Balenin çınarlarından 91 yaşındaki Lili Barokas, Şalom´un ´Zamanın Tanıkları - Yaşayan Efsaneler´ röportaj dizisinin bu ayki konuğu oldu. Cumhuriyet döneminin en eski bale hocalarından olan, liseden mezun olduktan sonra London Royal Akademi´nin Bale Öğretim Görevlisi sertifikasını almaya hak kazanan, tam 30 sene boyunca bale öğretmenliği yapan ve kendi açtığı ´Rüya Bale Kursu´ ile sayısız genci bu görkemli dansı öğrenmeye, sevmeye teşvik eden Lili Barokas, geçmişten günümüze en ilginç anılarını Şalom ile paylaştı. Türkiye´nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü´nün karşısında temsil veren, çocuk yaşlarda yeteneğiyle ödüllere layık görülen ve geçtiğimiz yıllarda geçirdiği rahatsızlık sebebiyle baleyi bırakmak durumunda kalan Barokas, mücadelelerle dolu hayatını, çok sevdiği eşiyle 50 yıllık büyük aşkını, Türk balesine bakışını ve bu tutkusunu bırakmanın kendisinde yarattığı yıkımı samimiyetle anlattı.
Cumhuriyet döneminin en eski bale hocalarından, Madame Lili olarak tanınan Lili Barokas’la beraberiz. Lili Hanım, ‘Balenin Çınarı’ olarak kabul ediliyorsunuz. Dans tutkunuzun dört yaşında başladığını biliyoruz. Baleyle tanışma hikayenizi anlatır mısınız?
Anlattıklarına göre doğduğumdan, yürümeye başladığımdan beri kendi kendime dans ediyormuşum. Ders almak için okula gitmeyi bekledim. 1. sınıftayken okuma bayramı için müsamere verilecekti, sınıf olarak bale hocamızla birlikte bir dans hazırladık. Müsamerede grubun içinden biraz dikkat çekmişim, annemi bulup “Bu çocuğa mutlaka bale dersi aldır” demişler. Annem de hoca arayışına girdi. Sonunda Tepebaşı’ndan Dora Hanım’ı bulduk; başta sene ortası ve kalabalık olduğundan yeni bir öğrenci almak istemediğini söyledi. Israr edilince görmek istedi. Ayakkabılarımızı, kıyafetlerimizi aldık. İlk dersimize gittik, kapıdan içeriye girdiğimizde bir sessizlik. Hocanın öldüğünü söylediler. Ben şok oldum. Annem yılmadı, o zamanın meşhur hocası Bayan Arzumanov’u buldu, o da dolu olduğunu söyledi. Dansımı izlediğinde beni sınıfına alma kararı aldı.
“SİNEMA VE PROFİTEROL KARŞILIĞINDA DERS VERDİM”
Hocanızla birlikte İsmet İnönü’nün karşısında hiç unutamadığınız bir Ankara temsiliniz var, değil mi?
Evet, hocam beni ekibe hemen dahil etti. Hatta anneme “Ankara’ya gidiyoruz, İsmet İnönü’ye bir temsil vereceğiz. Onu da götürmek istiyorum” dedi. Küçük olduğumdan babam beni yollamak istemedi. Babamla anlaşmak için “Bir Milli Piyango bileti aldım, kazanırsam beni yollar mısın?” diye teklifte bulundum ve kazandım. Miktarını hatırlamıyorum ama kazanmam önemliydi. Ankara’da çok güzel günler geçirdik, çok iyi karşılandık, misafirperverlik gördük. Döndükten sonra da devam ettim baleye. Yeşilköy’de konservatuvar tipinde bir okul açıldı, ailem göndermedi. Sonra o okul Ankara’ya nakil oldu ve böylece Türk balesi doğdu. Fakat ben kenarında kaldım. Hocamdan aldığım derslerden öğrendiğim kadarını biliyordum. Kısmetimde bale hocası olmak varmış, İtalyan Okulu’nda okurken yöneticilerimiz benden bir müsamere için yardım istedi. Derslerden de kaçıyor olduğum için hoşuma gitti. Sonra bir arkadaşımın annesi sinema ve profiterol karşılığında kızına ders vermemi teklif etti. Şişli Terakki’de geçen uzun yılların ardından kendi bale okulumu açtım. En sonunda çocukları imtihanlara hazırlarken beynime pıhtı gitti, hastanelik oldum. Doktor, dengemin kaybolduğunu ve artık bale yapamayacağımı söyledi. Bu benim için bir yıkım oldu.
Baba tarafınız Bulgaristan’dan, anne tarafınız ise Rusya’dan Türkiye’ye göç ediyor. Nasıl bir ailede yetiştiniz, aileniz dans konusunda destek oldu mu?
Annem Ukrayna’dan geldi; küçüklüğünden beri hep mücadeleci bir insandı. Bizim evde hiçbir zaman politika konuşulmadı, hatta Nazizm’in yükseldiği dönemlerdi. Çocuk olarak Holokost’tan hiçbir şey anlamadık. Babam Bulgar idi, askerliğini bitirip eve döndüğünde babası vefat etmiş ve büyükannem de başkasıyla evlenmişti. Onu hiç hazmedemedi ve çarpıp kapıyı Amerika’ya gitti. Sonra tüccar olarak buraya geldi ve annemle tanışınca burada kaldı. Güzel bir evde doğdum, Hilton Oteli’nin karşısındaydık. Annem çok becerikliydi, bakıcı ve hizmetçilerden hoşlanmazdı. Her şeyi kendi yapardı. Bütün zevki denize, sinemaya gitmek, dans etmekti. Biz müzikle, bahçeyle, çiçekle, denizle büyüdük.
