, bu tür doğrudan Tanrı’nın eleştirildiği bir hiciv örneğidir. İçlerinden oldukça zarifleri vardır. Gene rücu denilen türle de kibarca kutsal eleştirisi yapılabilir. Bu taşlama kitabımda şathiye yok ama bir rücu örneği bulunuyor…
En çok asimile olmayı, kendine ve toplumuna yabancılaşmayı, zulmü, kapitalizmi, emperyalizmi ve kötü yönetimi taşlıyorum… Popüler kültür ve sanatla da aram çok kötü!
Günümüzde mizahla da olsa eleştiri yapmak bıçak sırtında yürümek gibi bir şey; bu yüzden kimse ne etliye ne sütlüye karışıyor. Bir taşlama ustası olarak hiciv yoluyla toplumu bilinçlendirme misyonu taşıyor musun?
Müsamahasız, hoşgörüsüz ve asık suratlı bir devirdeyiz. Korku özellikle mizahçıların göbek adı olmuş! İsmini vermeyeyim, işsiz kaldığım günlerde yine ünlü bir gazeteci büyüğüme köşesinde espri yazma teklifinde bulunmuştum. Kabul etti. İlk esprileri gönderdiğimde beni arayıp, “Sen hangi ülkede ve hangi devirde yaşadığımızı hatırlıyor musun?” diye sormuştu… “Oğlum bunlar önce seni, sonra beni ve gazeteyi zora sokar… Hatta gazeteyi ve beni zora, seni hapse sokar!” demişti! Haksız olduğunu Can Ataklı’da yazdıklarım ispatladı ama kendisinin korkusu da gayet insanîydi, bunu anlayabiliyorum…
Taşlama ustası tabiriniz beni duygulandırdı Tuna Hanım! Hiciv, sövgü yahut kin için değilse elbette bilinçlendirmek içindir.
Bilinçlendirmenin de ötesinde toplumun müsamaha sınırlarını genişletmek için çaba sarf ediyorum. İndimde yeri apayrı olan Ali Poyrazoğlu’ndan böyle gördüm, öğrendim. Mesela lubunya kelimesini aruzla yazılmış bir şiir içerisinde ilk kullanan şair benim. Köpük mizahını yapanlar hayli fazla; onların ustası Cem Yılmaz; ben Aziz Nesin’i usta kabul ediyorum…
Yazılarında kendini de hicvettiğin oluyor mu?
Elbette, hem de çok… Keşke Beni De Taşlasa’da, ‘Şuna Buna Attığım Taşlar’ bölümü kendimi hicvettiğim ‘Türkübesk’ taşlamasıyla başlıyor hatta… Oradaki bir dörtlükte şöyle demiştim, “Oynadım dünyada hep yanlış ata / Doğrular da oldu bu yolda hata / Serinlemek için girdim hayata / Kül etti ömrümü yaktığı gibi!”. Kendisiyle alay edemeyen mizahçı hiç kimseyle, hiçbir olayla alay edemez… Kalay, önce mizahçının kendi kabına gereklidir ki, güldürü aşını pişirirken zehirlenmesin!
Eski Türkçeye vakıf olman sana edebiyat alanında nasıl avantajlar sağladı?
Taşlamalarımı çoğunlukla aruz vezniyle ya da aruz vezniyle hece veznini birleştirmek suretiyle kendim geliştirdiğim ‘Erdem Kuralı’ ile yazıyorum. Eski kelime haznemin genişliği bu vezinlere uyacak lafları bulmamı kolaylaştırıyor.
Bir aralık reklam ajanslarına içerik yazıyordum. Eski Türkçeye vukufiyetim o günlerde bırakın avantajı bana dezavantaj bile getirdi. İçeriklerin arasına orijinal bir üslupta olması adına zaman zaman eski kelimeler serpiştiriyordum. Eski dediğim de mühim, lazım olan gibi kelimeler ve terkipler… Okuyanlar anlamıyormuş, eski kelimeler kullanmayayım istediler. Bunun üzerine bir içerikte ‘öykünme’ kelimesini kullanmıştım, onu da anlamamışlar… Demek sorun eskilik ya da yenilikte değil cahillikteymiş dedim…
Ha şimdi hatırladım, avantajları sormuştunuz… Düşününce hatırladım ki, eski Türkçeye vakıf olmamamın ne yazık ki hep dezavantajını görmüşüm!
Biraz da ustalarını konuşalım; üzerinde kimlerin emeği var?
Ustam çok! İyi okullarda okusam da öğrendiklerimi öğretmenlerimden ziyade dışarıda tanıdığım ve çalıştığım meslek büyüklerimden kaptım. Safa Önal, ismini ilk zikredeceğim ustam… Türkçeyi, Türkçenin nasıl kullanılacağını, senaryoculuğu ondan öğrendim. Kitabımın ismini de o koydu. Kitabımın ilk adı ‘Üst Dediler Alt Ettim’ idi. Arka kapağa yazdığı yazıdan ‘Keşke Beni De Taşlasa’ terkibini cımbızlayıp kitabıma isim yaptım. Çok sevdiğim ustamı rahmet, minnet ve hasretle anıyorum. Mukadder Özakman, taşlamadaki ustamdı. Efsanevî Akbaba dergisinin mizah şairiydi. Taşlamayla mizah şiirinin farkını; şiirde hicvin etkisini sayesinde duyumsadım. O da artık yok; huzur içinde dinlensin.
Diğer bir ustam Seden Kızıltunç’tan, esprinin ve şiirsel mizahın sahne üzerinde nasıl kullanılması gerektiğini gördüm. Kafiyenin gücünü o öğretmiştir bana.
Tabii görmeden örnek aldığım ustalarım da mevcut. Mizah şiirinde ve taşlamada en fazla öykündüğüm şair Fazıl Ahmet Aykaç’tır. Aziz Nesin, Ephraim Kishon, Woody Allen en beğendiğim mizahçılar… Kishon’a ayrıca hayranım. Zarif tarzına gıpta ederim.
Erdem, beni de taşlar mısın?
Taşlamadığımı nereden çıkarıyorsunuz ki! :-) Aslında okuyucumda bu intibaı uyandırmak istediğimden kitabımın ismini Keşke Beni De Taşlasa koydum… Tuna Hanım yalnız inanınız memlekette taşı hak eden o kadar çok kişi var ki! Sizi taşlamam onların hatrı kalır! Fakat gazetem Şalom’dan antisemitleri, ırkçıları, faşistleri ve gericileri düzenli bir şekilde taşlamak isterim…