“EŞİM FAZLA KONUŞMAZDI AMA VEFATINDAN SONRA REÇETELERİN ÜZERİNDE BANA YAZDIĞI ŞİİRLERİ BULDUM”
Gelelim biricik eşiniz Kadın Hastalıkları Uzmanı, Jinekolog Dr. Ruben Barokas ile evliliğinize... 50 yılı aşan örnek niteliğinde mutlu bir evliliğiniz oldu, çocuk sahibi olmadığınızı biliyoruz. Öğrencilerin sevgisi mi sarıp sarmaladı sizi?
Hem talebelerimin hem kocamın sevgisi. Çok değişik bir hayat yaşadım. 17 yaşında kocamı ilk gördüğümde aşık oldum. Benden on yaş büyüktü, boyu da çok uzundu. Beni ne zaman sevdiğini anlayamadım ama biz 50 sene yaşadık ve ben onu hep sevdim.
Baleyle ise bütün hayatım değişti ve anlam kazandı. Eşim ani olarak vefat etseydi, bunu kaldıramazdım. Yoğun bakımdayken bile yanında kalmamı istedi. O zamanlar çok ağladım. Fazla konuşmazdı ama bana şiir yazardı. Sonradan günlüğünü ve reçetelerde bana yazdığı şiirleri buldum.
Baleyi bırakmak yıkım oldu dediniz, günleriniz nasıl geçiyor?
Hayatım boyunca ne yemek yaptım, ne çamaşır yıkadım, ne ev işleriyle ilgilendim. Emekli oluncaya kadar iyi bir cahil olarak yetiştim. Yanıma kadın almak istemiyorum çünkü o zaman ben ne yapacağım? Bu yaşa geldim daha yemek pişirmeyi yeni yeni deneyimlemeye başladım. Eşim bundan hiç şikayet etmedi. Çok iyi bir insandı.
“KISKANÇLIK OLMASIN DİYE BACAKLARIMI FONDÖTENLE BOYAYIP SAHNEYE ÇIKTIM”
Eşinizin "Çıplak bacakla çıkmayacaksın" şartı üzerine bacaklarınızı fondötenle boyayarak sahneye çıktığınız doğru mu?
Kıskançtı eşim. Bir resitalimiz olacaktı, dans edecektik. Eşim “Açık bacak olmaz” dedi, ben de “Yok yok olmayacak zaten” dedim. O zamanlar külotlu çorap bulunmuyordu, ben de fondötenle boyadım bacaklarımı. Tabii tütüyle çıktık, gösteri sonunda “Aşk olsun, ben seni bana yalan söylemez bilirdim” diye sitem etti. Ben de “Yalan söylemedim, çıplak bacak değildi. Fondöten vardı” dedim.
Balenin yanında bir de ikinci el piyano bularak müziğe başlama hikayeniz var, ondan da bahsedebilir miyiz?
Küçükken müziğe de sevgim vardı fakat evde müzik aleti yoktu. Ailem de ders aldırmayı düşünmedi. Komşumuzda bir piyano vardı ve istediğim zaman çalabileceğimi söyledi ama nota falan bilmiyorum. Bir akşam kendime piyano almaya karar verdim. Galatasaray’da uygun fiyata bulunca hemen satın aldım. Koşa koşa eve gittim, misafirler vardı. Kocamın suratı da asık neden eve geç gittim diye. Misafirlere “Şu karşı köşeyi görüyor musunuz? Gelecek sefer orada bir piyano olacak” dedim. Bir hoca tuttum ve Chopin çalmak istediğimi söyledim. Notaları öğrendikten sonra kendi kendime çalmaya başladım.
“TÜRKİYE’DEKİ GENÇ BALERİNLER ÇOK İYİLER, VÜCUTLARI DA MUNTAZAM”
Jübile gecenizde ne hissettiniz? Onlarca genç fidanın ilham kaynağı olmakla ilgili duygularınızı alabilir miyiz?
Bana jübile yapmam teklif edildiğinde çok şaşırdım. Jübilem Ulus Musevi Lisesi’nde yapıldı. Eski talebelerimden duyan geldi. Benim için unutulmaz bir gündü. Bir de hakkımda Meri İstiroti tarafından yazılan ‘Balenin Çınarı Madam Lili Barokas'ın Hayatı’ kitabı sürpriz oldu. İmza gününde fuayede bale resimlerimi, eşimle karelerimi görmek beni şok etti ve çok heyecanlandırdı. Ne kadar gence baleyi sevdirebildiysem, benim için en büyük manevi tatmin budur.
Gerek açtığınız bale kursunda, gerekse eğitim kurumlarında günümüze dek sayısız balerin yetiştirdiniz, Türkiye’yi bale konusunda hangi noktada görüyorsunuz?
Gençler çok iyiler, çünkü severek çalışıyorlar ve vücutları da çok muntazam. Zamanında benim gidip seyrettiğim balerinler, şimdi emekliliklerini yaşıyor. Dilerim Türkiye’de baleye her zaman sahip çıkılır ve yıllar boyunca sevilmeye, geliştirilmeye devam edilir.